İster âlim ol ister zalim; dünyadaki ilk rolün evlat olmaktı. Önce anne babalarımızın sonra da bu toplumun evlatları olduk. Toplum bir kanaviçe gibi ince ince işlenmiş rengârenk bir tablo. Her bir evlat o tabloda küçücük bir nokta! Küçücük bir nokta olsak da tabloda yerimiz belli, rengimiz belli, diğer noktalarla uyumumuz, ahengimiz belli. Hepimiz farklı renkteki iplerle işte böyle birbirimize bağlanmışız. Özümüzdeki renkler bir bütüne can vermiş. Özdeki o rengin solması, tablonun güzelliğini, ahengini etkilemiş. Bu kitap, tüm evlatlar güzel sözler duysunlar, doğru muamele görerek sevgi hamuru ile yoğrulsunlar diye yazıldı. Bir evlat olan kendim için, senin için, dünyaya gelmesine vesile olduğumuz çocuklarımız için, çocukla çalışan, kendiyle çelişen herkes için yazıldı.
Evlat
Önsöz
Hayata ve insanlara nasıl baktığımızla birebir alakalı yazdıklarımız. Her kitabın yazarı, metnin bir köşesine yerleştirir kim olduğunu ve nasıl bir yerde durduğunu… Bazen kahramanın bir konuşmasından bazen ufacık bir yorumdan bazen de kitabın son sayfasındaki o son cümlenin okura veda ederken söylediklerinden anlarız nasıl bir yazarla karşı karşıya olduğumuzu.
Yazarın iyimserliği, samimiyeti, başkalarını ve hayatı sevebilme potansiyeli, cesareti, kendisiyle çatışmayan ruh hali, okura gerçekten bir şeyler verebilme arzusu; işte hep bu satırların arasında birer küçük ipucu gibi durur. Biliyoruz ki aydınlık ve güler yüzle anlatılan her şey, daha güçlü geçer karşıdaki insana. Kalıcı ve uygulanabilir olması da bir diğer olumlu tarafıdır samimiyet içeren söylemlerin, yazıların.
Okuyunca göreceksiniz ki bu kitap tam da ismine yakışır bir dille, yani sevgiyle yazılmış. “Evlat”ın satırlarında hem iyi bir anne hem iyi bir akademisyen hem iyi bir yazar, en önemlisi de iyi bir insan var. Akademik bir anlatının böylesi romansı ve insana dokunacak şekilde ele alınması, yazarın “Söylediklerim, anlattıklarım yaşamın içinden, hepimizin, herkesin hayatında olan” diye okura seslenmesi aslında.
Bu kitabın içinde; yazarın telaşları, acıları, deneyimleri ve bilgisi kadar her ailenin yaşayacağı sorunlar ve bu sorunların çözümleri de var. Hani altı çizilerek okunan kitaplar vardır ya işte onlardan biri elinizde tuttuğunuz eser.
Bir akademisyenin sınav heyecanını okurken, bir çocuğun hah yanlarına ve çözümlerine tanık oluyoruz. Bu kitabı okuyan herkes kendine bir pay çıkarabilir ve bu kitabı okuyan hiçbir annenin-babanın çocuğu artık “haydut” diye etiketlenmez.
Ellerine sağlık Akademisyen Annemiz, en çok da sevgili dostumuz
Çocukların yüzü hep gülsün diye büyük bir adım daha attın.
İpek Arman
Elma Yayınevi Genel Yayın Yönetmeni
Kitapta Neler Var?
Bu kitapta, bir yandan bir akademisyenin hayat yolculuğunu anlatırken bir yandan da;
– Kriz anları için çözüm önerileri
– Bebeklik ve erken çocukluk döneminde beyin gelişimine kısa bir bakış
– Babanın çocuk gelişimindeki rolü
– Erken çocukluk döneminde özgüven gelişimi
– Çocukla iletişimde kullanılan kelimeler ve önemi
– Erken çocukluk döneminde hareket ihtiyacı
– Çocuk gelişiminde oyun ve kaliteli zaman
– Çocuk ve kitap
– Erken çocukluk döneminde televizyon ve tablet kullanımı
– Çocukluk çağı mastürbasyonu
– Erken çocukluk döneminde oyuncak ve renk tercihleri
– Kardeş kıskançlığı
– Erken çocukluk döneminde boşanma
– Erken çocukluk döneminde ölüm kavramı, başlıklarına yer vererek sorularınızı yanıtlamaya çalıştım. Her bir başlığı bir olay örüntüsü içerisinde işleyerek daha akıcı ve daha hayatın içinden bir şekilde sunmaya gayret ettim. Umarım bu konulardaki sorularınızın yanıtına ulaşabilirsiniz.
Bebeklik ve erken çocukluk döneminin tüm hayatımıza etkileri düşünüldüğünde köklerimizi henüz küçücük bir bebekken toprağa salmaya başladığımızı görüyoruz. Ne kadar sağlam kök salarsak o kadar kuvvetli dallar verebiliyoruz. Bazı dallar kuruyor, fırtınada kırılıyor. Yeniden sürgün verebilmenin, yeniden baharda yeşillenebilmenin gücünü yine köklerimizden, yani çocukluk yaşantılarımızdan alıyoruz. Bu kökleri sağlam atabilmeleri için çocuklarımızın desteğe, sevildiğini, anlaşıldığını, birey olarak kabullenildiğini hissetmeye ihtiyacı var. Bunları hissederek köklerini sağlam attıklarında, dallarından göklere doğru; sorumluluk, özgüven, problem çözme, eleştirel düşünme, sevgi, saygı, merak ve hoşgörü uzandığını keyifle izleyeceğiz.
Onlar kök salarken, bazen hepimizin desteğe ihtiyacı oluyor, “Anne, sen ölmeyeceksin değil mi?” diye sorduğunda ya da “Çikolata istiyorum” diye kendisini yere atıp çılgınca ağlamaya başladığında hepimiz ne yapacağımızı, ne söyleyeceğimizi şaşırıp, bocalayabiliyoruz. İşte bu kitap, bu bocalama anlarında sizlere arkadaşlık ederken, “Bak bir de bu yolu dene” demek, sizi rahatlatıp içinize su serperken aradığınız cevapları sunabilmek amacıyla yazıldı.
Keyifle okunması, fayda sağlaması dileğiyle…
***
İster âlim ol ister zalim; dünyadaki ilk rolün evlat olmaktı, önce anne babalarımızın sonra da bu toplumun evlatları olduk. Toplum bir kanaviçe gibi ince ince işlenmiş rengârenk bir tablo. Her bir evlat o tabloda küçücük bir nokta! Küçücük bir nokta olsak da tabloda yerimiz belli, rengimiz belli, diğer noktalarla uyumumuz, ahengimiz belli. Hepimiz farklı renkteki iplerle işte böyle birbirimize bağlanmışız. Özümüzdeki renkler bir bütüne can vermiş.
Özdeki o rengin solması, tablonun güzelliğini, ahengini etkilemiş.
Bir anne/baba çocuğuna, bir öğretmen öğrencisine, bir hoca asistanına, “Aptal, iletişimin bozuk senin” diye hakaret ederken bütünün özde olduğunu unutmuş. Oysaki herkesin rengârenk iplerle birbirine bağlı olduğunu fark edebilseler, edilen hakaretlerin sanki bir apartman boşluğundaki akis gibi kendilerine döneceğini, kendilerini yaralayacağını bilseler acaba değişir miydi her şey?
Bu kitap, boşluktaki aksin yüzleri güldürmesi amacıyla, tüm evlatlar güzel sözler duysunlar, doğru muamele görerek sevgi hamuru ile yoğrulsunlar diye yazıldı.
Bir evlat olan kendim için, senin için, dünyaya gelmesine vesile olduğumuz çocuklarımız için, çocukla çalışan, kendiyle çelişen herkes için yazıldı.
Yüreğinde insan sevgisi barındıranlara sevgiyle, muhabbetle…
Günay okulda son derece yoğun bir gün geçiriyordu. Dersler toplantılar derken nefes alacak zaman bile bulamamıştı. Odasına girip, suyundan bir yudum aldığı sırada telefonu çaldı. “Günay Hocam, aile geldi. İşlemini yapıyoruz, on dakika sonra alabilirsiniz” dedi bölüm sekreteri.
Çocuk gelişim uzmanı olan Günay üniversitede öğretim üyesiydi. “Acaba beni nasıl bir aile ve çocuk bekliyor” diye düşünürken bilgisayarını açtı ve aile görüşme formunun çıktısını alacağı sırada gözüne bir klasör ilişti. Klasörün adı “Yeter Hoca”ydı. “Neden silmiyorum ki şu klasörü, hoca emekli olalı yıllar oldu” diye düşünürken kendisini klasörün içinde gezinirken buldu ve birden gözleri dosyanın adına kilitlendi, “Duşkabin”. Evet, dosyanın adı duşka- bindi! “Hey gidi günler hey” diye geçirdi içinden. O günlerde tek hayali akademisyen olabilmekti ama akademik olmayan her türlü işin uzmanı sayılırdı. Dosyanın tarihine baktı. Üzerinden on beş yıl geçmişti ama dün gibi hatırlıyordu her şeyi. Yeter Hocanın “Bana Ankara’da duşkabin yapan yerlerin listesini çıkar, tablosunu yap” demesi bardağı taşıran son damla olmuştu. Hoş bardak taşmıştı da nereye taşmıştı sanki! Kendi içine doğru taşmaktan içinde akan azgın sellerle baş edemez hale gelmişti. Nasıl diyebilirdi hocasına “Bu benim işim değil” diye.
Bir keresinde denemeye kalkmıştı da neler olabileceğini görmüştü. Ogünü ömrü boyunca unutamayacaktı. Yüksek lisans tezini bitirebilmek için senelik izin almıştı. Gece gündüz, uykusuz duraksız çalıştığı bir günün sabahında, tez danışmanı ile görüşmek için bölüme gelmişti. Tam Yeter Hocanın kapısının önünden geçerken hoca onu ağırmış ve eline bir CD tutuşturmuştu. CD’de Yeter Hocanın editörü olduğu dergiye gönderdiği bir makale vardı. Günay’dan makalenin İngilizcesi özetini yazmasını istemişti. Başkasının makalesini İngilizce özetini yazmak mı? Bu son derece etik dışıydı. Yapılması gereken yazara tekrar gönderip, düzeltme istenmesiydi.
Günay, iki gündür aralıksız olarak teziyle uğraşıyordu. Hayatının tek bir odak noktası vardı: Yüksek lisans tezi. Bu uykusuzluk ve tezle karman çorman olmuş akılla bambaşka bir makaleye konsantre olması çok zordu. “Bu işten nasıl kurtulurum” diye hızlıca düşündü “Hocam bu etik dışı yapamam” dese hocası “Yılların profesörüyüm etiği senden mi öğreneceğim, bana akıl verme” diye kükrerdi. Anlık düşünceler birbirini kovalarken “En iyisi doğruyu söylemek” dedi ve “Hocam ben aslında yıllık izindeyim, tezimle ilgili görüşmek için Nilgün Hocanın yanına gelmiştim” deyiverdi.
Ne talihsiz bir cevaptı bu! Ah, hem de ne talihsiz! Hoca bu cevabı duyar duymaz ağzını kocaman açmış, yemyeşil gözlerinden kızıl alevler fırlamıştı sanki. Günay ses dalgalarının kendine ulaşışım sadece duymuyor, görüyordu âdeta. Bu ses, dalgalar halinde tüm bedenini sarıyor, onu düğüm düğüm bağlıyordu. Duydukları bağırmak olarak adlandırılamazdı. Şiddetine bakılırsa bu tam olarak kükremeydi; “İletişimin bozuk senin. Hocaya nasıl cevap verileceğini bile bilmiyorsun! Otur şuraya” diye bağırıyordu hoca. Günay, hocasının karşısındaki koltuğa oturmadı, yığıldı sanki! Gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Günlerdir süren uykusuzluk, yorgunluk ve maruz kaldığı hakaretler birleşince sinirleri iyice altüst olmuştu. Hoca “Aptalsın, iletişimin bozuk” diye kükrüyordu hâlâ. O küçücük bedenden nasıl da yüksek bir ses çıkıyordu. Hocanın boyu Günay’ın omzunda bile değildi, ufacık tefecik bir kadındı. O güzelim gözlen sevgi ile bakabilecekken, neden böyle kin kusuyordu? Hoca, “Ağlama diyorum sana! Yüzüme bak” diye haykırdı yeniden. Günay başını kaldırdı ama hocanın gözlerinden fışkıran öfkeyi bile buğulu görüyordu artık. Gözyaşları öyle bir akıyordu ki kendini durduramıyordu. Hoca bir kere daha “Ağlama diyorum, kes! Ben zaten senin iletişiminin bozuk olduğunu asistanlık sınavında da söylemiştim. Tezin biter mi sanıyorsun! Ben istemezsem hiçbir şey bitmez aptal! Bu bölümde sana gelecek yok!” diye bağırırken, Günay artık nefesini kontrol edemiyor, hıçkırıkları birbirine karışmış bir halde ağlıyordu. Tam o sırada
Merhaba bu sayfayı daha önce ziyaret ettiğin için bu kitabı okumuş olabileceğini düşündük. Dilerseniz yeni kitaplara göz atabilir ya da rastgele bir kitap seçebilirsin. Aşağıdaki kutucuğu kullanarak hızlı bir arama da yapabilirsin.
Evlat kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.