“O günden sonra ki gün fark ettim ki, artık ben aynı ben değildim. Herşey o kadar farklıydı ki… Taşıyamayacağım kadar ağır, söyleyemeyeceğim kadar da hafifti.”
diye kendini ifade etmeye çalışan Afet, Doktor Esat Beyin yüzüne baktı. Doktor boş gözlerle daha önce hiç böyle bir vaka ile karşılaşmadığını daha ilk kelimelerde anlamıştı. Bu genç ve güzel kadında diğerlerinden farklı birşeyler vardı ama neydi? Doktor ona doğru bakan ela gözlerde ki manasızlığa donukluğa takılıp kalmıştı. Sanki ruhu bin parçaya bölünmüş hangi parçasına sığınacağını bilmediği içinde ortada kalmış gibiydi. Çok güzel bir kadındı. Alımlıydı. Diğer kadınlardan onu farklı kılan bir enerjisi vardı. Ondan etkilenmemek mümkün değildi. Onunla tanıştığınız an çekim alanına girmemek için mücadele etmeniz gerekiyordu. Doktor gözlerinin Afet’in gözleriyle buluşmasından korkuyordu.
Sanki gözlerinin dili varmış da düşündüklerini ona söyleyecekmiş gibi ondan kaçırıyordu gözlerini. Doktor Esat, arkadaşının eşi hakkında böyle hissettiği için kendinden bir an çok utandı. Ama sonuçta o da insandı etten kemikten yapılmıştı. İnsan herşeyi düşünür, hisseder ama doğru olanı çok az kişi yapmayı başarırdı. Esat’da hayatı boyunca her zaman doğruyu yapmış olan ender insanlardandı. Hiç şüphe yok ki Afet’e karşıda böyle olacaktı.
Doktor Esat “Afet bana tüm düşüncelerini anlatmanı istiyorum” dedi.
Afet “Düşüncelerimi anlatmaktan korkuyorum. Sonra da düşüncelerimden korkuyorum. Herşeyin geçmişte kaldığını biliyorum. Ama hiçbir şeyin geçmediğini de biliyorum.”dedi.
Doktor Esat, o an Afet’i kilitli bir sandığa benzetti. Onu açabilmek için onun sözlerindeki şifreleri çözmesi gerekiyordu. Bu şifrelerin de geçmişinde gizli olduğundan emindi. Aslında insanlar yaşadıkları olayları asla unutmaz sadece bilinçaltınadepolarlardı. Afet’inde bilinçaltı deposundan gerekli bilgileri almak gerekiyordu. Unuttuğu, unutmaya çalıştığı, unutamadığı her şeyin hepsini ama hepsini öğrenmeliydi.
Doktor Esat “Afet, bana biraz çocukluğundan bahseder misin?” dedi.
Afet, hiçbir şey konuşmadan öylece beş dakika kadar bekledi ve sonra “Ben çok renkli bir kişiliktim ama çevremdekiler renk körüydü. Bendeki renkleri göremiyorlardı”dedi.
Doktor hafiften gülümsedi. Bu iş sandığından da zor olacağa benziyordu. Ama Afet’i bırakmaya hiç niyeti yoktu. Çözmeden olmazdı. Bu güzel ve akıllı kadını bırakmak ondan vazgeçmek bu güzelliğe karşı işlenmiş bir cinayet olurdu.Doktor bugüne kadar hiçbir işini yarım bırakmamıştı. Ona her “Vazgeç, olmuyor” Dediklerinde içinden bir andabir ses “Tekrar dene, tekrar dene” diye avazı çıktığı kadar bağırırdı.
Sonuca ulaşmak için yöntem değiştirmek en etkili yoldu.
Doktor da soru sormayı bırakarak, onun güvenini kazanmak için kendinden bahsetmeye başladı. “Biliyor musun Afet, bende senin eşin gibi Havran’lıyım. Levent ve ben çocukluk arkadaşıyız. Onunla birçok anımız var. Benim babamın küçük bir zeytinyağı fabrikası vardı. Levent’in babası ise Ziraat Bankası müdürüydü. Anlayacağın babamın bankayla çok işi olurdu. Bu nedenle ikimizin babasıda sık sık görüşüyordu. Annelerimizde hemen hemen her gün bir aradaydı. Bizde Levent’le her buluşmamızda, şimdiki gibi akıllı telefonlar falan yok tabii sokak sokak dolaşırdık. Hatta bir gün okul çıkışı ikimiz piknik yapmaya karar verdik Havran’da deve güreşleri vardı. Sokakta deve sucukları satılıyordu. iki halka sucuk aldık ikide ekmek alıp Seyrat Piknik Yerinin yolunu tuttuk. Önce eve kıyafetlerimizi değiştirmeye gittik ama evde kimse yoktu. Anneler gezmekte babalar işte. Bizde kimseye haber vermeden gittik. Seyrat’ta, mis gibi çamların altında pikniğimize başladık. Bizde konuşacak laf çok tabii, hava karardı. Daha çok geç değildir, biraz daha biraz daha derken saat gece yarısına yaklaşmış. Herkes bizi aramaya çıkmış. Tabii bizim hiçbir şeyden haberimiz yok ağır ağır Tamaşalık Köyünden Havran’a iniyoruz. Birde baktık ki, Yarbaşı Kahvesinin önünde babalarımız ayakta, elleri bellerinde duruyor. Bizi karşıdan görününce Levent’in rahmetli babası hiçbir şey demedi ama benim babam bize küfür ederek kovalamaya başladı. Kahvedeki adamlar babamın elinden bizi zor aldı. Levent’le hala aklımıza geldikçe gülüşürüz.” dedi. Doktor Esat da Afetdegülüyordu. İkisinin arasında mevcut olan resmiyet geçmişten gelen bu paylaşımla yerini ortak bir samimiyete bırakmıştı. Afet, bu hikayeyi eşinden hiç duymamıştı. Esat, Afet’in kendisine güvenmesini sağlamayı başarmış olmanın verdiği sevinçle gururlandı. Çünkü güvenmek bir şans vermek demekti. Kendini bir başkasına sorgusuz sualsiz emanet etmek demekti.Afet’in ona güvenerek bir şans vermesini istiyordu. Biriyle samimi olmak istiyorsan ilk önce onun güvenini kazanman gerekirdi.
Afet’in eşiyle ilgili bir anıyı öğrenmek ne kadar hoşuna gitsede, daha önceden bu anıyı bilmemesinin verdiği kırgınlıkla “Levent bana arkadaşlarından ve geçmişinden pek bahsetmez.” diyerek Esat’a serzenişte bulundu.
Doktor Esat, Afet’te ki bu ruh halini hissedince onu üzmemek için “Biz Levent’le çocukluk arkadaşıyız. Üniversite arkadaşıyız. Mezun olduktan sonra sizin İzmir’deki hastanenizde birlikte çalıştık . Hayatımız boyunca hep birlikteydik. O nedenle o kadar çok anımız var ki…”dedi.
Afet, doktorun açıklamasından pek tatmin olmamıştı ama bu konunun üzerinde çok da durmak istemiyordu. Konuyu değiştirmek için “Babam o hastaneyi ben doğduğum zaman kurmuş. Ona uğurlu geldiğimi söylerdi. O nedenle ismimi hastaneye vermiş. İzmir Özel Afet Hastanesi.” dedi.
Doktor Esat, Afet’in babasını küçükken kaybettiğini biliyordu. Ondan bahsederken gözlerindeki özlemi görmemek imkansızdı. “Babanı çok mu özlüyorsun?”dedi.
Afet “Bazı duyguları anlatmak imkansızdır. Çünkü hissettiğin duyguların kelime karşılıkları yoktur. Kalbimin üzerinde bitmek tükenmek bilmeyen bir acı hissediyorum. Hiçbir şey yokken birden mutsuzlaşıyorum. Masumlaşıyorum. Gelmeyeceğini bile bile bir gün çıkıp gelecekmiş gibi hep onu bekliyorum. Gözlerim her yerde hep onu arıyor. Sanki tüm yaşananlar yarımmış,her şey eksikmiş gibi geliyor. İliklerime, kemiklerime kadar yok olduğunu bildiğim halde her yerde onu hissediyorum.Bu hissettiklerimin adı özlem ise özlüyorum.”dedi.
Doktor Esat, özlem kelimesinin bu hissedilen duygular karşısında ne kadar basit ve yetersiz kaldığını,Afet hissettiklerini anlatınca anladı.
Afet, “Doktor Bey, beni buradan Levent alacak değil mi?” diye sordu.
Esat, evet anlamında başını salladı. Bu kadınla konuşmak ne güzeldi. “Hiç gitmese sabaha kadar konuşurum” diye aklından geçirdi. Arkadaşı Levent’in her zaman her konuda olduğu gibi eş konusunda da şanslı olduğunu düşünürken bu seferde Afet ona bir soru sordu:
“Doktor Bey, sizde bizim gibi Selanik muhacirimisiniz?”
Doktor Esat şaşırmıştı. Konuştukları konuyla hiç alakası olmayan bu sorunun, doktorunu tanıma çabası mı yoksa hoşlanılan bir insandan bilgi alma merasimi öncesi bir ön hazırlık amaçlı “Nerelisin?” sorusu mu olduğunu düşünmekten kendini alamadı. “Baba tarafım 30 Ocak 1923 yılında, Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan ‘Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol’ün imzalanmasıyla Midilli Adasından gelmiş. Leventlerde öyle… Bize Havran’da adadan geldiğimiz için ‘Adalılar’ derler. Ama annemler Selanik’ten gelmiş.”dedi.
Afet,her insanda olduğu gibi aynı topraklara ait olmanın verdiği yakınlığı ve sıcaklığı Esat’a karşı hissetti. “Babamlar da Selanik’ten gelmiş. Geldikleri zaman İzmir Karşıyakaya yerleşmişler.” dedi.
Doktor Esat “Karşıyaka’da çocukluğunuzun geçtiği konağınız halen duruyor. Değil mi?“ diye sordu. Aslında bu bilgiye hiç ihtiyacı yoktu. Ama merak ediyordu. Tamamen Türk insanına has bir içgüdüyle sorulmuş, profesyonellikten uzak bir soruydu.
Afet “Babamı kaybettikten beş yıl sonra konaktan taşındık. Karşıyaka’da yeni yapılan rezidansların birinden ev aldık. Ben konaktan ayrılmak istemedim ama babamı kaybettiğimde yedi yaşındaydım. Babam tüm mal varlığını bir vasiyet yazarak bana bırakmıştı. Fakat henüz reşit olmadığım için kararları ben veremiyordum.”dedi.
Doktor Esat, Afet’in hiç ‘Anne’ kelimesini kullanmadığını fark etti. Afet tek çocuktu. Afet’in annesi de tek çocuktu. Bu muhacirlerin çoğu zaten tek çocuk yapardı.Afet’in babasının birde kendinden küçük bir erkek kardeşi vardı. Ama Afet’in amcasınında çocuğu yoktu. Hiç evlenmemişti.Afet, Türkiye dört bir yanındaki özel hastanelerin, gayrimenkullerin, bankalardaki paraların, anlayacağın saymakla bitmeyecek bir zenginliğin tek mirasçısıydı. Bu kadar zenginliğe sahip birinin onsekiz yaşına girer girmez Levent ile evlenmesi çok garipti.
Esat, Afet’i daha yakından tanımaya çalışırken Afet de Esat’ı yakından tanımak istiyordu.Çünkü bazı kişileri tanıdıkça içindeki boşlukların onunla dolmaya başladığını hissedersin. Afet de Esat’la konuştukça boş kalan yerlerini birbirleri ile doldurduklarını fark etti. Birbirlerine iyi gelmeye başladılar. Afet “Doktor Bey, siz hiç evlenmeyi düşünmüyor musunuz?”dedi.
Doktor Esat’a başka bir hastası böyle sorular sorsa cevap vermezdi.Ama Afet’e olan zaafı onunla geçirdiği bu dakikalar Esat’a da iyi gelmişti. O an kendi hakkında konuşmaya ne kadar çok ihtiyacı olduğunu fark etti. Etrafında çok insan vardı ama hepsi ‘merhabalık’tı.“Evet düşünüyorum da karşıma daha doğru kişi çıkmadı.” dedi çekinerek. Neden çekindiğini kendine bile açıklayamazken bu hissettiklerinin adını nasıl koyacaktı?
Afet “Neye göre kime göre doğru? Kendi doğrunu mu, annenin doğrusunu mu yoksa toplumun doğrusunu mu arıyorsun?Veya hiçbir şey aramıyorsun. Belki de aramaya bile cesaretin yok.”dedi.
Doktor Esat, evlilik konusunun tartışmaya çok açık bir konu olduğunu, herkesin bakış açısının çok farklı olduğunu biliyordu ama Afet’in sözlerinin konuyu çok güzel özetlediğini düşündü. Evlilikte doğru herkesin eğitimine, parasına göre mi belirleniyordu? Kriterleri neydi bu işin? Duyguların, düşüncelerin hiç mi önemi yoktu. Çevresinde eşleri doktor, öğretmen olan arkadaşları vardı. Ama aralarından çok azı sadece eşiyle gerçekten sevdiği için evlenmişti. Eşlerine duydukları sevginin yüzde ellisi onların mesleklerine maddi yönden sağladıkları kazançlarına olan bağımlılıklarından kaynaklanıyordu. Kendilerine bile itiraf etmekten korktukları bu gerçekle hiçbir zaman yüzleşmeden yaşamayı tercih ediyorlardı. İçinde yaşadığımız sistem, aşık olduğunu sanan, kendilerini kandıran bir üst kesim yaratmıştı. Oysa aşk, sebepsiz, hesapsız bir teslimiyetti. Menfaat evliliklerinin hepsi paranın öldürdüğü aşklardı.
“Peki sen Levent’le niye evlendin” dedi.
Afet “Levent babama benziyordu. 1.90 boyu vardı. Yakışıklıydı. Hastanenin en popüler doktoruydu.
Herkes onun çevresindeydi.Annesi, Levent’in benimle evlenmesi için talip olmuştu. Başhekim Akgün Uğur Bey, konuyu rahatlıkla kabul görmeyeceği düşüncesiyle benim yanımda amcama açtı. Ama ikisinin de benim hakkımda bilmediği çok konu vardı. Hemen kabul ettim. Amcam bana acele ettiğimi söylesede bu konuda kararımın değişmeyeceğini ısrarla söyledim. Bana fazla müdahale edemeyeceğinin farkındaydı. O nedenle susmak, kabullenmek zorunda kaldı. Biliyordum kiminle evlenirsem evleneyim canımı yakacaktı. Hiç olmazsa evlendiğim kişi canımın yandığına değsin diye düşündüm. Zaten tüm evlilikler insana acı verir ama öyle biriyle evleneceksin ki acı çektiğine değecek. Acıyı kocan vermezse, ailesi verir, ailesi vermezse çevresiverir. Türkiye’deki evliliklerin yüzde doksanı böyledir.”dedi.
Doktor Esat, Afet’in neden evlilik konusunda bu kadar karamsar olduğunu anlamak istiyordu. Geçmişinde yaşadıkları, evliliği böyle görmesini sağlamış olabilirdi. ”Sence Levent seninle niye evlendi?”diye sordu.
Afet, alaycı bir tavırla hafiften gülümseyerek hiç tereddüt etmeden “Param için evlendi.”dedi.
Doktor Esat, şok olmuştu. Bu kadar net bir cümle beklemiyordu. Genelde kadınlar kendilerini överler eşlerinin onlardan etkilendiklerini söyler ve ilk tanışmalarını anlatırdı. Ama Afet böyle değildi. Aslında doğru söylüyordu. Afet normal alelade birinin onsekiz yaşındaki kızı olsa Levent’in annesi onunla evlenmesine asla izin vermezdi.
Afet “Neden sustunuz Doktor Bey?Size yalan söylemek istemedim. Kendini bilmelisin. Eğer bilmezsen yüzüne söyleyemedikleri gerçekleri arkandan söylerler. Aslında bir insanın arkasından ne söyleniyorsa hepsi doğrudur. Çünkü diğer insanların onun hakkındaki gerçek düşünceleri öyledir. Ben hep arkamdan konuşulanları merak etmişimdir. Çünkü onlar gerçeklerdir. Dedikodular iftira değilse eğer kişinin gerçek özellikleri değil midir?”dedi.
Doktor Esat, asıl konunun gereğinden fazla dağıldığını düşündü. İki kişi karşılıklı konuşurken konu o kadar dağılır, laflar oradan oraya zıplar ki aynı konuda kalabilmek beceri ister. O beceride akıllı insanlarda vardır. Esat’ta da mesleğinin gereği o beceri vardı.Konuyu toparlamak için “Leventle ilk karşılaşmanız hastanenin geleneksel olarak her yıl düzenlediği tıp balosunda oldu değil mi?”dedi.
Afet hiç duraksamadan anlatmaya başladı. “İlk defa birbirimizi orada gördük. O gece aynı masadaydık.
Beni dansa kaldırdı. Biraz sohbet ettik. Çok yakışıklı, karizmatik biriydi. Hatta babama çok benziyordu. Levent’i haftaya benim için düzenlenecek olan on sekiz yaş doğum günü partime davet ettim. Orada daha da yakınlaştık. Güzel bir gündü. Daha sonra her gün görüşmeye başladık. Levent’in annesinin Başhekim Akgün Uğur Bey’e, Afet’i ailesinden istesek verirler mi? Yardımcı olur musunuz? gibi bir taleple gelmesi işi hızlandırdı. Belkide kimsenin hiçbir zaman cesaret edemeyeceği bu teklifi ederek hayatımızın akışına yön verdi. Evlilik teklifi bir nevi Levent’in annesinden geldi. Bende kabul ettim. Ama tek bir şartım vardı.”dedi.
Doktor Esat , araya girmeden heyecanla anlatacaklarını dinlemek istiyordu. Ama bir ara dikkati Afet’in boşluğa bakan gözlerine takıldı. Ne kadar donuk bir yüz ifadesiydi. Ruhsuz, heyecansızdı. Sanki başka birinin hayat hikayesinden bir kesit anlatıyor gibiydi. “Aşk onu anlatırken gözlerinin içinden ışık çıkmasıdır. Eğer eşini anlatırken gözlerinin feri yoksa aşk da yoktur.” diye düşündü.
Afet “Leventşartımı çok merak ediyordu. Ona yarına kadar düşünme süresi vereceğimi söyledim ve hemen cevap vermemesini istedim.” dedi.
Doktor Esat, çok meraklanmıştı ama belli etmek istemiyordu. Onu sıkıştırarak söyletmeye çalışmak geri tepebilirdi. “İnsanlara sorular sorar ve ne yapmaları gerektiğini söylersek onları ürkütürüz.” diye düşündü.Bu nedenle Afet, kendi istediği için anlatmalıydı. Sadece Afet’in gözlerinin içine dikkatlice bakarak, anlatacaklarını önemsediğini, anlatıp anlatmamakta özgür olduğunu ama anlatırsa onu dinleyebileceğini hissettirmeye çalıştı.
Afet, doktorun onu pür dikkat dinlediğini görünce devam etti. “Şartım, onun memleketi olan Balıkesir’in Havran ilçesinde yaşamaktı. İzmir’de yaşamak istemiyordum” dedi.
Doktor, birden nedenini sormak istemedi. Ama çok da merak etmişti. Sormadan dinlemeye çalıştı.Zaten bütün sır bu nedende gizliydi. İkisi de sustu. Öylece o andan koparak bir başka bir anın içinde yolculuk etmeye başladılar.
Bazen insan kafasındaki düşünceleri kelimelere dönüştürürken sözcüklerin hepsi ayrı bir odada olur. Hepsini bir odaya toplamak zaman alır. Bedenleri odada iken başka odalarda gezinen ruhunu toplamak zaman almıştı. Afet, sonunda toparladığı düşüncelerini kelimelere dökmeye hazırmış gibi konuşmaya başladı. “Levent benden hiç zaman istemeden, o anda isteğimi kabul etti. Meğer Levent’in en büyük hayali memleketi Havran’da mesleğini yapabilmekmiş. O kadar sevinmişti ki, gelip beni kucakladı. Sarıldı, saçlarımdan öptü. Sonra dudaklarımdan öptü. “Seni seviyorum her zaman seveceğim” dedi. O an çok korktum. Tüylerim diken diken oldu. İçimde kelebekler uçuşması gerekirken, içimi sanki bir ateş kavurmuştu. Anlayamadığım, anlatamadığım bir duygu yaşadım. İlk defa bir erkeğin bana bu kadar yakınlaşmasına izin vermiştim. Düğün hazırlıkları başladı. Amcam düğün için elinden geleninde fazlasını yapmaya çalışıyordu. Benden daha fazla heyecanlı ve hevesliydi. Çok güzel, şaşaalı, dillere destan bir düğün ile sonunda Havran’a gelin gittim. “
Doktor Esat “Havran düğünleri güzel olur. Sizin İzmir Karşıyaka’da yaptığınız düğünden çok farklı bir düğündü öyle değil mi? Ben hem İzmir’ de hem Havran dayaptığınız düğüne katıldım. Tabii o zaman sen beni fark etmemişindir.” dedi. Esat bu cümleyle Afet’in “Fark ettim. Sizde ordaydınız” demesini bekledi ama Afet öyle bir şey demedi.
Afet “Herşey adetlere uygun olsun istedim. Levent beni gelinliğim ile evimden aldı. Havran’a araba konvoyuyla giriş yaptık. Levent’in evlerinin önüne geldiğimde beni davullar zurnalar eşliğinde eve soktular. Evlerinin kapısının önünde herkes düğün yemeği yiyordu. Bana da büyük bir tepsinin üzerinde çeşit çeşit yemekler getirdiler. Keşkek,pilav,nohut, imambayıldı,mantı , çorba,aşure vardı. Ayıp olmasın diye keşkekten bir iki kaşık aldım. Çok lezzetliydi. Tabaktaki tüm keşkeği bitirecektim neredeyse. Ama sonra Levent’in akrabaları komşuları herkes beni görmek için odaya doluştu. Sıkılmam gerekirken beni görmeye gelmeleri hoşuma bile gitmişti. Uzun zamandan sonra kendimi ilk defa mutlu ve huzurlu hissediyordum. Bundan sonra yeni bir hayat beni bekliyordu. Havran’da yaşamaya karar verince Levent’e ev ve eşya için gerekli olan parayı vermiştim. Kavaklı Park civarında akıllı dairelerden bir tane almıştı.Evin dekorasyonunu da ona bırakmıştım. İçindeki eşyaların benim için hiçbir önemi yoktu. Eşyaların renkleri ve şekilleri ne olursa olsun umurumda bile değildi. Sadece eşyaydı işte.” dedi.
Afet hayatı boyunca eşyaya, paraya, mala mülke doymuş bir kızdı. Onun gözünde bu materyallerin değersizleşmesi normaldi. İstediği zaman onlardan kurtulup yenisini alabilirdi. Oysa normal bir insan evinin eşyasının imkanı ölçüsünde en güzeli olmasını isterdi. Çünkü bir daha değiştirme imkanı zordur,ödemesi gereken bedelleri yeniden yaşamak istemezdi. Kişinin elde edebildiği her şey gözünde değersizleşir, önemsizleşirdi. Belki de Afet her şeyi parayla alabildiğinin farkına varmış olmanın mutsuzluğunu yaşıyordu. Eşi Levent’e bile parasıyla sahip olduğunu düşünüyordu. Levent’in ondan gerçekten hoşlanmış onu gerçekten sevmiş olabileceği ihtimali aklının ucundan bile geçmiyordu.
Afet “Evlendiğimizin ertesi günü kayınvalidem Münevver Hanım’ın telefonu ile uyandık. Ahretliğinin hacı hayrı varmış ‘Sizde gelir misiniz?’ diye Levent’e soruyordu. Levent’de benim yüzüme baktı. ‘Gidermiyiz?’anlamında. O bakıştan sonra nasıl hayır diyebilirdim. ‘Tamam’ dedim. Ahretliğin nedemekolduğunuda bu hadise ile öğrenmiş oldum. Meğeriki iyi arkadaş öldükten sonraki hayatlarında da birlikte olmak isterlerse birbirlerine ahretlik derlermiş. Kayınvalidem MünevverHanımın buyurduğu gibi arkadaşının hayır yemeğine gittik. Yemekten sonra bizi kendi evine çağırdı. O gün anladım ki Levent’in kendisinden başka bir kadını sevmesine annesi asla izin vermeyecekti.” dedi ve Afet, masanın üzerinde duran şişe suyun kapağını açıp bardağa boşaltarak bir yudum su aldı. Arkasından bir yudum daha ve bir yudum daha… Asil, görgülü kişiler asla suyu şişeden ve bir seferde içmezlerdi. Afet’de farkında olmadan görgü kurallarını tüm zarafeti ve asilliğiyle bir bardak su içerken bile uyguluyordu.
Doktor Esat, biraz Afet’i rahatlatmak istedi.Çünkü Afet’in kayınvalide konusuna gelindiğinde gerildiği her halinden belliydi.
Esat “Sana Levent ile olan bir anımı daha anlatmak isterim müsaade edersen.” dedi.
Afet onaylayan gözlerle baktı, kafasını yavaşça salladı. Sanki anlatmaktan yorulmuş gibiydi.
Doktor Esat “Havran’da temmuz ayı…Hava çok sıcak.Levent ile denize gidelim dedik. Liseyi yeni bitirmişiz, üniversite sonuçları daha açıklanmamış.Yaz tatilindeyiz. Yapacak hiçbir işimiz yok. Boş boş gezip Havran kahvelerinde vakit geçiyoruz. Levent ile çantalarımızı hazırladık Akçaya denize gittik. Bütün gün denize girdik. Akşam olmaya başlayınca ‘Hadi birazda kordonda gezelim’ dedik. Yaz günü gece yarısına kadar kordonda gezdik, yedik, içtik. Havran’a dönmeye karar verdik. Havran Belediyesinin gece on ikide kalkan son otobüsünü bir dakikayla kaçırdık. Arkasından çok koştuk ama yakalayamadık… Eee bizde ne yapalım otostop çekelim diye düşündük. Yaklaşık bir saat kimse yanımızda durmadı. En sonunda bir araba durdu. Ben ‘Balıkesir’e gidiyorum’ dedi. Biz sevindik, hemen arabaya bindik.Adamda bir acayiplik vardı ama bizdede gençlik, cahillik vardı. Pek de bir şey anlamadık. Adam hiç konuşmadan seri bakışlarla yolda sağa sola bakıyordu. Biz ise arkada, bir an önce Havran’a gelsek de insek diye düşünüyorduk. Onbeş yirmi dakikalık yol bize sanki onbeş yirmi saatlik yolmuş gibi geliyordu. Edremit’i geçtik. Burhaniye yol ayrımında bizi polisler durdurdu. Hemen adamı ve bizi tutukladılar. Biz ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz tabii. Korkudan zaten ikimizinde beti benzi atmış durumda. Hemen ailelerimizi aradılar, henüz ikimizde on sekizi doldurmamıştık. Ailelerimiz yanımıza gelip olay çözülünceye kadar zaten biz bittik. Meğer adam bir arkadaşıyla kavga etmiş, adamı bıçak çekip yaralamış, adam hastanedeymiş. Bizide kaçarken dikkat çekmesin diye yanına almış. Polislerde bizi suç ortağı zannedip tutuklamışlar. O gece sabaha kadar öldük öldük dirildik. Yaz boyunca bir daha da Havrandan dışarı adım atmadık.” dedi.
Afet’in Levent hakkında hikayeler dinlemek çok hoşuna gidiyordu.
Afet ile eşi Levent arasında bir iletişimsizlik kopukluk vardı. Bu da son derece normaldi. Evlilik iki kişilik bir müessesedir. Evlilik müessesinin getirdiği ilişkiyi üç kişi yaşamaya kalkarsa iletişimsizlik, kopukluk arkasından da üzüntü, keder, nefret gelir. Afet’in evliliği de kendisi eşi ve kaynanası ileüç kişiden meydana geliyordu.Esat bu durumu yakından inceleyebilmek için Levent ile ilgili yaşadığı olayları Afet’e bilinçli olarak anlatıyordu. Tabii ki Levent’in arkadaşı olması avantajını da kullanıyordu.
Doktor Esat “Belki Levent sana anlatmıştır. Ama birde benden dinlemeni istedim.”dedi. Afet’in bu cümleye vereceği cevap çok önemliydi.
Afet “Levent benimle fazla konuşmuyor. Bana kendini açmıyor. Paylaşımlarını, konuşma ihtiyacını annesi ile karşılıyor.Çünkü annesinin her zaman onun için en doğrusunu isteyeceğine, bu dünyada ki herkesten fazla onu seveceğine inanıyor.”dedi.
Doktor Esat Bey “Peki sencede öyle mi?” diye sordu
Afet “Ne önemi var ki,benim ne düşündüğümün? Önemli olan Levent’in annesi hakkında öyle düşünmesi. Bazı kişiler ‘Senin için yaptım. Senin olsun ben önemli değilim. Yeter ki sen iyi ol.’ gibi cümlelerle çocuklarınınbeyinlerini yıkarlar. Münevver Hanımda oğlu Levent’i senelerdir kendini onun için feda eden, yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmiş bir anne imajı çizerek yönetimine almış. Levent hiçbir zaman tam anlamıyla eğlenemiyor, doyasıya gülemiyor, mutlu olamıyor. Çünkü Levent’in gözünde annesi, hep kendini onun iyiliği içinher konuda feda eden konumunda. Tam eğlenemiyor çünkü annesi hayatı boyunca onun için hiçbir eğlence yerine gitmemiş. Mutlu olamıyor çünkü annesi ona hayatı boyunca mutlu olduğunu göstermemiş aksine hep çileli, mutsuz yönlerini göstermiş. Kendisine acımasını, acırkende istediklerini yapmasını sağlamış. Şu anki hayatının, mutluluğunun, kariyerinin tüm güzelliklerinin annesi sayesinde olduğuna inanıyor. Ve ona olan borcunuda onu çok severek, sorgulamadan her istediğini yaparak ödemek istiyor. Kendi yaptıklarını, kendi çalışmalarını, kişiliğini, çalışkanlığını hafife alıyor.Ayrıca şöyle bir durumda var. Kaynanam, eşimin yanında bana çok iyi davranıyor. ‘Canım gelinim seni çok özledim.’ gibi kelimelerin altına sakladığı bin bir çeşit mana ile oğluna vermek istediği mesajlar yerli yerine ulaşıyordu. ‘Seni çok özledim. Çünkü sen beni ziyarete gelmiyorsun’ birinci mesaj, ikincisi ise ‘Oğlum bana daha sık gelin’ mesajıydı. Özlüyorum kelimesi bu kadının ağzında silahın ucundaki kurşun.Oysa ne çok isterdim karşısına geçip onun ne yapmaya çalıştığını anladığımı söylemeyi ama ona laf soktuğumu zannedeceği için böyle bir şey yapmıyorum. Sinsice fikirleri ile karşısındakinin hayatına kısıtlama getirmeye çalışırken yüzlerine güzellik maskelerini takan insanların en büyük korkusu ne yapmaya çalıştıklarının karşısındaki kişi tarafından anlaşılmasıdır. Ona karşı gerçekleri anladığımı ima etmem bile onun bana karşı daha düşmanca tavır sergilemesine sebep olurdu. Hiçbir zaman çözüm olmazdı.”dedi.
Doktor Esat, Afet’in kayınvalidesi için söylediklerinin doğru olduğunu biliyordu. Levent çocukken bile arkadaşlarıyla fazla gezip dolaşmaz, annesine yardım ederdi. Hatta Münevver teyze çoğu zaman beni bile evlerine istemez, genelde Levent bizim eve gelirdi. Oğlunu kimse ile paylaşmak istemezdi. Levent İzmir’e okumaya gittiğinde her hafta sonu ya kendi İzmir’e gider ya da Levent’i Havrana çağırırdı. Bu nedenle Levent üniversitedeki arkadaşlarıyla fazla vakit geçiremezdi. Hatta bir hafta sonu Levent Havran’a gitmek istemedi. Münevver teyzede kendi annesi hastalandığı için gelemedi. O hafta sonu Levent hep annesini düşündü. ‘Acaba şimdi hastanede neyapıyordur?’ diye çünkü annesi arayıp ‘Onu çok özlediğini, hastanede hiç uyumadan annesinin başında beklediğini’ anlatıyordu. ‘Olsun oğlum sen iyi misin? Ben idare ederim’ deyip telefonu kapatıyordu. Bu konuşmadan sonra bir evlat nasıl iyi olabilirdi? Nasıl eğlenebilirdi?
Levent’in yanında Afet’i görmesinin, Levent’in Afet ile gezmeye gidip, mutlu olmasının, onu sevmesinin Münevver teyze için bir azap olacağını doktor çok iyi biliyordu.
Doktor Esat “Peki Levent’e annesi hakkında hissettiklerini hiç söyledin mi?” diye sordu
Afet “Tabii ki de hayır.”dedi.
Doktor Esat, böyle bir cevap beklemiyordu. Çoğu kadın kaynanası ile yaşadığı sorunları kocasına anlatır, ve sonuç olarak bu konuşmalar kavga ile sonuçlanır. Ama Afet’i diğerlerinden farklı kılan bir şey vardı.
Doktorun, verdiği cevap karşısında düşünmesi Afet’in hoşuna gitmişti. Yüzünde hafiften bir gülümsemeyle “Neden Levent’e bir şey söylemediğimi merak ediyorsun değil mi?” dedi.
Doktor Esat, içinden ‘Gerçekten çok akıllı bir kadın.‘ diye geçirdi. Doktora göre bu dünyada ki en akıllı kişiler, karşısındakinin ne düşündüğünü, ne yapacağını anlayabilen kişilerdi. Afet de kesinlikle onlardan biriydi. “Yalan söyleyecek değilim. Evet gerçekten merak ediyorum. Neden söylemedin?”dedi.
Afet “Çocuklar anneleri yalan da söylese hep onlara inanır. O nedenle söylemedim. Bazı konular anlatılarak, konuşularak halledilmez. Karşındaki kişinin gerçekleri görmesini istiyorsan, asla ona anlatmayı deneme. Çünkü sana inanmayacaktır. Onun gerçeği kendi gözleriyle görmesini sağla ancak o zaman sana inanır.” dedi.
Doktor Esat , henüz Afet’in ne Levent’e karşı olan duygularını, nede annesi ile olan ilişkisini öğrenebilmişti. Ama Afet ile arasında bir güven bağının kurulmaya başladığını hissediyordu. Bir sohbet havasında geçen zamanda Afet’in iç dünyasına inme arzusuyla yanıp tutuşmasına rağmen kendini dizginlemesi gereken soruları vardı. Sonuçta doktorda olsa Esat bir insandı. Profesyonelliği bir kenara bırakıp, içini kemiren soruyu sordu. “Peki Afet, tüm bu olayları yaşarken Levent’e karşı ne hissediyordun?”
Afet, birden masum bir küçük kız çocuğu gibi “Onu sevmeyi çok isterdim. Sevebilirdim de…Ama o kadının oğlu olduğu için nefret etmeye başladım. Beni o kadına karşı hiç korumuyordu. Sesimi çıkarmayıp ona itaat ettiğim için Levent beni hafife alıyordu. Tıpkı annem gibi… ”dedi.
Doktor Esat, Afet’in ağzından ilk defa ‘anne’ kelimesini duymuştu. Bu çok önemliydi. Eşi, kaynanası, annesi onu hafife alıyorlardı. İşte sorun buradaydı. Sayılmak, sevilmek, önemsenmek istiyordu. Herşeyin farkındaydı. Ama o susmayı tercih ediyordu. Demek ki benimle konuşmasının nedeni, onu önemsediğimi, değer verdiğimi ona hissettirmem olmuştu.” Diye içinden geçirdi. Esat, Afet’i daha fazla motive etmesi gerektiğini düşünerek.“Afet sen gerçekten çok akıllı bir kadınsın. Eminim Levent ve annesi arasında seni rahatsız eden o ilişki içinde bir çözümün vardır.”dedi.
Afet’in yüzünü sinsi bir gülümseme kapladı. Cinayet öncesi katilin yüzünü saran bir ifadeyle “Tabii ki planlarım var. Şimdi tek sorun hangi planı uygulayacağımı seçmek”dedi.
Doktor Esat, Afet’in yüzünde beliren gülümseme nedeniyle kötü bir şeyler yapmasından korktu.
Afet’te gereğinden fazla konuşmuş olabileceği düşüncesiyle birden odadan çıkmak istedi. “Levent gelmeyecek herhalde, annesine uğramış olabilir. Vakit bayağı geç oldu. Ben gideyim artık.” dedi. Çantasını kurcaladı, telefonunu aradı. Şarjının bitmiş olduğunu fark etti. ‘ Rica etsem siz benim çıktığımı Levent’e haber verir misiniz?’ diyerek alelacele. Çıktı ve gitti.
Doktor Esat, Afet’in gitmesiyle siyah deri sandalyesinden kalkarak cama doğru ilerledi. Bazı kadınlar girdikleri mekandaki tüm eşyalara enerjileri ile can verir. Masadaki cam vazo can bulur, duvardaki ayna dile gelir, penceredeki perde havalanır, odaya giren güzel kadınla hepsi can bulur.Sanki Afet güzelliğiyle, enerjisiyle muayenehanede bulunan tüm eşyalara can vermiş o gidince hepsi sönükleşmiş, cansızlaşmıştı. Afet, adı gibi afet bir kadındı. Arkasından bakma ihtiyacını, belki de hazzını yaşamak için Esat’ın gözleri park etmiş arabaların yanında Afet’i aradı. Afet cipinin kapısını açıp bindiğinde sanki onun camda olduğunu hissedermiş gibi son anda pencereye doğru bakarak gülümsedi. Doktor Esat, refleks olarak bir an kendini bir adım arkaya atma ihtiyacı hissetti. Adım atar atmaz da pişman oldu. Esat ‘Ne kadar bilinçli ne kadar eğitimli olursan ol karşı cinsten hoşlandın mı duygularına engel olamıyorsun. Kontrolü kaybediyorsun. Onun çekim alanına giriyor, kendini onun akışına kaptırıyorsun. Onunla var olmak onunla yaşamak istiyorsun. Aşk insanın içinde kaynayan bir kazan, bedenim sevgilinin bedeni ile kavuşmak için kaynıyor.’ diye düşünürken aklına arkadaşı Levent geldi. Eşinin hiçbir özelliğinin farkında olmamasının sebebinin Afet’in ona altın tepsi üzerinde kendini sunmasından kaynaklandığını mücadele etmeden alınan her şeyin değersizleştiğini düşündü. Aslında Levent her şeyi annesi sayesinde hazır bulmuştu. O hiçbir şey için çabalamazdı. Annesi her şeyi onun için düşünür ve ayarlardı. O sadece uygulardı. Bazı insanların annesi veya babası hayatta her şeyi onlar için ayarlar okullarını, evlerini, eşlerini, arkadaşlarını… Onun için hiçbir şeyin kıymetini bilmezler. Mücadele etmesini, sevmesini bilmezler Levent de böyle biriydi. Oysa ki çocuğunun önünden değil arkasından giden ebeveynler çocuklarının mutlu ve başarılı birey olmasını sağlarlar
****************************************
Doktor Esat, Afet’le görüşmeyeli bir haftayı geçmişti. Aramak istemiyordu. Ama gelmesini o kadar çok istiyordu ki günlük rutin işlerine adapte olmakta zorluk çekiyordu. Aklı hep Afet’teydi. Aslında kendi kendine kızmıyor da değildi. “Sanki ne diye onu düşünüp duruyorsam, ne olmasını bekliyorsam…” diye söyleniyor ama gönlüne de söz geçiremiyordu. Bir kere bedene ve akla aşk düştü mü kurtulmak mümkün değildi. Ölümcül bir virüs gibi bedeni ve ruhu her gün daha fazla sarardı. Aşkın çekim alanına girdin mi aşka ulaşmadan kurtulamazsın. Uzaklaşmak için çabaladıkça kendini ona daha fazla yaklaşmış bulursun. Düşünmemeye çalışırken hep onu düşünürsün. Kaçmaya çalışırken ona doğru koştuğunu fark edersin. Esat da Afet’in çekim alanına girmişti. Bu kadında diğerlerinden farklı bir şeyler vardı? Daha önce karşılaşmadığı, onu diğerlerinden farklı kılan bir şey… Ama neydi. Biraz arkadaşı Levent’ten de bilgi almak istiyordu. En son Levent’i aradığında, Havran’a geldiğinden beri kendi evi ,annesi ve muayenehanesi arasında mekik dokuduğunu, Münevver teyzenin bel fıtığı ameliyatı olduğunu bu nedenle artık geceleride geç vakte kadar annesinin başında beklediğini, evine gece on ikiden önce gidemediğini söylemişti. Afet’e ev işlerine yardım için gelen kadından duyduğu kadarıyla Afet, Havran’da Kavaklı Park civarındaki yürüyüş yolunda sık sık yürüyüş yapıyormuş. Bazende günlerce evden hiç dışarı çıkmıyormuş. Afet bazı günler kapıyı ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözlerle açıyormuş. O gün onu hep tersliyormuş. Ama bazende çok neşeli oluyormuş o günde hep ona iyi davranıyormuş.
Sonuçta Havran küçük yerdi, herkes birbirini tanıyordu. Tüm özel ilişkiler konular burada kamuya açık bir şekilde duyurulur, tartışılır ne yapılacağına birlikte karar verilirdi. Temizlikçi teyzede “Kızın çok çilesi var. Sen o kadar zengin kızı ol. Havran’a gel Münevver’in kahrını çek olacak iş mi?” diye arkadaşına anlatmış. Arkadaşı da diğer arkadaşına derken bütün Havran duymuş.
Doktor Esat’ın duyduğuson aldığı dedikodulardan sonra Afet’in psikolojik olarak yardıma ihtiyacı olduğu düşüncesi daha da güçlenmişti. Bir an önce muayenehanesine gelmesini istiyordu. Ama en son randevusuna gelmemişti. Sekreteri aradığında gelemeyeceğini söylemişti.
Bir cuma günü Saat beşte sekreter evine gitmek üzere hazırlanırken Afet beklenmedik bir şekilde randevusuz olarak,nefes nefese muayenehaneye geldi.
Doktor Esat belli etmese de hem şaşırmış hem de gelmesiyle çok mutlu olmuştu. “Hoş geldin. Hemen otur dinlen, yürüyerek geldin herhalde arabayla gelmedin.”dedi.
Afet “Hoş bulduk. Evet yürüyerek geldim.” dedi.
Doktor Esat “Eee Afet görüşmeyeli neler yaptın? Havran’a alıştın herhalde uğramaz, arayıp sormaz oldun” dedi.
Afet “Hiçbir şey yapmadım. Sadece beni yaralayan insanların beni tedavi etmeye çalışmasını seyrettim. Önce beni kırıyorlar sonra da yapıştırmaya çalıyorlar. Ben sustukça bunu tekrar ediyorlar. Oysa ki ben, bana yapılanı onlara yapmamak için susuyorum. Ben kimsenin canını yakmak istemiyorum. Ben kimseyi suçlamak istemiyorum. Ben kimseye kötülük yapmak istemiyorum. Ben kimseyi yönetmek istemiyorum. Ben herkes mutlu olsun istiyorum. Ondan susuyorum. Onlar ise benim anlamadığımı zannederek tekrar tekrar kırıyorlar.”dedi.
Gözyaşları yanaklarından süzülüyor, ağlamaktan konuşamıyordu. Sehpanın üzerinde duran peçetelerden birini aldı ve gözyaşlarını sildi. Uzaklara baktı. Ağır bir şekilde ayağa kalkmaya çalıştı. Esat tam karşısında, ona doğru bakıyordu. İçinden sarılıp “Ağlama, ben varım” demek geliyordu ama yapamazdı. Aralarında bir karıştan az bir mesafe vardı, nefesleri birbirlerine karışmıştı. Esat, Afet’i kolundan hafifçe tuttu. “Gitme” dedi. Afet “Neden?” dedi. Esat hiçbir şey söyleyemedi. Aralarında uzun uzun konuşacak cümleler yoktu. Kısa ve net kelimeler vardı. Söylenmesi gereken iki kelimeyi söyleyecek cesaretleri de yoktu. Esat, o nedenle gitmesine izin verdi. Arkasından bakarken korktu.“Ben ne yapıyorum? Aman Allah’ım! Bir an önce kendimi toparlamam lazım.” diye düşündü. Afet, iyi ki gitmişti. Eğer duygularına hakim olamasaydı bunun sonuçları ağır olabilirdi.
****************************************
Bu olayın yaşanmasının üzerinden bir ay geçmişti. Doktor Esat, günlük yaşantısına devam ediyordu ama sanki yaptığı her iş yarım gibi geliyordu. İnsanın aklı bir yerde takılı kaldı mı hiçbir şeyi tam olmuyordu . Ve bir gün sürpriz bir gelişme oldu ve Afet’in arkadaşı Gizem muayenehaneye geldi. Esat şaşkındı. Hayat insanı hep şaşırtıyordu. Ve yine şaşırtmıştı.
Gizem koşarcasına hızlı adımlarla “Merhaba Doktor Bey, ben Gizem, Afet randevularına gelmeyince ben gelmeye karar verdim. Afet böyledir işte hiçbir işin sonunu getiremez.”dedi. Çok acelesi varmış bu işide halledip hemen gidecekmiş edasıyla karşına oturdu. Ve sonra hiç konuşmadan öylece doktorun ona bir şeyler sormasını bekledi.
Doktor Esat, Gizem’e ne sorması, nasıl davranması gerektiğini düşündü. Bunca yıllık doktorluk hayatında daha önce hiç “Şimdi ne yapmam gerekiyor?” diyedüşünmemişti. “Merhaba Gizem, tanıştığımıza memnun oldum. Seni beklemiyordum. Bana biraz kendinden bahseder misin? ”dedi.
Gizem “Ben 1970 Edremit doğumluyum. Aslen Havran’lıyım. Eşinden boşanmış bir kızı bir oğlu olan, kalabalığın içinde yapayalnız bir kadınım. Arkadaşlarım beni suya benzetiyor. Duru ve masum bir güzellik. diyorlar Oysa ben kendimi ateşe benzetiyorum, çevresini ısıtan ama kendi yanan bir kadınım.”
Doktor Esat, Gizem’in iç dünyasını ne kadar güzel betimlediğini, adı gibi kendinin de gizemli olduğunu düşündü. Böyle konuşmasına sebep olan yaşamını dinlemek istiyordu. Bir doktor olarak değil bir insan olarak merak ediyordu.
Doktor Esat “Kendini ne kadar güzel ifade ettin. Yoksa Edebiyat Bölümü mezunumusun?” dedi.
Gizem “Çok okumak istedim. Ama olmadı. Oldurmadılar.”
Doktor Esat, daha derinini öğrenmek istiyordu. Hiç soru sormadan bekledi. Çünkü Gizem’in içindeki fırtınaların sesini duyabiliyordu. Anlatacaktı. Anlatmak istiyordu. Kendini ifade etmek istiyordu. Esat, soru sormadan bekledi. Soru sorarsa “Boşver!” demesinden de korkuyordu. Sabırla bekledi.
Gizem, masanın üzerinde duran kahvesinden bir yudum aldı. Arkasından bir yudum da su içtikten sonra “Bizim sülalede kızlardan pek okuyan yoktu. Okumalarına da gerek görülmüyordu. Çünkü biz körfezin en zengin ailelerindendik. Ama ben okumak istiyordum. O kadar çok istedim ki beni Edremit Kız Meslek Lisesi’ne yazdırdılar. Liseyi takdir belgeleriyle bitirdim. Sırada üniversite sınavı vardı. Babam ‘Ben kızımı dışarılara gönderemem. Kız kısmı, başına bir hal gelir, koşturamam. Otursun oturduğu yerde’ diyordu. Zaten annem de okumamı pek istemiyordu. O da benim memleketimizden hayırlı biriyle baş göz edilmem taraftarıydı. Ama ben tüm olumsuzluklara rağmen üniversite sınavına girdim. Bizim zamanımızda iki sınav vardı. Birinciyi kazandım ikinciyi kazanamadım. Okumak istiyordum ama dersde çalışmıyordum. Hiçbir konuda ne ailem ne ben bilinçliydik. Nasıl olsa ‘Üniversiteye göndermeyecekler’ diye pek hevesimde kalmamıştı. Yol gösterenim de yoktu.
Benim,duygularımı, arzularımı, hissettiklerimi, hayallerimi anlayan yoktu. Benim hayatım hakkındaki kararları bana sormadan veriyorlardı.”dedi
Doktor Esat, burada araya girme ihtiyacı hissetti. “Gizem belki kararının arkasında dursaydın, derslerineçalışsaydın, üniversiteyi kazansaydın şu anda daha farklı olabilirdi. Bu konuda yüzde yüz suçlu olan sence ailen mi?”dile sordu.
Gizem “Başıma ne geldiyse her şeyi kendi kontörlünde tutmak isteyen insanlar yüzünden geldi. Gencecik bir kızdım. Hayatı, insanları bilmiyordum. Kırılan umutlarımı tamir edecek bir kılavuza ihtiyacım vardı o da benim çevremde yoktu. Ailemin amacı, beni dünyadaki kötülüklerden koruyup kanatları altına almaktı. Yanlarından ayırmayarak bildikleri tek yolu uyguluyorlardı. Oysa insanoğlu kötülüğün uzaklarda olacağını düşünür. Ama herzaman kötülük yakınlardadır. Pusuda bekler. Hep seni gözetler. Ummadığın bir anda can evinden vurur. Bunu öğrenmem uzun yıllarımı aldı. Daha önce bunu ne ben ne de ailem biliyordu.
Lise bitmişti Küçükkuyu’daki yazlıkta yaşıyorduk. Ara sıra Edremit’teki evimize de geliyorduk ama babam ve abim Küçükkuyu’daki dükkanımızda birlikte çalıştıkları için orada daha sık kalıyorduk. Zaten Küçükkuyu Limanını, zeytin ağaçlarını gören mis gibi oksijenini alan bir daha başka yere gidemezdi.
Bizde Küçükkuyuyu ailecek çok seviyorduk. Birgün babam ve abim dükkandaykentanıdıklardan biri
Edremit’in yerli ve zengin ailelerinden birinin oğluna beni istemeye geleceklerini söylemiş. Babamda ‘Gelsinler’ demiş. Akşam olunca babam eve geldi. Beni yanına çağırdı. Beni istediklerini fakat oğlanın dilinde biraz pelteklik olduğunu söyledi. Ben hiçbir şey demedim. Çünkü hiçbir şeyin farkında değildim. Sanki bu olayları ben değil Gizem kılığına girmiş biri yaşıyordu.
Bize gelecekleri gün dedemleri, amcamları çağırdık. Oğlan evide hediyelerini almış, akrabaları ve ailesi ile birlikte geldi. İlk defa eşimi orada gördüm. Herkes gibi ona da kahve tuttum. Hiçbirşey hissetmeden, olup biteni izliyordum. Aman Allah’ım neler oluyordu? Babam beni yanına çağırdı isteyip istemediğini sordu. Yine hiçbir şey diyemedim. Sanki herkesin ağzı dili bağlanmıştı. Belki de duygularımı söylemeye korkuyordum. Aşkı, bilmiyordum.Bunca zamandır tek bildiğim duygu korkuydu. Aşık olursam, birini seversem, biriyle anlaşırsam “Arnavutlar senide beni de keser” derdi annem. Biz Arnavut kökenliydik. Annem korkardı. Bende korkardım. Biz aşktan korkardık. Biz gülmekten, eğlenmekten, mutlu olmaktan, aşktan el alem ne der? diye korkardık. Biz namustuk. Şereftik. Hep bizden istenileni, beklenileni, söyleneni yapardık. En sonunda da ne istediğimizi kendimizde unuttuk.”dedi.
Doktor Esat, duyduklarından etkilenmişti. Bu duyguları yaşayan kız doğunun bir köyünde değildi. Egenin ilçesinde yaşayan bir kızdı. Acaba Türkiye’nin hangi coğrafyasında olursa olsun kadınların kaderleri hep aynı mıydı? Ya Afet hangi sırlı olayların kurbanıydı?
Doktor Esat “Gizem, istenme gecende ailen seninde fikrini almış. Orada hayır deseydin.”dedi.
Gizem “Eskiden korktuğum şeylerin, şimdi ne kadar anlamsız olduğunu anlıyorum.Ama o zaman öyle düşünmüyorsun. İşte o nedenle Afet’e hiçbir şeyden korkmamasını hiçbir şeyden utanmamasını söylüyorum. Ama beni dinlemiyor. Bazı şeyleri yaşamadan akıllanmayacak Belkide olgunlaşmanın bedeli acı çekmektir. Afet çok da acı çekti ama hala korkuyor hala korkuyor.”dedi.
Doktor Esat, Afet hakkında bilgi almanın tam sırası diye düşünerek konuya girme ihtiyacı hissetti.
“Afet’in acı çekmesinde senin durumunda olduğu gibi onun ailesinin de rolü var mıydı?”dedi
Gizem “Afet, annesini hiç sevmezdi. Babasının intihar olayına şahit olduktan sonra zaten annesine olan kini ve nefreti daha çok arttı. Ama hiçbir zaman konuşmadı. Ona kaç sefer söyledim konuşmasını ama beni dinlemedi. Gerçi ona Levent ile evlenmemesini de söyledim .‘Benim gibi olursun’ dedim. ‘Aşksız olmaz. Aşk tüm hataları affeder, çekilen çileleri hoş görür. Aşksız bir evlilikte, hayat omuzlarında bir yük gibidir. Aşksız bir evlilikte, dünyadayken cehennemi yaşarsın. Kocanın sana her dokunuşunda, yakınlaşmasında bir an önce bitmesi için Allah’a yalvarırsın. Saniyeler sana yıllar gibi gelir. Hayat arkadaşı istiyorsan önce aşık olacaksın sonra düşüneceksin. Koca istiyorsan ilk önce düşüneceksin sonra aşık olmaya çalışacaksın. Tabii ki olabilirsen…’ dedim. Ama dinlemedi. dedi ve gözleri uzaklara daldı. Daha fazla Afet’ten bahsetmek istemiyordu.
Doktor Esat, “Gizem, bazen aşk sonradan da gelebilir. Hiçbir şey hissetmediğin birine zamanla delicesine aşık da olabilirsin. Karşındakini tanıdıkça aşk büyür. işte gerçek aşk da budur zaten. Eşinle daha sonra görüştükçe ona karşı hislerinde bir değişiklik olmadı mı?” diye sorma gereği duydu. Çünkü Afet’i anlatan sözlerinde sanki kendisini anlatıyor gibi bir düşünceye kapılmıştı.
Gizem “Onlar bize biz onlara bütün akrabalarımızı yanımıza alarak gidip geliyorduk. O topluluğun arasında eşimde oluyordu. Birkaç kez mutfağa herkes varken yanıma gelmişti. Konuşmuştuk. Dili peltekti. Konuşması pek anlaşılmıyordu. Fakat onun ailesi de bizim ailemiz gibi çok varlıklıydı. O nedenle bu kusur herkes tarafından göz ardı ediliyordu. Annem, babası ile birlikte zeytinyağı fabrikasında çalışmasına razı değildi ama onu da pek dinleyen yoktu. Gönlü beni vereceği kişinin ailesinden ayrı işi olmasından yanaydı ama elinden de bir şey gelmiyordu.”dedi.
Doktor Esat “Peki nişanlınla karşılaştığınız zamanlar neler hissediyordun?”diye sordu.
Gizem “Diğer kişilerden benim için hiçbir farkı yoktu. Duygularımla ne hissettiğimle ilgilenecek durumda da değildim. Babam her akşam alkol alırdı. Otoriter bir yapıya sahipti. Annem ona asla karşı gelmezdi. Belki karşılık verse çok büyük kavgalar olurdu. O da bu nedenle hep susardı. Böyle bir aile yapısı içinde ben arada kaynayan, hiçe giden bir hayattım.
Annem, benim için en iyi olanı en güzel olanı yapmaya çabalıyordu. Oğlan evine nişan yapmak istediğimizi söyledik. Bize hemen kayınvalidem ‘Nişanı kız evi yapar’ dedi. Zaten biz saltanatı seven insanlarız, hiç sorun etmedik bütün masrafı karşıladık. Onlarda elleri ceplerine hiç gitmeden hazır nişana geldiler. Böylelikle nişanımda oldu. Ama nişandan sonra babam alkolün iç organlarını yıpratması nedeniyle çok hastalandı. İzmir’de ameliyat yapıldı. Eve getirip yatırdıktan sonra evimiz hergün dolup taşıyor, biz o arada hem misafir ağırlıyor hem de babama bakıyorduk. Babamın yavaş yavaş hergün öldüğünü fark etmiyorduk. Ve babamı kırkdört yaşında kaybettik. Hepimiz şoktaydık.
Ağlamam için illa gözlerimden yaş mı gelmesi lazımdı?
Gülerken de gözlerim ağlayamaz mıydı?
İnsanları öldürmek için illa silah, bıçak mı lazımdı?
Sözlerimle bakışlarımla öldüremez miydim?
Beni Hafife Alma | Nil Ergü Muradoğlu kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.