Nobel ödüllü usta yazar Saramago’nun belki de en etkileyici yapıtı olan, sinemaya da uyarlanmış Körlük, toplumsal yaşamın nasıl bir vahşete dönüşebileceğini müthiş bir incelikle gözler önüne sererken, insana dair son umut kırıntısını da bir kadının tek başına örgütlediği dayanışma ve direniş örneğiyle sergileyen unutulmaz eserler arasında yerini almıştır.

Körlük (Portekizce adı: Ensaio sobre a cegueira), Jose Saramago’nun 1995’te yazdığı Portekizce roman.

1998 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazarın en ünlü romanlarından birisidir. Konusu, körlüğün salgın hastalık gibi yayıldığı bir toplumda korku ve paniğin hakim olması sonucu ahlaki değerlerin çökmesidir. Kitapta olaylar adı bilinmeyen bir ülkenin bilinmeyen bir şehrinde geçer; hiçbir kahramanın adı yoktur, herkes sıfatları ile anılır. Nokta ve virgül dışında hemen hiç noktalama işareti olmadan yazılmıştır.

Roman, 2008 yılında Fernando Meirelles tarafından filme çekilmiştir.

Yazar, bu romanının devamı olan Görmek adlı romanını 2004 yılında yayımlamıştr.

Konu

Adı bilinmeyen bir ülkenin bilinmeyen bir şehrinde araba kullanmakta olan bir adam trafik ışıklarında beklerken aniden kör olur. “Beyaz körlük” diye adlandırılacak bir hastalığın ilk kurbanı olmuştur. Karanlığın değil, sonsuz bir beyazlığın içine çekilmiştir; kendini bir “süt denizinde gibi” hisseder. Beyaz körlük, salgın haline gelerek önce bir oto hırsızına, sonra bir göz doktoruna ve hızla başkalarına bulaşır. Kör olanlar hükûmet yetkilileri tarafından bir akıl hastanesinden karantinaya alınır. Onlara, ülkenin geleceği için bu fedakârlığı yapmaları gerektiği söylenir. Ancak güvenlik güçleri körler ile temas etmekten çekindiği için içeride kontrolü sağlayamazlar. Dışarısı ile tüm bağları kesilen körler ölüme terkedilmişlerdir ve zor koşularda bir yaşam mücadelesi vermeye başlar.

İlk kör olanlardan biri olan göz doktoru ile birlikte onu yalnız bırakmak istemeyen eşi de kör olduğunu söyleyerek içeri girmiştir. Doktorun eşi, orada gözleri gören tek kişidir ve her an kendisinin de kör olacağı korkusuyla yaşar; görebildiğini herkesten gizler. Kısa sürede içerisi çok kalabalıklaşır. İçeridekilerin seslerini hükûmet yetkililerine duyurma girişimleri, bir kişinin ölümü ile sonuçlanır. İçerde insanların bencillikleri ortaya çıkar; çeteleşme, adaletsizlik, cinsel istismar görülür; insanlar insanlık onurunu yitirmeye başlar. Bir körün yanında getirdiği el radyosu, insanlara her şey normalmiş gibi hissettirir.

Şiddet kullanan bir grup körün diğer körlere eziyet etmesi sonucu işler çığırından çıkar. Her şeyi gören ama kör gibi davranarak görmezden gelen doktorun eşi, çetenin ele başını öldürür. Çete liderinin ölümünden sonra tam bir kaos ortamı doğar; isyan çıkar. Doktorun eşi, isyan sırasında başlayan yangından yararlanarak binanın kapılarını açar; karantinadaki insanların kurtulmasını sağlar. Karantinadaki körler dışarı çıktıklarında herkes salgına tutulduğunu anlarlar. Korku ve kaos tüm şehre yayılmıştır; beyaz kör çeteleri bir lokma yemek için biribirini öldürmektedir.

Doktorun eşi, birkaç kişi ile birlikte evine gidip eski yaşamını ve kuralları hatırlamaya başlar ve her şey eski haline döner. İlk kör olandan başlayarak herkes aniden kör olduğu gibi aniden görmeye başlar.


Körlük

Pılar’a
Kızım Violante’ye

Bakabiliyorsan, gör. Görebiliyorsan, gözle.Nasihatler Kitabı

Sarı ışık yandı., Öndeki iki araba, kırmızı ışık yanmadan ileri atıldı. Yeşilli adamın silueti yaya geçidinde belirdi. Beklemekte olan yayalar, kara asfalta çekilmiş beyaz şeritlerin üzerinden yürümeye başladı, zebraya bundan daha az benzeyen bir şey olamaz, oysa bu geçitlere ‘zebralı geçit’ diyorlar. Ayaklarını kavrama pedalının üzerinde tutan sabırsız sürücüler arabalarını yüksek devirde çalıştırıyor, kırbacın havada saklayacağını önceden duyumsayan sinirli atlar gibi bir ileri bir geri gidiyorlardı. Yayaların hepsi geçmişti, ne var ki yolu arabalara açacak olan ışığın yanması birkaç saniye daha gecikecekti ve kimi insanlar, görünürde önemsiz olan bu gecikmenin, kentteki binlerce trafik lambası ile çarpıldığında ve bu lambaların her biri için ayrı renkteki üç ışığın art arda yanması hesaba katıldığında, araç trafiğinin sıkışmasının ya da yaygın deyimiyle tıkanmaların en büyük nedeni olduğunu ileri sürüyor.

Yeşil ışık sonunda yandı, arabalar ok gibi ileri fırladı ama hepsinin aynı hızla ileri fırlamadığı hemen anlaşıldı. Orta şeritte en öndeki araba yerinde duruyordu, mekanik bir arıza söz konusuydu anlaşılan, gaz pedalı yerinden çıkmış, vites kolu sıkışmış ya da hidrolik sistemde bir arıza meydana gelmiş, frenler bloke olmuş, elektrik devresi kesilmişti herhalde ya da yalnızca benzin bitmişti, buna da ilk kez rastlanmıyordu. Kaldırımlarda biriken yeni yayalar, durmakta olan aracın içindeki sürücünün, arkadaki araçlar sinirli sinirli korna çalarken, ön camın ardında bir şeyler gevelediğini görüyorlar. Daha şimdiden arabalarından fırlayan birçok sürücü, arızalı arabayı trafiği aksatmayacak bir yere kadar itmeye hazır, arabanın kapalı camlarına vuruyorlar, içerdeki adam başını onlara çeviriyor, önce bir yana, sonra öteki yana, bağırarak bir şeyler söylediğini görüyorlar ve ağız hareketlerinden, bir sözcüğü durmadan yinelediği anlaşılıyor, hayır, bir değil iki sözcüğü, evet, bunu zaten, içlerinden biri kapıyı açmayı başardığında anlayacaklar, Kör oldum.

Hiç de öyle görünmüyor. İlk bakışta, şöyle bir göz atınca, ki şimdilik bundan başka bir şey yapılamaz, adamın gözleri sağlıklı görünüyor, gözbebekleri saydam, parlak, gözlerinin akı porselen gibi beyaz ve sık dokulu. İri iri açtığı gözkapakları, yüzünün kırışmış derisi, birden çatılmış kaşları, bütün bunlar, bunu herkes gözleyebilir, içine düştüğü bunalımın yıkıcı izleri. Gözle görülen bu belirtiler, adamın beyninin içinde son yakaladığı görüntüyü, trafik lambasının kırmızı ve yuvarlak ışığını korumak istiyormuşçasına yaptığı ani bir hareketle, sıkılı yumruklarının ardında kayboldu. Kör oldum, kör oldum, diye yineliyordu umutsuzca, çevredekiler arabasından çıkmasına yardım ederlerken boşanan yaşlar, ölü olduklarını ileri sürdüğü gözlerini daha parlak kıldı. Geçecek, göreceksiniz, geçecek, kimi zaman yalnızca sinir bozukluğundan ileri gelir böyle şeyler, dedi bir kadın. Trafik ışığı değişmişti, meraklı yayalar, orada toplananlara yaklaşıyor ve arkadaki arabalarda, ne olup bittiğini bilmeyen sürücüler, sıradan bir trafik kazasından, kırılan bir far, ezilen bir çamurluktan başka bir şey olmadığını, bu kadar gürültüye ne var, diye düşündükleri olayı protesto ediyorlar, Polis çağırın, diye bağırıyorlardı, kaldırın şu külüstürü yolun ortasından. Kör adam yalvarıyordu, Ne olur, biri beni evime götürsün. Sinir bozukluğundan söz eden kadın, bir ambulans çağırıp zavallı adamı hastaneye götürmek gerektiğini söyledi, ama kör adam buna karşı çıktı, o kadarını istemiyor, onu yalnızca oturduğu evin kapısına kadar götürmelerini istiyordu.

Buraya çok yakın, bana büyük bir iyilikte bulunmuş olacaksınız. Peki, ya araba, dedi bir ses. Bir başka ses ona yanıt verdi, Anahtarı üstünde, arabayı kaldırıma park ederiz. Buna gerek yok, diye söze karıştı bir üçüncü ses, ben arabayla ilgilenirim, bu beyi de evine götürürüm. Onaylayan mırıldanmalar işitildi. Kör adam, birisinin onu kolundan tuttuğunu duyumsadı, Gelin, benimle gelin, diyordu aynı ses. Sürücünün yanındaki koltuğa oturması için yardım ettiler, emniyet kemerini bağladılar, Görmüyorum, görmüyorum, diye mırıldanıyordu adam, ağlarken. Nerede oturduğunuzu söyleyin bana, dedi öteki adam. Arabanın camına, yeni bir şeylere susamış meraklı yüzler yapışmıştı. Kör adam, ellerini gözlerinin hizasına kaldırdı, hareket ettirdi, Hiçbir şey görmüyorum, yoğun bir sisin ortasında kalmış, bir süt denizine batmış gibiyim, İyi ama körlük böyle olmaz, dedi öteki, körlerin karanlık içine gömüldükleri söylenir, İyi de ben her şeyi bembeyaz görüyorum. Kadının hakkı vardı, bu durum belki de sinirlerle ilgilidir, sinirlere gelince, şeytansı şeylerdir onlar, Bir felaket, biliyorum bunu, bir felaket, Nerede oturduğunuzu söyleyin bana, lütfen, ve aynı anda motorun çalıştığı duyuldu. Kör adam, görememe durumu sanki belleğini zayıflatmış gibi kekeleyerek adresini verdi, sonra, Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum, dedi, öteki yanıt verdi, Haydi canım, teşekkür edecek bir şey yok, bugün size, yarın bana, yarının neler getireceğini kimse bilemez, Haklısınız, bu sabah evimden çıktığımda, böyle bir felaketin başıma geleceğini kim söyleyebilirdi.

Arabanın hâlâ hareket etmemiş olması onu şaşırttı, Neden ilerlemiyoruz, diye sordu, Kırmızı ışık yanıyor, diye yanıtladı öteki. Ah, dedi kör adam ve yeniden ağlamaya başladı. Bundan böyle ne zaman kırmızı ışık yandığını bilemeyecekti.

Söylediği gibi, kör adamın evi çok yakındaydı. Ne var kî kaldırım kenarları araba doluydu. Arabayı park edecek bir yer bulamadılar ve yan sokaklarda bir park yeri aramak zorunda kaldılar. Arabayı park ettikleri yerde, sürücünün yanındaki koltuk, kaldırımın darlığı yüzünden önünde duracakları binanın duvarına yaklaşık yirmi santim mesafede kalacaktı, sonradan vites kolunun üzerinden geçip dışarı şoför koltuğundan çıkmak zorunda kalmamak için kör adam arabadan önceden indi. Sokağın ortasında yalnız başına öylece kalakalmıştı, şaşkındı, bastığı zemin ayaklarının altından kayıyordu sanki, boğazına düğümlenen bunalımı yenmeye çalışıyordu. Kollarını yüzünün hizasına kaldırmış, biraz önce süt denizi olarak adlandırdığı şeyin içinde sinirli sinirli yüzmeye çabalıyor gibiydi, ağzını açıp yardım istemek için bağıracaktı ki son anda öteki adamın eli koluna hafifçe dokundu. Sakin olun, sizi götüreceğim.

Ağır ağır yola koyuldular, kör adam düşmekten korkuyor, bu yüzden ayaklarını sürüyerek ilerliyordu, ama bu kez de yolun küçük engebelerine takılarak sendeliyordu, Sabırlı olun, neredeyse geldik, diye mırıldanıyordu adam, biraz ötede sordu, Evde sizinle ilgilenecek biri var mı, kör adam yanıt verdi, Bilmiyorum, karım kuşkusuz işinden dönmemiştir daha, bugün ondan daha önce çıktım ya, başıma gelecek varmış, Başınıza hiçbir şey gelmeyeceğinden eminim, bir insanın böyle birdenbire kör oluverdiğini şimdiye kadar hiç duymadım, Oysa ben gözlük kullanmamakla, gözlüğe hiç gerek duymamış olmakla övünüyordum, Görüyorsunuz işte. Binanın kapısına gelmişlerdi, komşu iki kadın bu sahneyi merakla izliyordu, Bak sen, kolundan tutularak götürülen bir komşu, ama ikisinin de sormak aklına gelmedi, Gözünüze bir şey mi kaçtı, böyle bir düşünce akıllarından bile geçmedi, dolayısıyla o da onlara yanıt veremezdi, Evet, gözüme bir süt denizi kaçtı. Eve girdiklerinde kör adam, Çok teşekkür ederim, size verdiğim rahatsızlık için beni bağışlayın, artık başımın çaresine bakabilirim, Durun, durun, ben de sizinle yukarı çıkıyorum, sizi burada bırakırsam içim rahat etmez. Daracık asansörün içine dikkatle sıkıştılar, Hangi katta oturuyorsunuz, Üçüncü katta, size ne kadar minnettar olduğumu bilemezsiniz, Teşekkür etmeyin bana, bugün sıra bende, Evet, haklısınız, yarın sıra bana gelecek. Asansör durdu, sahanlığa çıktılar, Kapıyı açmanıza yardım edeyim mi, Teşekkür ederim, bunu başaracağımı sanıyorum. Cebinden küçük bir anahtar demeti çıkardı, eliyle her birinin dişlerini teker teker yokladı ve Bu olmalı, dedi, kilidi sol elinin parmak uçlarıyla yoklayarak kapıyı açmaya çalıştı, Bu değilmiş, İzin verin de ben bakayım, size yardım etmiş olurum. Üçüncü anahtarda kapı açıldı. Bunun üzerine kör adam koridora doğru bağırdı, Evde misin? Yanıt veren olmadı, adam, Ben de böyle düşünmüştüm, daha eve dönmemiş, dedi. Ellerini öne doğru uzatarak, koridorda el yordamıyla ilerlemeye başladı, sonra dikkatle geri döndü, yüzünü adamın olması gerektiği yöne doğru döndürerek, Size nasıl teşekkür edebilirim, dedi, Ben yalnızca görevimi yaptım, dedi, iyiliksever adam, bana teşekkür etmeyin, ve ekledi, Yerleşmenize yardımcı olabilirim, isterseniz, karınız gelinceye kadar size arkadaşlık edebilirim. Bu gayretkeşlik kör adamın birden kuşkulanmasına neden oldu, o anda belki de kendisini, korunmasız zavallı bir kör adamı zararsız hale getirmek için kıskıvrak bağlamaya, şişlemeye, sonra da bulacağı her türlü değerli eşyayı çalmaya hazırlanan bir yabancının evine girmesine hiçbir şekilde izin veremezdi herhalde. Buna gerek yok, zahmet etmeyin, dedi, ben başımın çaresine bakarım ve kapıyı yavaşça kapatarak yineledi, Zahmet etmeyin.

Aşağı inen asansörün sesini duyduğunda rahat bir nefes aldı. Mekanik bir hareketle, durumunu unutarak, kapının üstündeki gözetleme deliğinin kapağını kaldırdı ve dışarı baktı. Karşısında beyaz bir duvar vardı sanki. Gözetleme deliğinin madeni küresinin kaşının altına temas ettiğini duyumsuyordu, kirpikleri küçücük merceğe değiyordu ama hiçbir şey göremiyordu, dipsiz bir beyazlık her şeyi örtüyordu. Kendi evinde olduğunu biliyordu, evini kokusundan, havasından, sessizliğinden tanıyordu, mobilyaları ve eşyaları dokunur dokunmaz, parmaklarını onlara hafifçe değdirir değdirmez ayırt edebiliyordu ama öte yandan, daha şimdiden her şey tuhaf, yönü yordamı, kuzeyi güneyi, üstü altı olmayan bir boyutta birbirine karışıyor gibiydi.

Kuşkusuz herkes gibi o da gençliğinde olasılıkla, Ya kör olsaydım oyununu oynamış, gözlerini beş dakika yumulu tuttuktan sonra, sonuçta körlüğün tartışmasız korkunç bir felaket olduğu, bununla birlikte, talihin böyle bir darbesini yemiş kurbanın, yalnızca renklerin değil, biçimlerin ve planların, yüzeylerin ve konturların anısını da belleğinde koruduğu durumda, görece olarak katlanılabilir bir şey olduğu sonucuna varmıştı, tabii doğuştan kör olmadığı varsayılırsa. Hatta körlerin içinde yaşadığı karanlığın sonuçta basit bir ışık yokluğu olduğunu, körlük denen şeyin varlıkların ve nesnelerin görünüşünü basitçe örten, onları kara perdelerinin ardında el değmemiş kılan bir şey olduğunu düşündüğü de olmuştu. Şimdiyse, tersine, öylesine ışıklı, öylesine bütünsel bir beyazlığın içine dalmıştı ki, bu beyazlık nesneleri ve varlıkları emmek yerine, onları yutarak iki kat görünmez kılıyordu.

Oturma odasına yöneldiğinde, adımlarını dikkatle ve ağır ağır atmasına, elini duraksama dolu bir hareketle duvar boyunca kaydırmasına karşın, bir çiçek vazosunu yere düşürdü, bunu hiç beklemiyordu. Onun oradaki varlığını unutmuş ya da karısı o vazoyu işine gitmeden önce, sonradan daha uygun bir yere koyma düşüncesiyle oraya bırakmıştı. Yaptığı kazanın ciddiyetini anlamak için yere eğildi. Su, cilalı parkenin üzerine yayılmıştı. Dağılan çiçekleri toplamak istedi ama cam kırıklarını düşünmemişti, uzun, çok ince bir cam kıymığı parmağına girdi, acıdan ve bir çocuk gibi terk edilmiş olma duygusundan, öğle sonrasının ilerleyen saatinde loşlaşmaya başlayan bir evin ortasında, beyaz bir körlük içinde ağlamaya başladı. Çiçekleri elinden bırakmaksızın, parmağının kanadığını duyumsayarak, cebinden mendilini çıkarmak için bedenini büktü ve parmağını iyi kötü sardı. Sonra el yordamıyla, bir yerlere takılarak, mobilyaların çevresini dolanarak, ayağını halılara takmamaya çalışarak yürüyüp, karısıyla birlikte televizyon izledikleri kanepeye ulaştı. Oturdu, çiçekleri dizlerinin üzerine koydu ve mendili özenle çözdü. Dokununca eline ağdalı gelen kan, içini kaldırdı, ama bu duygunun onda, kanı göremediği için uyandığını düşündü.

Kendi kanı, bir biçimde ona yabancı ama ona ait olan, kendinde kendine karşı bir tehdit oluşturan ağdalı bir sıvıya dönüşmüştü. Usul usul, sağlam eliyle hafifçe dokunarak, minicik bir kılıç kadar keskin, ince cam kıymığını araştırdı ve işaret parmağı ile baş parmağının tırnaklarını kıskaç gibi kullanarak kıymığı etinden çıkarmayı başardı. Yaralı parmağını yeniden mendiliyle sardı, kanın pıhtılaşması için sıktı ve bitkin, tükenmiş olarak kanepenin arkalığına yaslandı.

Bir dakika kadar sonra, bazı bunalım ya da umutsuzluk anlarında kendini yalnızca mantığa teslim etse tüm sinirlerin gergin ve uyanık kalacağını bildiğinden, bedenin kendini bırakıvermesi yüzünden üzerine bir bitkinlik çöktü, gerçek bir uykudan çok, bir sersemlik haliydi bu ama gözkapakları uykusu varmış gibi ağırdı. Hemen, Ya kör olsaydım düşünü görmeye başladı, düşünde gözlerini birçok kez açıp kapatarak bekliyor ve bildiği, tanıdığı dünyayı her defasında, sanki bir yolculuktan dönmüşçesine, biçimleriyle ve tüm renkleriyle değişmemiş olarak, bıraktığı gibi buluyordu. Bu güven verici kesinliği yine de bir kuşku kemiriyordu, belki de aldatıcı bir düştü ve kendini hangi gerçekliğin beklediğini bilemediği bu düşten er geç uyanacaktı. Hemen sonra, ancak birkaç saniye süren bu duruma dermansızlık adı verilebilirse, uyanıklığın yakın olduğu bu yarı uyku durumunda, uyanayım mı, uyanmayayım mı, uyanayım mı, uyanmayayım mı diyerek kararsızlık içinde kalmanın doğru olmadığını, sonunda her zaman, işin dozunu ayarlama ânının geldiğini ciddi olarak düşündü, Kucağımda çiçekler, gözlerim kapalı burada böyle ne yapıyorum ben, sanki gözlerimi açmaya korkuyorum, Kucağında çiçeklerle burada böyle neden uyuyorsun, diye soruyordu karısı.

Vereceği yanıtı beklememişti. Vazo kırıklarını toplamaya, parkeyi sünger paspasla silmeye koyulmuştu, bunları yaparken de saklamaya gerek görmediği bir sinirlilikle homurdanıyordu, Seni hiç ilgilendirmiyormuş gibi orada yatıp uyuyacağına, bu işleri sen de yapabilirdin. Adam, hiç sesini çıkarmadı ve gözlerini kapalı gözkapaklarının ardında gizledi. Birden aklına gelen bir düşünceyle irkildi, Ya gözlerimi açıp görmeye başlarsam, dedi kendi kendine, kaygılı bir umut içinde. Karısı yanına yaklaştı, kanlanmış mendilini gördü, içindeki kötü niyet birden kayboldu, acıma duygusuyla, Zavallı yavrum, ne oldu sana böyle, diye sordu, acemice yapılmış bandajı açarken. İşte o anda adam karısını, olduğunu bildiği yerde, ayaklarının dibinde diz çökmüş durumda görebilmeyi o kadar çok istedi ki, ama gözlerini, onu bir daha göremeyeceğinden emin olarak açtı, Sonunda uyandın, koca uykucu, dedi kadın, gülümseyerek. Bir sessizlik oldu ve adam, Kör oldum, seni göremiyorum, dedi.

Karısı söylendi, Saçma şakalar yapmayı bırak, şakası yapılmayacak şeyler vardır, Şaka olmasını ne kadar çok isterdim, ama doğru, gerçekten kör oldum, hiçbir şey görmüyorum, Yalvarırım sana, korkutma beni, bak bana, buraya, buradayım ben, ışık da açık, Burada olduğunu çok iyi biliyorum, sesini duyuyorum, sana dokunuyorum, ışığı yakmış olacağını düşünüyorum, ama körüm ben. Kadın, ağlamaya başladı, ona sıkı sıkı sarıldı, Doğru değil bu, doğru olmadığını söyle bana. Çiçekler yere düşmüştü, kan lekesi olmuş mendilin üzerine yaralı parmağından yeniden kan damlamaya başlamıştı, adama gelince, başka sözlerle ifade etmek istiyor, fakat başaramıyormuş gibi, Kötünün iyisi durumdayım, her şeyi bembeyaz görüyorum, dedi ve hüzünle gülümsedi. Karısı yanına oturdu, ona olanca gücüyle sarıldı, alnını, yüzünü, gözlerini dikkatle, tatlı tatlı öptü, Göreceksin geçecek, bir hastalığın falan yoktu, kimse böyle birdenbire kör olmaz, Belki, Ne olup bittiğini anlat bana, neler duyumsadın o anda, ya da hayır, dur, gözlerinden bir doktora söz etmemiz gerekir önce, tanıdığın bir doktor var mı, Hayır yok, sen de, ben de gözlük kullanmıyoruz ki, Seni hastaneye götüreyim bari, Görmeyen gözler için bir acil servis olacağını sanmıyorum, Haklısın, en iyisi, yakınlarda muayenehanesi olan bir göz doktoruna gitmek, telefon rehberine bakayım. Kadın ayağa kalktı, adama sordu, Bir değişiklik var mı, Hiçbir değişiklik yok, dedi adam, Çok dikkatli ol, şimdi ışığı söndüreceğim, ne olduğunu bana söyleyeceksin, işte yaptım, Yok, Nasıl, Fark etmedi, aynı beyazlığı görmeyi sürdürüyorum, sanki hiç gece olmamış gibi geliyor bana.Karısının, gözyaşlarını tutabilmek için burnunu çekerek, iç geçirerek telefon rehberini karıştırdığını duyuyordu, sonunda, Bu, işimize yarar, bizi kabul edeceğini sanıyorum, dediğini işitti. Numarayı çevirdi, orasının doktorun muayenehanesi olup olmadığını sordu, doktorun orada olup olmadığını, oradaysa onunla görüşüp görüşemeyeceğini öğrendi, Hayır, hayır, beni tanımıyor, özel bir durum için aramıştım, lütfen, anlıyorum, tamam, durumunu size anlatacağım, ama kendisi için doktordan bir randevu almanızı rica ediyorum, kocam birdenbire kör oldu, evet, evet, aynen size söylediğim gibi, birdenbire, hayır, kendisi doktorun hastası değil, kocam gözkik kullanmaz, şimdiye kadar hiç kullanmadı, evet, gözleri çok iyiydi, benim gibi, ben de çok iyi görüyorum, ah, çok teşekkür ederim, bekliyorum, bekliyorum, evet, doktor, evet, birdenbire, her şeyi bembeyaz gördüğünü söylüyor, nasıl olduğunu bilemiyorum, bunu ona sormaya vakit bulamadım bile, biraz önce eve döndüm ve onu o durumda buldum, ona sormamı ister misiniz, ah, size çok çok teşekkür ederim, doktor, hemen geliyoruz, hemen. Kör adam, ayağa kalktı, Dur, dedi karısı, dur da önce parmağına pansuman yapayım, kısa bir süre ortadan kayboldu, elinde bir şişe oksijenli su, bir şişe cıvalı krom, pamuk ve bir kutu gazlı bez ile geri döndü. Pansumanı yaparken sordu, Arabayı nereye bıraktın, ve birden aklına geldi, İyi ama bu durumda araba kullanamazdın, ya da eve geldikten sonra, Hayır, sokakta başıma geldi bu durum, kırmızı ışıkta durduğumda, biri beni buraya kadar getirme nezaketini gösterdi, arabayı yandaki sokağa bıraktık, Tamam, inelim öyleyse, ben arabayı aramaya gittiğimde sen kapıda beklersin, anahtarları nereye koydun, Bilmiyorum,adam anahtarları bana vermedi, Hangi adam, kim o, Beni eve getiren kişi, bir erkekti, Şuraya bırakmış olması gerekir, bir bakayım, Yararı yok, içeri girmedi, İyi ama anahtarların bir yerlerde olması gerekir, Vermeyi unuttu herhalde, farkında olmadan götürmüştür, Bir bu eksikti, Kendi anahtarlarını kullan, ötekilere sonra bakarız, Peki, gidelim, ver elini bana. Kör adam, Bu durumda kalacak olursam, canıma kıyarım, dedi. Ne olur saçmalama, başımızda zaten bir felaket var, bu kadarı fazlasıyla yeter, Gözlen kör olan benim, sen değilsin, bunun ne demek olduğunu anlayamazsın, Doktor seni iyileştirecek, göreceksin, Göreceğim.

Dışarı çıktılar. Aşağıda, evin girişinde, kadın otomatı yaktı ve adamın kulağına fısıldadı, Beni burada bekle, komşulardan biri gelecek olursa, onunla doğal bir şekilde konuş, beni beklediğini söyle, ilk bakışta kimse senin kör olduğunu anlayamaz, bu davranışın bizi, başımıza gelen felaket hakkında bir de başkalarına dert anlatmaktan kurtarır, Tamam, ama gecikme. Kadın, koşarak dışarı çıktı. Komşulardan hiçbiri içeri girmediği gibi, dışarı çıkan da olmadı. Kör adam, zaman saatinin tik taklarını duyduğu sürece, otomat lambasının sönmeyeceğini biliyordu, dolayısıyla, sesin her kesilişinde düğmeye bastı. Işık, orada yanan ışık onun için bir sese dönüşmüştü. Karısının neden bu kadar geciktiğini anlamıyordu, yandaki sokağa gitmişti, seksen ya da yüz metre ileriye. Çok gecikirsek, doktor gidecek, diye düşündü. Düşündüğü bir hareketi mekanik olarak yapmaktan kendini alamayarak sol kolunu kaldırdı, saate bakmak için başını eğdi. Bir yerine ani bir sancı saplanmış gibi dudaklarını sıktı ve komşulardan birinin o anda belirmemiş olmasına dua etti, çünkü kendisine söylenecek ilk söz, hüngür hüngür ağlamasına neden olacaktı. Sokakta bir araba durdu, Pek de çabuk olmadı, diye düşündü, ne var ki motorun sesi onu şaşırttı, Bir dizel motor bu, bir taksi, dedi kendi kendine ve elektrik düğmesine bir kez daha bastı. Karısı içeri giriyordu, sinirliydi, alt üst olmuştu, Seni korumasına alan o aziz, o iyi yürekli kişi arabamızı alıp gitmiş, Olamaz, arabayı görememişsindir, Neden göremeyecekmişim, gözlerim iyi görüyor benim, bu son sözler ağzından istemeden çıktı, Arabanın yan sokakta olduğunu söyledin bana, diye düzeltti, orada yok, ya da başka bir sokağa bıraktınız, Hayır, hayır, o sokakta bıraktık, bundan eminim, Öyleyse yok oldu, Bu durumda anahtarlar, Senin şaşkınlığından, sıkıntılı durumundan yararlanıp arabamızı çaldı, Oysa ben, korkumdan onu eve almadım, sen gelinceye kadar yanımda kalsaydı, arabayı çalamayacaktı, Haydi gidelim, taksi bizi bekliyor, yemin ederim ki o dolandırıcının da gözlerinin kör olması için, yaşamımın bir yılını verirdim, O kadar yüksek sesle konuşma, Ve birilerinin onu soyup soğana çevirmesi için, Belki geri gelir, Ha evet, yarın kapımızı çalıp bize bu işi dalgınlıkla yaptığını söyleyecek, özür dileyecek, senin nasıl olduğunu soracak.

Doktorun muayenehanesine kadar konuşmadılar. Kadın, arabanın çalınmış olduğunu düşünmemeye çalışıyor, kocasının ellerini ellerinin arasında sevgiyle sıkıyordu, oysa adam, şoförün dikiz aynasından gözlerini görmemesi için başını öne eğmiş, bu kadar büyük bir felaketin başına nasıl geldiğini kendi kendine sorup duruyordu, Neden ben? Araba durduğunda, trafiğin çıkardığı gürültü kulağına biriki ton yüksek geliyordu, bu bazen olur, hâlâ uyumaktayızdır, oysa dış dünyadan gelen sesler, bizi beyaz bir örtü gibi saran bilinçsizlik perdesini delip geçer. Beyaz bir örtü gibi. İç geçirerek başını salladı, karısı yavaşça yanağına dokundu, bu, Sakin ol, ben yanındayım, anlamına geliyordu, adam, şoförün ne düşüneceğine aldırmadan başını onun omzuna koydu, Benim yerimde sen olsaydın, araba bile kullanamazdın, dedi kendi kendine çocukça, ve bu düşüncenin saçmalığını dikkate almaksızın, içinde bulunduğu umutsuz duruma karşın hâlâ mantıklı akıl yürütebildiği için kendini kutladı. Karısının yardımıyla taksiden inerken sakindi ama yazgısının kısa süre sonra ne olacağını öğreneceği muayenehaneye girerken, ona dudakları titreyerek, mırıltı halinde sordu, Buradan çıkarken nasıl olacağım, ve başını, artık umudu kalmamış bir insan gibi salladı.

Karısı, sekreter kıza, yarım saat önce kocasının hastalığı hakkında telefon eden kişi olduğunu söyledi ve kız onları, öteki hastaların beklediği küçük bir salona aldı. içerde, gözünün biri siyah bir bantla örtülü bir ihtiyar, annesi olduğu anlaşılan bir kadının yanında oturan şehla bir erkek çocuk, koyu renk camlı gözlük takmış bir genç kız, gözle görülür bir belirti taşımayan ama kör olmadıkları belli olan körler göz doktoruna gelmezler iki kişi daha vardı. Kadın, kocasını oturacak boş bir yere götürdü, başka yer olmadığı için, onun yanında ayakta durdu. Beklememiz gerekecek, diye fısıldadı kulağına. Adam bunun nedenini anladı, orada bulunan insanların seslerini duymuştu, ama şimdi aklını başka bir şey kurcalıyordu, doktor onu ne kadar geç muayene ederse, körlüğünün o ölçüde ilerleyeceğini, dolayısıyla da iyileştirilemez hale geleceğini, tedavi kabul etmez duruma düşeceğini düşünüyordu. İskemlesinin üzerinde kıpırdandı, tedirgindi, kaygılarını karısına aktaracaktı ki kapı açıldı ve sekreter kız onlara, Lütfen içeri girin, dedi, sonra, öteki hastalara dönenerek, Doktorun talimatı böyle, acil bir durum söz konusu, dedi. Şehla çocuğun annesi itiraz ederek, sıranın sıra olduğunu, kendisinin oraya en önce geldiğini ve bir saattir beklediğini söyledi. Öteki hastalar onu alçak sesle destekledi, ne var ki hepsi, hatta kadının kendisi bile bu konuyu fazla üstelememek gerektiğini düşündü, doktor belki bu davranışa sinirlenecek ve bu sabırsızlıklarını onlara, onları daha uzun süre bekleterek ödetecekti, bu daha önce görülmemiş bir şey değildi. Gözü siyah bantlı ihtiyar cömertlik gösterdi, Bırakın zavallıyı, içimizde en zor durumda olan o. Kör adam onu duymadı, muayene odasına giriyordu, karısı da, Bu iyiliğinizden dolayı size çok teşekkür ederim doktor, diyordu, kocam, ve durdu, doğrusunu söylemek gerekirse, neler olup bittiğini tam olarak bilmiyordu, bildiği tek şey, kocasının kör olduğu, arabalarının da çalındığıydı.

Doktor, Oturun, rica ederim, dedi, hastanın oturmasına yardım etti, sonra, elini onun elinin üstüne koyarak, doğrudan onunla konuştu, Başınıza ne geldi, anlatın bakalım. Kör adam, arabasının içinde yeşil ışığın yanmasını beklerken, birden hiçbir şey görmez olduğunu, insanların onun yardımına koştuklarını, yaşlıca bir kadının bunu ses tonundan çıkarıyordu elbet, bunun belki sinirsel bir durum olduğunu söylediğini, daha sonra bir adamın ona evine kadar eşlik ettiğini, çünkü evine yalnız başına dönecek durumda olmadığını anlattı, Her şeyi bembeyaz görüyorum, doktor. Arabasının çalındığından söz etmedi.


Merhaba bu sayfayı daha önce ziyaret ettiğin için bu kitabı okumuş olabileceğini düşündük. Dilerseniz yeni kitaplara göz atabilir ya da rastgele bir kitap seçebilirsin. Aşağıdaki kutucuğu kullanarak hızlı bir arama da yapabilirsin.


"

Körlük kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?