Bazen öyle anlar olur ki duygularımızı yönetemeyiz…
Duygularımız bizi yönetir…
Öfkemizle baş etmekte zorluk çeker; sevdiklerimizi kırar, incitir, sonra pişman oluruz…
Kaygılarımız yaşamımızı esir alır; adım atmakta zorluk çeker, kararsızlıklar yaşarız…
Sabah uyandığımızda ‘iyi bir gün geçirmeye’ niyet eder; günü iç daralmaları ile kapatırız…
İyi düşünmek yetmez; iyi hissetmekte zorluk çekeriz…
İç seslerimiz bir türlü susmaz; hayata tebessüm edemeyiz…
Bir telaş, bir acelecilik içinde yaşar; yeryüzünü kendi gözlerimizle seyredemeyiz…
Ve tüm bunların değişmeyeceğine inanır, kalitesiz bir yaşama kendimizi mahkûm ederiz…
Halbuki, duyguların zarara uğramış yanlarını onarmak, onarılmış duygularla bir iç genişliği içinde yaşamak mümkündür…
Değersizlik hislerimizden, yetersizliklerimizden, güvensizliklerimizden ve içimizde yıllar boyunca birikmiş tüm hoşnutsuzluk duygularından arınabilir, ruhsal özgürlüğümüze yeniden kavuşabiliriz…
Adem Güneş, Bırak ve Rahatla’da kendimizi nasıl onarabileceğimizi anlatıyor… Altı haftalık bir program içerisinde ‘Duygusal Farkındalık Eğitimi’ sunuyor…
Peki ama nasıl?
Telaşlı yaşamı bırakıp biyolojik ritmi düzenleyerek ‘sakinliğe’ erişmek… 
Bastırılmış duyguları bırakıp ‘ruhsal özgürlüğü’ hissetmek…
Kaygılı bedeni bırakıp ‘iç genişliği’ elde etmek…
Bırak ve Rahatla, geçmişini onarmak ve gerçek kendiliğini bulmak isteyen herkes için…


Bu kitap eklektik yöntemle hazırlanmış bir Duygusal Farkındalık (Emotional Awareness) çalışmasıdır.

Kitapta geçen bilgiler ve uygulamalar bir tedavi değil, farkındalık içerir. Psikolojik sorunların tedavisinde uzman desteği alınmalıdır.

Kitapta anlatılan uygulamalar www.ademgunes.com web sitesinde ve YouTube’da, “Pedagoji Okulu”nda videolar ile desteklenmiştir.

Uygulamaları doğru bir şekilde yapabilmek için, kitabın içinde QR kodla verilen “Kendi Kendine Onarım Eğitim Videolarından da destek alınması önerilir.

1. BÖLÜM
öykümüz çocukluk yıllarında başladı

Ankara’da doğdum, Ankara’da büyüdüm…

Orta düzeyde geliri olan bir ailenin çocuğu idim…

Babam, kendi halinde, dürüst, mütevazi bir taksi şoförü, annem sevgi dolu bir Anadolu kadını…

Çocukluk anılarım sokakta oynadığım oyunlarla dolu… Yola koyduğumuz iki taşın arasındaki kale direklerinin önünde, aşağı mahallenin çocukları ile top koşturmak… uçurtma uçurmak… misket biriktirmek…

Babam ben henüz 14 yaşında iken vefat etmişti…

Çocuktum…

Ölümcül bir hastalığını bizden gizlediğini bilmiyordum…

Sürekli hastaneye gidip geliyordu…

Bense babamın hastane işleri bitince bana alacağı bisikleti bekliyordum…

Aslında hâlâ bekliyorum…

Sanki babam bana bir gün bisiklet alacak gibi hayal ediyorum…

Gerçekçi olmasa da beklentim bu, kaybetmek istemiyorum…

Hayal kırıklığına düşmek yerine bu ‘çocuksu duygumu’ yaşatmak istiyorum…

Babamın vefatı yaşamımda işittiğim ilk ‘gonk’ sesi oldu…

Birkaç akşam fark etmedim gerçekten vefat ettiğini…

Onun ölümünü değil, bisikletimin ne olacağını düşünüyordum…

Babam sanki, birkaç gün sonra zaten gelecek gibiydi…

Ancak gerçeğin soğuk yüzü çok geçmeden göründü…

Arabası evin önünde bu kadar uzun süre hiç kalmamıştı… ve evin bu sessizliği çok can sıkıcıydı…

Babamın ısrarla gelmemesi sinirlerimi bozmuştu…

Vefatında şaşkın gözlerle etrafımda ağlayan insanları seyreden ben (ve aslında geçirdiğim bu travma sırasında “Aferin, ne kadar da akıllı çocuk, hiç ağlamıyor…” diye başı okşanan ben) üçüncü günün akşamı artık dayanamayıp sağa sola saldırmaya, ağlamaya başladım…

İçimde tuhaf bir daralma vardı…

Kabul etmek zor geldi babamın yokluğunu…

Kalbim şişiyordu sanki…

Bağırıp çağırdığımı, ne dediği belli olmayan cümleler kurduğumu hatırlıyorum o akşam…

Arada bir babama kızıyordum, güvenimi kırmıştı; “Bana bisiklet alacağını söylemiştin, yalancı…” diye bağırıyordum3…

Sanki kızgınlığımı duyacak, kendisini savunmak için bir yerden çıkıp gelecek, tebessüm eden siması ile “Alacağım, alacağım bağırma öyle…” diyecek gibi bir his vardı içimde…

Ama olmadı…

Son çırpınışlarım boşa çıktı…

Ne yapacağını bilmez bir vaziyette pencerenin önüne oturdum…

Ölümün soğuk yüzünü seyrettim, camın kenarında… “Acıyı duymamak için” yoldan geçen beyaz arabaları saydım saatlerce…

Babamın ölümüyle “duygularımı bastırmayı” öğrendim… Artık hayatta daha güçlü olabilecek bir araca sahip olmuştum… Duyarsızlaşmayı öğreniyordum adım adım…

İlk Uçak Yolculuğum

İlk uçak yolculuğumu 23 yaşında yaptım… Benim için heyecan verici bir deneyimdi… Gökyüzünde olmak, bembeyaz bulutların üzerinde gezinmek, çocuk gibi sevindirmişti beni…

Keyifle geçen bu yolculuktan sonra iki yıl hiç uçağa binmedim…

İki yıl sonra yeni bir yolculuğa çıkmam daha gerekiyordu… Ancak bu sefer içimde garip bir ‘direnç’ hissettim… ‘İçimde bir ses’ bu yolculuğa çıkmamam gerektiğini, çıkarsam uçağın düşeceğini söylüyordu… Yolculuğa birlikte çıkacağım herkes mutluydu, tatil planları yapıyordu… Bense onların bu yolculukta başlarına neler geleceğini zihnimde yaşıyor, onları seyrederken garip bir duyguya kapılıyordum… (Yıllar sonra bu direncin bilinçaltımın beni koruma çabasından kaynaklandığını ‘fark ettiğimde,’ kendi onarım sürecim başlayacaktı…)

Günler geçiyor, uçuş tarihi yaklaşıyor, kalbimdeki tuhaf çarpıntı gün geçtikçe artıyor, içim daraldıkça daralıyordu…

Sonunda içimdeki bu daraltıyı yakın bir arkadaşımla paylaştım… Güldü, “Ölümden mi korkuyorsun…” dedi. “İnsan kaderinde ne varsa onu yaşar, korkma,” diye nasihat etti…

Beni anlamamıştı… yaşadığım şey korku değildi… Anlam veremediğim bir bunaltı yaşıyordum…

Arkadaşımla aramda geçen bu konuşma beni rahatlatmaya yetmedi…

Birkaç gün sonra düşüncelerine önem verdiğim, benden yaşça büyük bir kişiye daha açtım konuyu… O da; “iman zayıflığı” diye kestirip attı… Gençliğimin en zayıf zamanında işittiğim bu söz beni güçlendirmek yerine, daha da huzursuz etti…

Yolculuğa çıkacağımız günün gecesi sabaha kadar defalarca sıçrayarak uyandım… uykumun en derin yerinde bir ‘boşluğa düşüyor gibi hissediyor’ ve çırpınarak uyanıyordum…

Sabah havaalanına gitmek üzere erkenden yola çıktım…

Havaalanına vardığımda kalbimin daralmaya başladığını hatırlıyorum… İçeri girdim… Anonslar arasında, kalabalığın içinde, uçağın kalkacağı perona doğru gönülsüzce ilerledim durdum…

Sanki o an orada değildim, her şeyi ‘hayal dünyasında’ yaşıyor gibiydim…

Kalbimdeki daralma arttıkça artıyor, perona doğru ilerleyen insanları seyrederken, içimde “herkes ölüme gidecek” diye sesler işitiyordum…

Sanki kader onları bir uçağın içinde buluşturup ölüme götürecekti…

O an biri elimden tutsa ve “Hayır, binme!” diye beni çekip götürse rahatlayacaktım…

Ama olmadı… Önümdeki sıra ile birlikte derleyerek uçağa bindim…

Birkaç yıl önce sevinçle bindiğim bu araç şu an benim katilim gibi duruyordu…

Valizlerini yerleştiren insanlar…

Ağlayan bebekler…

Emniyet kemerini takıp hemen uykuya geçmek için başını cama yaslayanlar…

Sanki onların bilmediği bir şeyi biliyormuşum gibi, garip bir duygu ile insanları seyrederek koltuğuma oturdum…

Uçağın camından dışarıyı seyretmeye koyuldum… gözüm kanatlara takıldı… kanatlarda gevşemiş bir vida, kırılmış bir mekanik aksam, gözden kaçan bir ayrıntı var mı diye incelemeye başladım… Anonslar, ding-dong sesleri, hosteslerin acil çıkış talimatları…

Ve sonunda uçağın dev gövdesinin kıpır kıpır hareket etmesi kaygılarımı zirveye çıkarmıştı…

Uçağın tekerinin her bir hareketini sezecek kadar hassaslaşmıştım…

Kalkış pistine gelip son hızla takur tukur hızla yol almaya başladığımızda artık içimde bir şeylerin koptuğunu somut olarak hissettim…

Gözlerimi sıkı sıkıya kapattım, dişlerimi sıktım, koltuğa koparırcasına yapıştım… Tam 3 saat boyunca hiç kımıldamadan aynı pozisyonda öylece kalakaldım… Ne hostesin yemek teklifine cevap vermeye, ne de camdan dışarıya bakmaya cesaretim kalmıştı… Uçağın inişe geçtiği anonsunu duyuncaya kadar ellerimin uyuştuğunu, dişlerimi sıktığımı, çenemin ağrı içinde kaldığını hissedemedim…

Sonunda yere indik inmesine ama, aklıma dönüş yolculuğu düşünce tatilin tadı kaçtı…

Bu yolculuk uçuş fobimin tetiklendiği yolculuk olarak hayatımda yerini aldı…

Artık benim için uzun yola çıkmak ölümle aynı anlama geliyordu…

Kendini Onarmak

Uçak fobimden kurtulmak hiçbir zaman birinci gündemim olmadı…

Terapi süreçleri çok uzun ve masraflı idi…

Bir psikiyatr ile görüşüp antidepresan almak da istemiyordum… o da çözüm değildi…

Bu yüzden sürekli bahaneler bularak onarım sürecimi öteledim… Zaten gündelik yaşamımda sürekli uçak yolculuğu yapan bir kişi de değildim…

Bu gelgitler içinde yıllar geçti…

Fobim diplerde bir yerde öylece saklı kaldı…

Uyandırmadıkça uyanmıyor, beni rahatsız etmiyordu…

Yıllar sonra insanların psikolojik sorunlarının pedagojik kökenlerini araştıran bir uzman olmuştum…

Kitaplar yazıyor, radyo ve televizyon programlarıyla insanlara pedagojik tavsiyelerde bulunuyordum…

Bir gün ‘uçak fobisi’ olan bir kişi ile karşılaştım.

Orta yaşlarda bir iş adamıydı…

Uçak fobisi nedeniyle yaşamının nasıl alt üst olduğunu anlattı…

Ticari görüşmeler için yolculuk yapamadığını, eşiyle tatile gidemediğini… çocuklarına dünyayı tanıtmak gibi bir hayalinin olduğunu, ancak bunu ger-çekleştiremediğini söyledi…

Kendisini şaşkınca dinledim…

Yardım istemeye geldiği kişide de uçak fobisi olduğunu duyduğunda acaba ne hissedecek diye tebessüm ettim…

Konuşması bittiğinde, “Sizi çok iyi anlıyorum,” dedim. “Bende de uçak fobisi var…”

Beyefendinin yüzünde anlamsız bir ifade belirdi. “Nasıl yani?” dedi.

Durumu anlattım.

Biraz tebessüm ederek biraz açık sözlülüğüme şaşırarak beni dinledi… Kendisini neden çok iyi anladığımı anladı.

Sonunda, kararsız bir ses tonu ile “Peki ne yapacağız şimdi…” dedi.

“Kendimizi onaracağız…” dedim.

Uçak fobisi bireyin yaşamını kısıtlayan bir problemdir…

İlk Adım; Farkındalık

Uçak fobisi olan beyefendi, sağa sola başvurarak yardım arıyordu, çünkü bu duyguyu tek başına aşamayacağını fark etmişti… Aslında fark ettiği şey; belli ortamlarda (uçağa bindiğinde) duygularını yönetemediği12 ve bedeninin duygularının kontrolüne girip13 istemsiz kasılmalar yaşadığı idi…

Peki, akıl her duyguyu yönetebilir mi? Bir başka şekilde soracak olursak; zihin hangi duyguları yönetemez?

Zihin, bastırılmış duyguları yönetemez…

Çünkü duygular bastırıldıkça güçlenir…

Zihin, sadece gelişimi normal devam etmiş duyguları yönetebilecek yeteneğe sahiptir…

Olumsuz bir durum karşısında çocuk susuyor, konuşacaklarını içine atıyor, hırsını dişlerini sıkarak bastırıyorsa, bastırdığı duygular gün geçtikçe yönetilemez hale gelecek ve böylesi bir kişi yetişkinlik yıllarında ya öfkesini yönetemeyecek ya duygu durum bozuklukları ile karşılaşacaktır…

Bu konuyu biraz daha açabilmek için sevgili babamın vefat ettiği döneme geri dönmeliyiz…

Babam vefat ettiğinde ben duygularımı nasıl yöneteceğimi bilmiyordum…

Kalbimde nefes almamı zorlaştıran bir “daralma” hissediyordum, ancak etrafımdaki kimse yaşadığım bu daralmayı nasıl yöneteceğim konusunda bana yardımcı olmuyordu… Hangi duyguyu yaşayacağımı şaşırmış halde ortada dolaşıyordum, biri çıkıp da bana “Ağlamak istiyorsan ağla, bastırma kendini” demiyordu…

Geri dönüp baktığımda o dönemde zaten çevremdeki insanların pedagojik farkındalığının da pek yüksek olduğunu göremiyorum…

Halbuki çocuk eğitiminin en önemli iki konusundan biri, çocuğa, “zorda kaldığı sırada duygularını yönetmeyi” öğretmek… Bir diğeri de sosyal yaşama ait “davranış eğitimi” vermekti…

Babamın vefat ettiği günün akşamında, kalbimde yaşadığım sızının adı neydi bilmiyordum… O sızıyı hissederken ağlamalı mıydım, derin nefes mi almalıydım, oyalanmak mıydım, uyumalı mıydım bilmiyordum ki…

Henüz 14 yaşında bir çocuktum…

Duyguların acı verici eylemleri karşısında ne yapmam gerektiğine dair hiçbir tecrübem yoktu…

Organizmam (bilinçaltını) kendi çözümünü kendi üretmişti… Yoldan geçen beyaz arabaları sayarak acılarımı bastırmaya yönlendiriyordu beni… Kalbimdeki sızıyı bastırmak için oyalanmayı öğreniyordum…

Hangi çocuk olursa olsun baş edemeyeceği bir duyguyla karşılaştığında, bilinçaltı, acıların daha derine inmesine engel olmak için o çocuğu oyalanma davranışına yönlendirir… Böylece acı bastırılmış olur…

Anne babası kavga eden bir çocuğun kenarda bir yerde bebeği üe oynayıp şarkı söylemesi çocuğun çok mutlu olmasından değil, duygularını bastırmaya çalışmasından dolayıdır.

Zavallı ben de öyle yapmışım…

‘Oyalanma davranışı’ sadece çocuklarda görülmez…

Duygusal problemleri olan yetişkinler de acılarını ‘sürekli’ bastırmak için oyalanma araçlarına tutunurlar…

Çocukluk yıllarından itibaren yaşanılan her his, duygu dünyasında bir birikinti halinde toplanır…

Bu bazen telefon, bazen televizyon, bazen internet, bazen alışveriş, bazen gezmek, bazen sürekli konuşmak şeklinde görülür…

Birey ‘sürekli’ kendisini meşgul ederek içsel huzursuzluklarını baskı altında tutar…

Kendini oyaladığı araçlar elinden alınacak olsa daralır… bunalır… çatacak yer arar…

Oyalanarak duyguları bastırmak çocukluk yıllarında öğrenilen, yetişkinlikte devam eden bir duyarsızlaşma aracıdır…

Anne babasının kavgasına şahit olan bir çocuğun bir köşeye çekilip oyuncakları ile oynaması, mutlu olduğundan değil, kalbinde hissettiği acıyı bastırmak için oyunu bir oyalanma davranışına dönüştürmesindendir…

Veya yaşadığı bir tacizin aşağılanmışlığını unutmak için çocuğun kendini okula, derse, eğitime vermesi, aşağılanmışlığını hissetmemek için oluşturduğu bir oyalanma davranışıdır…

Ya da, gece altını ıslattığını fark eden bir çocuğun, annesinin bağırmasının şiddetini hissetmemek için vurdumduymazca hareket etmesi… gün içinde, aklına, kendisinin alt ıslatan bir çocuk olduğu düşüncesi geldikçe kardeşine çatması, onun canını yakması, akşam saati yaklaştıkça ‘şımarıkça davranışlar’ sergilemesi, yaramaz bir çocuk olduğundan değil, içindeki huzursuzluğu bastırmak içindir…

Oyalanma davranışları, bir bilinçaltı savunma aracıdır…

Bu sayede birey zorluk çektiği duyguların içselleşmesini önler, acının bedene yayılmasını durdurur…

Oyalanma davranışları ‘anlık’ olarak işe yarasa da, organizma bu sayede ‘duyguları yöneterek güçlenmek’ yerine ‘acıdan kaçmayı’ öğrenir…

Çocukluk çağında acıları bastırmak için öğrenilen bu davranış, yetişkinlik yıllarında da devam eder…

Böylesi bireyler problemle yüzleşmek yerine yokmuş gibi davranarak kaçmayı… sorumluluk alarak problemi çözmek yerine, ötelemeyi, geciktirerek yok saymayı… duygularını özgürce yaşamak yerine, yüzeysel temaslarla geçiştirmeyi kişiliğinin bir parçası haline getirmek zorunda kalırlar…

Uçak fobisinden kurtulmak için yardım isteyen beyefendiye dönecek olursam, aslında o da yıllarca bastırdığı duygularını, bir uçak yolculuğunda yaşadığı korkudan sonra bastıramaz hale gelmiş, kaygı o an bütün bedenine yayılarak fobiye dönüşmüştü…

"

Bırak ve Rahatla: Kendi Kendine Terapi kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?

Bırak ve Rahatla: Kendi Kendine Terapi