“Ben seni hiç unutmayacağım, sen beni hiç hatırlamayacaksın…”

Ayşe Kulin’in heyecan verici kaleminin, sürükleyici anlatımının doruk noktalarından biri Son!

Kulin’in daha önceki romanlarından tanıdığımız kahramanların sona eren hikâyeleri…

Son, içinde tuhaf bir sıkıntısı olanların, memleketin hallerine dertlenenlerin, birini hep son gördüğü haliyle hatırlayacağını bilenlerin, ülkeden ülkeye savrulanların, üstüne gidildiğinde gözü hiçbir şeyi görmeyenlerin, aşk yerine umutla yetinmek zorunda kalanların hikâyesi.

Denize doğru akarken birbirine karışan nehirlerin, tesadüflerin, denk gelişlerin, kesişmelerin, hiç unutmayanların, kördüğümleri çözmeyi dileyenlerin romanı Son!


Derya

Olduğum yere demir atıp limanımda kalmak istiyorum.

Mesaj bildirimini duyunca Hakan’ın başucunda duran telefonuna yan gözle baktım. Başvuru yaptığı işlerin birinden yine bir ret yanıtı gelmişti herhalde. Duştaydı, seslendim ama duymadı. Açıp baksam mı?

Telefona uzanıp ekrana dokundum. İngilizce bir şeyler yazıyordu, tam okumaya hazırlanırken, büyük havluyu beline dolamış küçüğüyle de saçlarını kurutan Hakan odaya girdi.

“Sana bir mesaj geldi,” dedim.

Hiç oralı olmadı. Tekrar ettim.

“Bakarım sonra,” dedi ve odada biraz dolandıktan sonra telefonu alıp dışarı çıktı.

Mesajda her ne yazıyorsa, benim yanımda bakmak istemiyor, diye düşündüm. Yanaklarım yanmaya başladı. Mememi emen bebeğim tedirginliğimi sezmiş olmalı, çırpındı, tuhaf bir ses çıkarttı. Onu mememden çekip omzuma dayadım, gazım çıkartsın diye sırtına vurdum. Aslında artık memeden kesilmesi gereken yaşa geldi ama yaşadığımız köyde çocuğunu iki yaşma gelene kadar emzirenler çoğunlukta olduğundan, bana bencil demesinler diye sütü kesmek için yaşım doldurmasını bekliyordum. Bu kasabada komşularımdan başka arkadaşım yok ve onlara muhtacım. Ada gazlandığında, yemek pişirirken ya da bahçeyle uğraşırken her dara düştüğümde danışmanlarım onlar benim. Diğerleri, yani Avrupa kıtasının çeşitli şehirlerine saçılmış olanlar da, internetten ulaşıp, ne işime yarayacaksa artık, sanat dünyasında neler oluyor öğrenmek, günümü doldurmak için öylesine mesajlaştığım geçmişte kalmış arkadaşlarım.

Hakan geri döndü, telefonu eski yerine, belindeki havluyu yatağa bıraktı, oysa aynı şeyi ben yapsam hemen itiraz eder, ıslak havluyu yatağa koymasana, der. Ağır hareketlerle giyinmeye başladı. Çorabının teki konsolun üzerinde duruyorken eğildi, yatağın altına baktı. Gözünün önündekini görmüyor! Kafası karışık bu adamın!

“Ben çıkıyorum, marketten bir isteğin var mı?” diye sordu, başucu masasındaki telefonuna uzanırken. Kolunu yakaladım. “Benden bir şey mi saklıyorsun sen?”

“Senden ne saklayacağım ki?” Gözlerime bakmıyor.

“Mesaj kimdendi?”

“Şey… başvurduğum işle ilgili…”

“E, neden söylemiyorsun o halde. Kabul mü, yine ret mi?” “Şimdi acelem var Derya, dönüşte konuşuruz.”

Yalanını güzelce kurguladıktan sonra mı, diye geçti içimden. “Evet ya da hayır… tek bir sözcük bu kadar zor mu?”

“Değil de… bu biraz açıklama gerektiren bir durum. Bak, vakit kaybettiriyorsun bana. Dönünce anlatacağım.”

“Benden ne gizliyorsun Hakan? Hani ne olursa olsun, dürüst olacaktık birbirimize.”

“Elbette, her zaman! Dönüşte konuşacağız.”

Yok, dönüşü bekleyemem ben. Yataktan kalktım, Adayı usulca halıya bıraktım.

“Hayatında biri mi var?” dedim.

“Haydaa! Nerden çıktı bu şimdi?”

“Niye telefonuna dışarda baktın? İş konuşmasıysa benimle niye paylaşmıyorsun?”

“Saçmalama Derya! Madem inanmıyorsun…” Uzattı telefonu bana, “Al bak, gözlerinle gör!”

Birden utandım yaptığımdan. Çok utandım.

“Bakmayacağım elbette. Senin telefonunu niye kurcalayayım ki… ama bu esrarengiz tavırların… son zamanlarda çok değiştin, biliyor musun?”

“Nasıl değiştim?”

“Düşüncelisin, endişelisin, asık suratlısın. Bir derdin olduğu kesin de, neden paylaşmak yerine gizliyorsun benden?”

“Gizlemiyorum sadece sana söylemek için… olgunlaşmasını bekliyordum.”

Yapıştığım kolunu bıraktım.

“Ah elbette! Nasıl düşünemedim, hayatının odak noktası doğa olan kişinin olgunlaşma sürecine dikkat etmesi gerekir! Artık bir meyve ağacı dikimi mi, bir sebze mi aklındaki, her neyse, yılların içinde olgunlaşacak, mahsulünü verecek, ben ancak o zaman öğreneceğim. Zeytin meyve grubuna mı giriyordu? Şu yeni budadığın zeytinin bir başka daldan sürgün vermesini mi bekliyoruz, yoksa?” “Derya, beklediğim şey başvurduğum bir mimarlık bürosundan yanıttı! Ne zamandır bekliyordum, sonunda geldi işte!” Hangisinden acaba? O kadar çok başvurusu var ki!

Ada tuhaf sesler çıkardı ve geğirdi, ağzının kenarından süt akıttı halıya. Başka zaman olsa fırlar temizlerdim, oysa şimdi, sesim titreyerek, “İş mi buldun?” dedim, “Nihayet olumlu yamt mı geldi?” “Anlaşıldı, açıklama dönüşe ertelenemiyor. Aceleci karıma hemen tekmil vermek zorundayım. Bari izin ver de laptopu açayım… telefon ekranındaki yazı çok ufak, iyi göremiyorum.”

Çıktı odadan. O çıkınca, kızımı halının üzerinden alıp yatağına koydum ve onun itiraz seslerine hiç aldırmadan üzerimde geceliğimle, oturma odamıza koştum.

Hakan yazı masası olarak da kullandığımız yemek masamızdaki laptopa eğilmiş, dikkatle ekrana bakıyordu. Ben içeri girince doğruldu, “Evet, sana söyleme vakti gelmiş,” dedi, “sorularımı da yanıtlamışlar, iş pişmiş!”

Sağ elimle kalbimin üzerine bastırıyordum, bu muhteşem doğayı ve babamı bırakıp gideceksek bari İstanbul olsun. Hatta Tanrım ne olur illa İstanbul olsun!

“Demek iş başvurularından biri kabul edildi! Bu harika bir haber! Hangisi, İstanbul mu, İzmir mi?” diye sordum.

“Şansıma inanamıyorum Derya! Yapı şirketine özgeçmişimi gönderdiğimde hiç umudum yoktu, öylesine yollamıştım… O kadar alışmışım ki reddedilmeye, olumsuz yanıta iyice şartlanmışım.” Soluklandı. “Başvurumu kabul etmişler!”

Benim elim hâlâ yüreğimin üzerindeydi.

“İstanbul’daki Yapı Tasarım mı?”

“Yok yahu! Oradan hiç yamt gelmedi ama artık kim takar! Bu beni kabul eden yerde, tüm aileye sağhk sigortası var, oturacağımız evin kirası da onlardan vee işte en büyük müjde! Maaşım dolarla ödenecek!”

“Dolarla mı? Hangi şehirde bu iş?” çangayda.

“Pardon?” dedim ben, “Nerede?”

“Şangay’da… Çin’de yani,” dedi. Yanlış duymuş olmalıyım.

“Çin’de?”

“Evet. Şangay biliyorsun Çin’in en önemli şehri.”

Uzak Doğu denince ağzımın içine ekşi bir tat yaydır benim.

“Çin’e gitmeyi düşünmüyorsun herhalde!”

“Niye düşünmeyecekmişim?”

“Çok uzak!”

“Artık dünyada her yer bir uçuş mesafesinde.”

“Her şeyimizi geride bırakıp Çine mi gideceğiz?” “Bırakamayacağımız ne var ki? Bir baban var senin, o da canı ne zaman isterse kalkar gelir yanımıza. Tatillerde de biz geliriz.” “Bizim bir bebeğimiz var, Hakan.”

“E, onu burada bırakacak halimiz yok elbette. Hatta mutfak kapımıza dadanmış kediyi de alırız çok istersen.” Güldü, “Yok alamayız, Çin’de kedileri köpekleri pişirip yiyorlar, evden kaçacağı tutarsa Allah korusun, mahalledeki lokantada yahnisi önümü-ze gelebilir… Niye öyle hortlak görmüş gibi bakıyorsun yüzüme, Derya? İki yıldır başvurmadığım mimarlık bürosu kalmadı, bu hükümet iktidarda kaldıkça burada sana iş yok, kısmetini yurt dışında araşan iyi edersin diyen, sen değil miydin?”

Yüreğimin üzerindeki elim çoktan yanıma sarkmış, omuzlarım çökmüştü.

“Ben İngiltere’yi, Fransa’yı, İtalya’yı kast etmiştim, Çin’i değil!” “O söylediğin ülkelerde kriz var, kızım! Tüm Avrupa’da kriz var Derya. Ben de bu yüzden gelişmekte olan ülkelere yöneldim. Çin yükselen bir yıldız. Hele Şangay, hayalleri olan bir mimar için bulunmaz nimet! Nitekim, bak işte…”

Kestim sözünü, “Doğa âşığı olan sen değil miydin?”

“Hâlâ öyleyim. Doğayı koruma sevdam yüzünden kara listeye alınmadım mı ben?”

“Günaydın! Sana, o derneğin başına geçersen, ormanlar mahvediliyor, bitkiler kesiliyor, börtü böcek eksiliyor diye protestolar düzenlersen işsiz kalırsın demekten dilimde tüy bitti. Sende jeton yeni düşmüş! Ona da şükür de, çevre kirliliğine duyarsız bir ülkeye gitmek, neyin nesi?”

“Bıçak kemiğe dayandı çünkü. Tek başıma olsam bana yine vız gelirdi işsizlik filan. Ama şimdi bir ailem var. Karıma ve çocuğuma kayınpederimin bakması daha nereye kadar…” Konuşturmadım Hakan ı.

“Babam bize yaptığı yardımı yüzüne mi vurdu? Senin bildiğinden bile yemin ederim ki haberi yok! Bu baba-kız, ikimizin arasında bir şey. Ben seninle arama yalan sokmamak için söyledim sana.”

“Ailemi kendim geçindirmek istiyorum, anlamıyor musun?”

“Hakan, ben onun tek evladıyım. Elbette kollayacak beni. Ne var bunda?”

“Mesele sadece bu da değil. Aldığım eğitimin, yeteneğimin hakkını verememek, boş oturup çürümek…” Lafını bitirtmedim.

“O zaman o derneğin kurucuları arasında olmayacaktın! Zaten oldun da ne fark etti, sizi dinleyen mi var? Don Kişot gibi yel değirmenleriyle savaşıyorsunuz!”

“Derneği kurduğumuzda ben çoktan mimlenmiştim Derya! Önce Çamlıca’ya yapılmak üzere seçilen caminin estetiğini eleştiren yazılar yazdığım, daha sonra da Geziye destek verenlerin arasında da sivrildiğim için. Yandaş olmayan sade vatandaş dahi kendine iş bulamazken, benim bir muhalif olarak bu ülkede hiç şansım yok! Gör bunu artık!”

“Ama villa yaptırmak isteyen birileri hâlâ var bu ülkede.”

“Yaptım işte iki villa. Gerisi gelmedi çünkü sıradan insanlar villa filan yaptıramıyorlar bu devirde. Ekonomik kriz sürdükçe villaları ancak eli bal tutan yandaşlar yaptırabilir, onlar da bana iş vermezler.”

Yüzümü iki elinin arasına aldı ve gözlerimin içine baktı, “Bu durum düzelene kadar, senin de söylediğin gibi, yurt dışına gitmek zorundayız ve önüme böyle bir teklif gelmişken, ben bunu geri çeviremem!” Yatak odasından yükselen viyaklamayı duyunca, “Bak, kız dahi itiraz ediyor, istemiyor Çine gitmek,” dedim.

“Bilemedin, o annesinin tutumuna itiraz ediyor,” dedi Hakan, koşar adım Adanın yanma giderken.

Ben mutfak masasının önündeki sandalyeye çöktüm, Hakan m bilgisayarında Şangay’ı tuşlayıp, açılan fotoğraflara bakmaya başladım. Adanın sesi kesilmişti, demek kucak istiyormuş küçük canavar çünkü odamızda kucağında kızıyla bir aşağı bir yukarı yürüyen kocamın tempolu adımlarının sesi geliyordu kulağıma. Ne kadar zaman geçtiğinin farkında değildim, burnuma mandalina kolonyasımn kokusu çarpınca ancak, dönüp baktım, Hakan üzerine montunu geçirmiş, mutfak kapısında dikiliyordu.

“Ada mışıl mışıl uyuyor, ben de çıkıyorum, birkaç işim var, iki saate dönerim,” dedi.

“Ne gibi işler?”

“Bürokratik işler… bilirsin, nüfiıs cüzdanı örneği, ikametgâh belgesi gibi boktan işler işte… kasabaya ineceğim.”

Benden ses çıkmayınca yanıma geldi, saçlarıma bir öpücük kondurdu. Benim Şangay’ı incelediğimi görüp fikir değiştirdiğimi zannetmesin diye hemen kapattım bilgisayarı ama o, “İnan bana hepimiz için çok iyi olacak bu Şangay işi! Bambaşka bir dünya, değişik bir kültür aslında ikimizin de ihtiyacı olan şey. Döndüğümde uzun uzun konuşuruz, tamam mı?” demesin mi!

Çin’in lideri kendini daha yeni ömür boyu diktatör ilan etmişken, ihtiyacımız olan kültüre bak hele!

“Biraz sabırlı olsan en güzel işler gelip bulacak seni, nah buraya yazıyorum.”

Masaya güya yazı yazan işaret parmağımı tuttu, dudaklarına götürüp öptü, “Boş hayalleri bırak da sen bu işin artılarını düşün Deryam,” dedi ve çıktı odadan.

Sokak kapısının kapandığım duyunca, pencereden dışarı baktım. Mutlu bir tay gibi nerdeyse zıplayarak, ağaçların arasında zigzaglar çizerek, koşar adım geçti bahçeyi, görüş alanımdan kayboldu Hakan ve madem bana düşünmemi buyurdu, düşündüm ben de!

Çocuğumuzu sağlıklı büyütmek için en doğru yerdeydik. Cennetin ortasındaydık adeta. Zeytin ağaçları penceremin hemen yanındaydı. Bahçemin sınırım da zakkumlar belirliyordu. Komşumun evi gözükmüyordu ama iki dakikalık mesafedeydi. Arabama adadım mı, bir saate varmadan babamın evindeydim. Medeniyeti özleyince bir yarım saat daha koy üstüne, İzmir’deydim.

Oysa Çin, Uzak Doğu! Dünyanın öte ucu! Şangay resimlerinden anladığım kadarıyla bir gökdelenler ormanı! Üstelik annemin yaşamına doyamadan ölümüne sebep olan coğrafya! Ah hayır, ben bebeğimi götüremem Uzak Doğuya! Hayır!

Düşündükçe daha çok kızıyordum.

Bugüne kadar hep ben birilerine göre yaşamıştım. Hep başkaları planlamıştı benim hayatımı. On yaşındaki kardeşim öldüğünde, beni evdeki matem havasından kurtarmak için İngiltere’ye yatılı okula yollamışlardı. Kimse fikrimi sormamıştı. Neden? Çünkü kendi kararlarımı verecek yaşta ve başta değilmişim, benim iyiliğim için yapmışlar! Oysa bana sorsalardı, beni yanınızda tutun, yaşıtım kızlarla kikirdeşip acımı unutmak değil ben de sizinle birlikte acımı yaşamak istiyorum, derdim. Kardeşimin yasını tutamayışım hayat boyu içimde ukde kalmazdı.

Annemle babam ayrıldığında ise, artık fikrim sorulacak yaşta ve baştaydım ama annem benden gerçekleri saklamayı, beni yalanlarla oyalamayı tercih etmiş, kendi sürgününe zoraki yoldaş yapmıştı beni. Babamın kendisiyle birlikte beni de terk ettiğine inandırmıştı.

içimdeki isyanı, çektiğim acıyı hiç bilmeden öldü annem. Çünkü babam tarafından aldatılan zavallı anneciğimin, ki bir de evlat acısı çekmişti yıllarca, derdine dert katmamak için ben saklamıştım ondan duygularımı. Başkasına âşık oldu diye karısını bırakmasını anladım da, benden niye vazgeçti diye yüreğim yanarken, hiç oralı olmayan bir vurdumduymaz gibi davranmayı seçmiştim. Madem annemle birlikte beni de terk etmişti babam, yolu açık olsun! Sildim gitti, babamı!

Neden sonra, babamın aslında beni hiç terk etmediğini, annemin kumpasları yüzünden izimi kaybettiğini öğrendiğimde, babam kayıptı artık ve annem de tedavi edilemeyen hastalığından dolayı ölüm döşeğindeydi… ta dünyanın öbür ucunda… Uzak Doğuda!

Uzak Doğu dendi miydi, gözlerimin önüne annemin bu dünyadaki son saniyeleri ve benim “Gitme anne!” diye bağıran canhıraş sesim gelir… bir de o günlerdeki bitmek bilmeyen çilem! Babamı bulduktan sonra onun annemi terk ediş nedeniyle yüzleşmem… çok az insanın başına gelecek haller… acılar… utançlar!

Annemle babamın yüzünden neler yaşamadım ki ben!

Ne duygu girdaplarında boğuştum, ayakta kalabilmek için!

Şimdi geçmiş karşıma Çine gidelim diyor Hakan!

Oysa ben çocukluğumdan beri, dışa vuramadığım duygularımla cebelleşmekten çok yorgunum. Hayatımı hep başkalarının tasarlamasından, zamansız ölümlerin kederinden, evimden, sevdiklerimden, ülkemden ayrı düşmekten bıkkınım. Olduğum yere demir atıp, limanımda kalmak istiyorum.

Zıpır kızdan bugünkü halime dönüşmem hiç kolay olmadı!

Giyim kuşam derdinden uzak, görme, görünme ve marka merakımız olmadan, bahçemizde organik sebzelerimizi yetiştirip huzur içinde yaşarken, internetle dünyanın her ucuna bağlanabiliyor, müziğimizi dinliyor, dizimizi, sinemamızı seyredebiliyorken, babamın bana verdiği aylık her şeyimize yetiyorken paraya mı ihtiyacımız var bizim!

Benim yok ama demek Hakan’ın varmış!

Düşün, dedi bana kocam! Sen iyice düşün, ben eve dönünce konuşuruz, dedi!

Düşünüyordum işte… düşündükçe de hafakanlar basıyordu!

Uzak Doğuda annemi sokup genç yaşta ölümüne neden olan sinek, bebeğime neler yapmaz! Tamam, onun tatile gittiği yer Çin’de değildi ama işte oralarda bir yerdeydi. Ya bebeğime de bir şey olursa, o sinek değil de benzeri bir başka sinek ya da bir böcek sokarsa onu! Parasız yaşamaya varım, şu kulübemsi evde ömür geçirmeye de varım ama bir Uzak Doğu macerasına asla yokum. Kaybettiğim sandığım babamdan bir kez daha uzağa düşmeye de yokum. Asla! Asla!

Ama Hakan çocuğundan ve karısından uzakta yaşamayı tercih ediyorsa… kendi bilir!

"

Son kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?