“Yazılmış en iyi bilimkurgu romanı. İlk okuduğumda, yarattığı dünyayla kâbuslar görmeme sebep olmuştu.”
-Margaret Atwood

“Öyle bir eser ki, hakkında ne söylesem eksik kalır.”
– Neil Gaiman

Hugo En İyi Roman Ödülü Prometheus Şeref Kürsüsü Ödülü

Ray Bradbury sadece bilimkurgunun değil fantastik edebiyatın ve korkunun da yirminci yüzyıldaki ustalarından biri. Bilimkurgunun “iyi edebiyat” da olabileceğini kanıtlayan belki de ilk yazar. Yayımlandığı anda klasikleşen, distopya edebiyatının dört temel kitabından biri olan Fahrenheit 451 ise bir yirminci yüzyıl başyapıtı.

Guy Montag bir itfaiyeciydi. Televizyonun hüküm sürdüğü bu dünyada kitaplar ise yok olmak üzereydi zira itfaiyeciler yangın söndürmek yerine ortalığı ateşe veriyordu. Montag’ın işi ise yasadışı olanların en tehlikelisini yakmaktı: Kitapları.

Montag yaptığı işi tek bir gün dahi sorgulamamıştı ve tüm gününü televizyonla kaplı odalarda geçiren eşi Mildred’la beraber yaşıyordu. Ancak yeni komşusu Clarisse’le tanışmasıyla tüm hayatı değişti. Kitapların değerini kavramaya başlayan Montag artık tüm bildiklerini sorgulayacaktı.

İnsanların uğruna canlarını feda etmeyi göze aldığı bu kitapların içinde ne vardı?
Gerçeklerin farkına vardıktan sonra bu karanlık toplumda artık yaşanabilir miydi?

Fahrenheit 451, yeryüzünde tek bir kitap kalacak olsa, o kitap olmaya aday.

“Mutlu olmamız için gerekli her şeye sahibiz, ama mutlu değiliz. Bir şey eksik. Etrafa bakındım. Ortadan kaybolduğunu kesinlikle bildiğim tek şey, on-on iki yıldır yaktığım kitaplardı.”


Yakmak bir eğlenceydi.

Her şeyin alevler tarafından yutulmasını, alevlerin içinde kararmasını ve değinmesini görmek Özel bir zevkti. Ellerinin arasında tuttuğu sarı marpuçla, petrol zehrini dünyanın üzerine kusan büyük bir piton yılanını andırıyordu. Elleri, tarihin parçalanmış, ve kömürleşmiş kalıntılarını tamamen yok etmek için, ateş ve kıvılcım senfonisini idare etmek isteyen bir maestronun ellerine benziyordu.

Beyni uğulduyor, şakakları zonkluyordu. Başında 451 numaralı sembolik miğferi vardı. Daha sonra olacakları düşülünce gözlerinde turuncu kıvılcımlar parıldayıp söndü, Parmağının bir hareketiyle ignitöre basınca ev, gökyüzünü kırmızı, sarı ve siyaha boyayan alevlerin ortasına doğru fırladı. Kıvılcımların arasında uzun adımlarla yürüdü. Evin önündeki çimenlerin üzerinde, kanatları kırık ölü güvercinler gibi kitaplar duruyordu. Kitaplar, hafif bir rüzgârla dönerek yükselen kıvılcımların ortasında kömürleşiyordu.

Montag, acıyla gülümsedi, itfaiye merkezine döndüğü zaman yanık mantar rengindeki yüzüne bakacak ve gülümseyişini görecekti. Daha sonra uyuduğu zaman, yüz adelelerini geren bu tebessümünün hic bir zaman kaybolmayacağını biliyordu.

Simsiyah miğferini parlatarak astı; ateşe dayanıklı ceketini de muntazam bir şekilde miğferinin yanma astı, neşeli bir tavırla duş aldı, sonra elleri cebinde, ıslık çalarak yürüdü ve delikten yuvarlandı. Son dakikada ellerini cebinden çıkartıp, düşüşünü yavaşlatmak için altın direğe sarıldı. Elleri gıcırdayarak kaydı ve beton zeminden bir santim kadar yüksekte durdu.

İtfaiye merkezinden çıktı; Gece Yansı caddesi boyunca yürüyerek. tünele girdi ve yağlı yakıt üzerinde sessizce kayarak giden, hava-pervane trene, bindi, sonra varoga yükselen hareketli merdivenlerde indi.

Islık çalarak, hareketli merdivenin kendisini sakin geceye çıkarmasını bekledi. Köşeye doğru yürürken hemen hemen hiç bir şey düşünmüyordu. Köşeye gelmeden önce, sanki ismi çağrılmış gibi yavaşladı.

Son birkaç geceden beri, yıldızların aydınlığında evine doğru yürürken, bu köşeye yaklaştığı zaman içi belirsiz hislerle doluyordu. Sanki köşeyi dönmesinden hemen önce orada bekleyen biri varmış gibi hissediyordu. Sanki girişi orada sessizce kendisini bekliyor, köşeyi dönmesinden hemen önce gözden kayboluyordu. Sanki burnuna hafif bir parfüm kokusu geliyor, ellerinin, yüzünün üstünde daha öce orada beklemiş birisinin sıcaklığını hissediyordu. Hiç bir açıklayış şekli bulamıyordu. Yalnız bir keresinde, iyice fark etmesine fırsat kalmadan, çimenlerin üzerinde süratle kaybolan bir şekil göründüğünü zannetmişti.

Fakat bu gece, her zamanki gibi yavaşlayıp yoluna devam edeceği yerde durdu. Zihnî olarak köşeye ulaştı ve çok hafif bir fısıltı duyduğunu zannetti. Nefes sesi mi? Yoksa, köşede sessizce beklemiş olan birinin varlığını gösteren hava dalgalanması mıydı?

Köşeyi döndü.

Sonbahar yaprakları mehtapta parıldayan kaldırımlarda uçuşuyordu. Yaprakların arasında yürüyen kız sanki yürümüyor, onlarla beraber kayarmıg gibi görünüyordu. Kuz başını hafifçe eğmiş, ayaklarının arasında dönüşen yapraklara bakıyordu. İnce hatlı yüzü bembeyazdı; yüzünde, sanki yorulma bilmeyen bir merakla her şeye dokumak isteyen bir ifade vardı. Hemen hemen hafif bir hayret ifadesi de denebilirdi; siyah gözleri dünyaya öylesine mıhlanmıştı ki, bakışlarından hiç bir şey kaçamıyor gibiydi. Elbisesi beyazdı ve sanki fısıltıyla konuşuyordu. Ellerinin sallanması bile hissedilebiliyordu. Başını döndürüp baktığı zaman kaldırımın ortasında bekleyen adamı gördü.

Ağaçlar hışırtıyla kuru yapraklarını serpiştiriyordu, Kız, sanki hayret edermiş gibi durdu; güzlerinde canlı parıltılar vardı. Moniag’a merakla bakıyordu. Sanki söylenen bir şeye hayret edermiş gibi görünüyordu, oysa Montag, dudaklarının sadece «merhabam demek için kımıldadığından emindi.

Kız, Montag’ın kolunda asılı duran salamandra’ya ve göğsündeki sembole büyülenmiş gibi bakıyordu. Montag:

— Kuşkusuz ki yeni komşumuzsunuz, öyle değilmi? dedi.

— Ve siz de…

Gözlerini Montag’ın işini belli eden sembolden yüzüne doğru kaldırdı.

— … itfaiyecisiniz.

— Bunu ne kadar garip söylediniz.

Kız ağır sesle:

— Gözlerim kapalı bile olsa bunu söyleyebilirim, dedi.

— Ne… petrol kokusu mu? Karım her zaman şikâyet eder.

Bir kahkaha attı.

— Bu kokuyu yerinden söküp atmak hemen hemen imkansızdır.

Kız büyülenmiş gibi:

— Hayır, atamazsınız, diye mırıldandı.

Montag, kızın hiç hareket etmeden çevresinde döne-nip durduğunu, ceplerini boşalttığını, kendisini hafif hafif salladığını düşünüyordu.

Montag, sessizliğin fazla uzadığını düşünerek: .

— Petrol kokusu benim için parfüm gibidir, dedi.

— Hakikaten öyle mi?

— Kuşkusuz. Neden olmasın?

Kız, kısa bir müddet cevap vermeden düşündü. Sonra, evin gidiş yönüne dönerek:

— Bilmiyorum, dedi. Sizinle beraber yürüsem olur mu? İsmim Clarisse McClellan.

— Clarisse. Guy Montag. Gel bakalım. Bu kadar geç bir saatte böyle yalnız basma neden dolaşıyorsun? Kafi yaşındasın?

Gümüş renkli kaldırımlar üzerinde yürümeye başladılar. Havada hafif kayısı ve çilek kokusu vardı. Montag bu mevsimde duyulması garip olan bu kokunun nereden geldiğini anlamak için hayretle çevresine bakındı.

Yanında sadece, yüzü mehtapta kar topu gibi beyaz görünen kız yürüyordu. Kızın, vereceği cevabı kafasında tarttığını çok iyi büiyordu.

Clarisse:

— On yedi yaşındayım ve deliyim, dedi. Amcam, bu İkisinin daima beraber yürüdüğünü söyler. Sana yaşını sordukları zaman daima on yedi de ve deli olduğunu söyle. Gece yürüyüşü için güzel bir saat değil mi? Koklamayı, görmeyi severim. Bazı geceler sabaha kadar dolaşır, güneşin doğuşunu seyrederim.

"

Fahrenheit 451 kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?

Fahrenheit 451