Daha anlamlı yaşamak için İlber Ortaylı’dan tavsiyeler…
“Cesur olun. Kendinizi rahat hissettiğiniz alanın dışında pencereler açın. Farklı dünyalarla ancak böyle tanışırsınız. Ben hep yerimde dursaydım, dünyamı değiştirecek insanları aramasaydım, bugün tanıdığınız ben olmazdım. Bir insanın bittiği an, miskinliğe esir olduğu andır. İnsan, konforundan vazgeçmeyi göze almalıdır. Kendi dünyasını yerinden kendisi oynatmalıdır.”
– İlber Ortaylı
İlber Ortaylı, yediden yetmişe herkesin faydalanacağı, bilge şahsiyetinden ve yaşam tecrübesinden süzülen tavsiyelerden oluşan bir eserle karşımızda. İlber Hoca bu kitapta, bir insanın, çocukluktan itibaren hayatın hemen her alanında ihtiyaç duyacağı çözümleri nasıl bulabileceğini örnekler vererek anlatıyor. “Herkes kendi talihinin mimarıdır” sözünü hatırlatarak, kendi yolunu çizmenin ne anlama geldiğini tüm kritik noktalarıyla yorumluyor.
- Bir ömrü hakkıyla yaşayabilmek ve yaşanan her andan tat alabilmek için önce ne lazımdır?
- İnsan hayatı kaç dönemden oluşur ve her bir dönemde neleri tecrübe etmek gerekir? 15, 25, 40 ve 55 yaşları neden birer eşiktir?
- İnsan kimden, ne öğrenebilir? Kendi kendini yetiştirmek nasıl mümkün olur?
- Kişi mesleğini neye göre seçmelidir?
- Bir işin uzmanı olmak ve o uzmanlık bilgisiyle çalışmak için nelere ihtiyaç vardır?
- Bir dil, en iyi nasıl ve ne zaman öğrenilir?
- En verimli sonucu alabilmek için nasıl çalışmak gerekir?
- Sorumluluk sahibi bir insan, kendisi veya çocukları için nasıl bir eğitim modeli aramalıdır?
- Hayata değer katmak için ne tür insanları arayıp bulmak gerekir?
- Doğru kararları alabilmek için en çok kimleri dinlemek gerekir?
- En iyi nasıl seyahat edilir; bir şehir nasıl dolaşılır? Hangi müze, hangi meydan, hangi sokakları görmek için dünyanın bir ucuna kadar gidilebilir?
- İyi film, güzel müzik, doğru kitap nedir? Hangi temel eserleri dinlemeli, okumalı ve seyretmeliyiz?
- İnsan yaşadığı şehirden tam manasıyla nasıl yararlanabilir?
“Bir Ömür Nasıl Yaşanır?”, ülkemizin medarıiftiharı olmuş bir tarihçinin gözünden, insanın hayattaki anlam arayışına, bu arayışın tadını nasıl çıkaracağına ve süreç boyunca karşılaşacağı zorluklarla nasıl baş etmesi gerektiğine dair çok özel bir kılavuz…
ÖNSÖZ
İnsanların bir kısmı maalesef doğuştan zayıf olur ve hastalıklarla boğuşur, bir kısmı ise sıhhatlidir fakat zekâsını çalıştırmak imkânı bulamamıştır. Böylelerin bir kısmı mutlu olur. Hayatı fazla kurcalamadan masallarda ve mesellerde Hans denen safdil mutluluğuyla geçinirler. Bir kısmı ise verilen terbiyeye göre fazla ilginç olmadan hayatlarına devam ederler. Gençken güzel olanların yaşlılığa doğru fizikî değişimle ellerindeki güzelliği kaybettikleri bilinir. Bazı insanlar da vardır ki hayat yolunda ilerledikçe ilginç, saygın ve hatta güzel olmaya başlarlar. Yaşadıklarına karşı duyguları ve mantıklarıyla durdukları ve muhakemelerini çalıştırdıkları için, dünyanın sorunları ve dengesizliğiyle ilgilendikleri ve dert edindikleri için yüzlerinin çizgileri değişir. Haddeden geçen bir zarafet ve olgunluk onların portresini oluşturur.
Herkes kendi talihinin mimarıdır; “faber est suae quisque fortunae.” Bu yapı ve uyumu hayatınızın canlı renklerinde ve faydalı yaşamaya çalıştığınız için bunun neticesinin yarattığı olgunluğu yüz hatlarınızda taşır ve etrafa verirsiniz.
Hayat, derbederlik ve tembellik İçin çok uzun; fakat hırsla, yağma ve haydutluk yapmaya değmeyecek kadar kısadır. Hayat duygularla çalışılacak ve resmedilecek bir kompozisyon, aynı zamanda mantıklı yazılacak bir rapor gibidir. Bu rapora yeniden üretim, yani gelecek nesilleri ortaya koymak için önem veririz.,
Tatsız bir çağdayız; bir yerde eski uygarlık çözülüyor, gevşiyor, çürüyor. Üstelik geleceğin de onun yerini dolduracağını söylemek zor… Bu, insanlık tarihinin bir tekrarı gibi görünse de artık dünyamızın kısa zamanda büyük fizikî problemlerle karşılaşacağı söyleniyor. Kuşkusuz felaketi önlemek için her zamankinden daha sorumlu, daha mütevazı, daha ölçülü davranmak zorundayız.
Bu zaruret hiçbir şekilde hayatın neşeli, mutlu ve yeterince yaratıcı olmasına mâni bir durum değil; ama tek yapacağımız öğrenmek, dikkat etmek ve yöntemli yaşamaktır. Burada muhtelif kompartımanlarda bulunduğumuz toplumun imkânlarını tartıştık ve neler yapacağımıza dair bazı imalarda bulunduk. Özellikle genç okuyucularımla böyle bir sohbeti gerekli gördüm. Yüzünüz her zaman yaşadıklarınızın aynasıdır. Olgun ve bilge bir çehre edinmeniz dileğiyle…
Kitabın basımında ve düzenlenmesinde yardımcı olan Kronik Kitap çalışanlarına teşekkürü bir borç bilirim.
İlber Ortaylı
Ocak 2019
SUNUŞ
Herkes tavsiyeye ihtiyaç duyar. Güngörmüş, ne söylediğini bilen, dünyadan haberdar birinden gelen tavsiyeye ise iki kere ihtiyaç duyar. Hele de her bir insan ömrünün son derece hızlı yaşandığı, tüketildiği, verimsiz kullanıldığı böyle bir devirde…
Elinizde tuttuğunuz bu kitap; îlber Ortaylı’nın engin yaşam bilgisi ve görgüsünden süzülmüş, pratik tavsiyeler içeriyor. Bunlar; gençlere, yaşlılara, öğrencilere, meslek sahiplerine, yolun başındakilere, emeklilere; kısacası ömrünü verimli kullanmak, tadını çıkara çıkara güzel bir yaşam sürmek isteyen herkese yönelik tavsiyeler…
Bu tavsiyeleri verecek kişi; yaşadıklarından öğrenmeyi bilen, bu bilgiyi etrafına rahatça aktaran ama en önemlisi bunu yaparken nabza göre şerbet vermeden, açık yüreklilikle, ne gerekiyorsa onu söyleyen îlber Ortaylı’dan başkası olamazdı.
Dün gibi hatırlıyorum… İlber Hoca, onunla yaptığım bir röportaj sırasında, İtalya hakkında bir soruya cevap verirken durmuş; bir süre düşünmüş ve gülümseyerek şunları söylemişti: “Biliyor musun, insan en güzel trende düşünür… Bir konu kafanı kurcalıyorsa; yazmak, anlatmak istediğin şeyleri kafanda sıralamak istiyorsan, hatta yeniden kurmak istiyorsan, bir tren yolculuğuna çıkmalısın. Ben bunu İtalya’da trenle seyahat ederken anlamıştım, Biliyorum, şimdi bir trene atlamayı düşüneceksin ama iş güç diye bunu erteleyeceksin; sonra da unutup gideceksin. Kafanda tuttuğun her neyse, o da buhar olacak. İyisi mi, al sen o bileti!”
Hürriyet gazetesinde çalıştığım dönemde İlber Hocayla epey röportaj yaptım. Yine Hürriyet’teki haftalık yazılarının editörlüğünü üstlendiğim için onunla geçirdiğim vakit daha da arttı. Yıllar içinde epey sohbet ettik. Bu sohbetlerden bana kalan çok şey var. En başta da hayatım boyunca istifade etmeye devam edeceğim tavsiyeler…
Size bir sır vereyim. Yakın çevresinin iyi bildiği ve çokça yararlandığı üzere, İlber Hoca, kişinin hem vaktini doğru kul-lanmasına hem de hayatın tadını çıkarmasına yönelik pratik önerilerde bulunmayı sever. Bunları da kendi hayatından örnekler vererek anlatır. Nasıl verimli çalışılacağını, düşünüleceğini; zaman ve kaynak israfından nasıl kurtulunacağım isabetle, biraz da alametifarikası olan sivri diliyle tarif eder.
Hoca nın bir olmazsa olmazı daha vardır. O, bir hayatın sadece verimli yaşanmasına bakmaz; onu güzel kılmayı da önemser. Okunacak kitapları, gezilecek şehirleri, seyredilecek filmleri, beraber yiyip içilecek dostları iyi seçmek gerektiğini düşünür. Bu konuları soranlara nokta atışı tavsiyelerde bulunur. Bazen bu tavsiyeleri verdiği grubu genişlettiği de olur. Hatırlarsınız; yeni evlenecek çiftlere, mobilyaya çok para harcamamalarını, o parayla (ve o güzel yaşta) dünyayı gezmelerini salık vermişti. Onun bu tavsiyesini yerine getiren çok çift oldu.
Kendim de epey istifade ettiğim bu güzel ve verimli yaşam önerilerini bir kitap haline getirmek istediğimde, aylarca sürecek yepyeni bir sohbet başladı. İlber Hoca her bir maddenin üzerinde titizlikle durdu. Bir insan kendini nasıl yetiştirmeli? Kimlerle arkadaş olmalı? Nasıl bir eğitim almalı, nasıl meslek seçmeli? Çocukları ne tür bir eğitim modeline sevk etmeli? Hangi müzeleri görmek, hangi meydanlarda oturmak, hangi sokaklarda dolaşmak için dünyanın bir ucuna gitmeli? Hangi kitabı okumalı, Filmi seyretmeli, müziği dinlemeli? Yaşanılan şehirden nasıl istifade etmeli?
Hepsinden önemlisi; hemen ilk bölümde göreceğiniz üzere, bir insan, hayatın her bir dönemini neleri tecrübe ederek yaşamalı; çocukluktan yaşlılığa, ömrünü nelere dikkat ederek geçirmeli?
İlber Ortaylı, benzersiz tecrübesi ve gözlem gücüyle tüm bu sorulara cevap veriyor, pencereler açıyor, yollar gösteriyor, değer katıyor. Her bir okurun onun tavsiyelerinden azami ölçüde faydalanacağına eminim. Kendi adıma, bu kitapta anlatılanları lise, üniversite yıllarımda okumuş olmayı isterdim. Umalım ki Ortaylı’nın hep görmek istediği kültürlü, üretken, verimli insanların yetişmesine bu kitap da bir katkıda bulunsun.
Bu önerilerin her biri için; bu uzun, güzel sohbet için ama en çok da sabrı için İlber Hoca’ya burada bir defa daha teşekkür ederim.
Bir de unutmadan söyleyeyim; o tren biletini almıştım…
Yenal Bilgici
Şubat 2019
BİRİNCİ BÖLÜM: BİR ÖMÜR NASIL YAŞANIR?
Hayatımız temel olarak dörde ayrılır 12-25 arası, 25-40 arası, 40-55 arası ve 55 sonrası. İyi bir yaşam için, her bir dönemde tamamlamamız gereken bazı işler, edinmemiz gereken bazı alışkanlıklar vardır. Bunlar verimli, güzel bir ömür sürmenin anahtarlarıdır.İlber Ortaylı
Nasıl geçiyor 70’li yaşlar? Geriye bakıp bir muhasebe yaptığınız zaman, hayatın size neler kattığını söylersiniz?
Hayat telaşından kaç yaşınıza geldiğinizi fark etmiyorsunuz. Ama yaşlılığın iyi bir şey olduğunu da söyleyemem. Neden iyi olsun ki! Biliyorsunuz ben, 21 Mayıs 1947’de doğdum. Dolayısıyla bu sene 71 yaşımı dolduruyorum. Elbette yaşadıklarımdan çıkardığım dersler var. Herkesin de bu derslerden faydalanabileceğini düşünüyorum.
Bir kere insanın kendisini ruhen huzurlu tutması, bunun için de lüzumsuz ihtiraslara kapılmaktan vazgeçmesi lazım. Bunu kendi hayatınızda siz nasıl gerçekleştirirsiniz, onu bilemem. Önemli olan şu: Yaşınız ilerledikçe önünüzdeki hayatın kısaldığını anlıyorsunuz. O halde sizleri, çoluk çocuğunuzu, yaşadığınız toplumu doğrudan alakadar eden mevzuların dışında şahsi hırslardan kendinizi sıyırmanız gerekiyor. Çok açık ki bu gibi sıkıntılara ve gerginliğe vücut dayanmıyor.
Sağlığınıza mümkün mertebe dikkat edeceksiniz. Ben etmiyorum maalesef ama şüphesiz benim de bu hususta dikkatli olmam lazım. Gerçi dikkat etmediğimi söylesem de bu konuda günden güne kendimle de savaşmıyor değilim; sağlıklı bir yaşam sürmek için uğraşıyorum. Konumuza dönersek… Mesela bu vakte kadar sigara içtiyseniz lütfen artık bırakın. İçki içiyorsanız lütfen çok azaltın. Yağlı yemeklerden vazgeçin. Öyle zeytinyağı, hayvani yağ ayrımı yok; yağlı yemeklerin tümünü kastediyorum. Zeytinyağında da ölçülü olun; daima ölçülü yemeniz, sofradan aç kalkmanız gerekiyor. Çünkü kilo en tehlikeli şey… Kolay kolay da veremiyorsunuz.
Bir de lütfen sakinleştirici okumalar yapmaya başlayın. Benim yaşlarım buna en uygun çağdır. Bir dönem, bizim gibi insanlar çok roman okumadı. Doğrusu ben de 20’li yaşların sonundan itibaren edebî metinleri okumayı azalttım. Çünkü meslek icabı başka şeyler okuyup yazıyordum. Şimdi edebiyata, özellikle klasiklere geri dönüyorum. Hikâye, roman okumak insanı çok dinlendiriyor; çok da hafızasını açıyor. Sakın unutmayın, en önemli şey hafızadır.
Siz son derece etkili bir şekilde çalışan, hayatı da dolu dolu yaşayan birisiniz. Bu uzun söyleşimiz tamamen bu hayattan süzdüğünüz tavsiyeler üzerine olacak ama öncelikle kestirmeden giderek sorayım. Herkes hayatını en doğru, en verimli şekilde yaşamaya çalışıyor; sizce nasıl yaşamak gerekir Zamanı nasıl değerlendirmeliyiz?
Öncelikle hayatı tanımak lazım. Kuşkusuz insanın hayatında çeşitli dönemler vardır. Hayatımız temel olarak dörde ayrılır: 12-25 yaşları arası, 25-40 arası, 40-55 arası ve nihayet şimdi benim de bir süredir yaşadığım dönem, yani 55 sonrası. Bunlar gençlik, yaşlılıkla ilgili aralıklar değil. Bu aralıklar; bir insanın yetişmesi, olgunlaşması, eser vermesiyle ilgilidir.
Şimdi baştan sona doğru bir gidelim. 12-25 yaşlan arası öncelikle temel atma dönemidir. Hayatınızı esasen bu dönemde kurarsınız. 25-40 arasında hayata karışır, söz söylemeye başlarsınız. 40-55 arası olgunluktur, otorite olma dönemidir. 55 ve sonrası ise bir dinlenme, demlenme zamanıdır. Bu yaşlarda çok bir şey yapmazsın; yeni şeyler ortaya koymaz, genelde tekrar edersiniz. Bu dönemini sürenler arasında, seyrek de olsa taze eserler verene rastlanır. İşte her birimiz bu süreçlerden geçeriz, çünkü biz bu dönemlerde yaptıklarımızla şekilleniriz.
Biraz önce tarif ettiğiniz dönemlerin ilkinden başlarsak… 12-25 yaşları arasında neler yapılabilir? Herhalde okula gidilir, üniversite bitirilir; akademide kalmak isteyen okula devam eder, istemeyen doğrudan hayata atılır. Başka bir şey yapmaya zaman var mı?
Tabii ki var ama bu biraz da kişinin kendisine, onun nasıl bir insan olduğuna, kim olmak istediğine bağlıdır. 12-25 yaşları arası aslında her şeydir. Ben burada elbette biraz da eski dünyaya bakarak ideal olanı söylüyorum. Ama bu söylediklerim; kararlı, aklı başında kişiler için bugünün dünyasında da pekâlâ geçerli olabilir. Keza geçerli olduğu çok örnek biliyor, görüyorum.
Aslında insanın gelişmesi, taze hafızanın da hücrelerinin de artık ölmeye başladığı bu yaşa kadar devam eder. Onun için zihin, hafıza ve beden sağlığının en yerinde olduğu bu dönemde hem okuyup öğrenmek hem spor yapmak hem de fırsatları kollamak ve etrafı gözlemek lazım. Bu işler bu yaşlarda mümkündür.
Çünkü yaş ilerledikçe hafızanız zayıflar; öğrenirsiniz ama daha çabuk unutursunuz, hareket yeteneğiniz fark etmeseniz de yavaş yavaş azalır. Sonra da evlenmek, çocuk yapmak gibi bir safhaya; maddi manevi mirasınızı devretme dönemine girersiniz. Demek ki insan, öncelikle ömrünün hangi döneminde ne yapması gerektiğini çok iyi bilmelidir.
Önce geçmişe bakalım. Batı ve Doğu medeniyetleri birçok insanın 12 ile 25 yaşları arasında yaptığı işler, verdiği eserler neticesinde oluşmuştur. Ne demek bu? Klasik dünyanın bütün önde gelenleri, İslam medeniyetinin bütün taşıyıcıları, Rönesans’ın bütün büyük adamları kendilerini 12-25 yaşları arasında var etmiştir. Hatta bu isimlerin bir kısmı daha o yaşlarında büyük eserler de verebilmiştir. Neden? Çünkü o zamanlarda hiç kimse 25 yaşından büyük bir insanın bakımını üstlenmiyordu. Söz konusu çağda öyle, “Biraz daha okuyayım, neler yapabilirim biraz daha bakınayım,” demek mümkün değildi.
Esasında bu şimdi de pek mümkün sayılmaz. Her insanın yapması gereken işler var. Kendini göstereceksin, mesleğinde kaliteni ispat edeceksin, eser vereceksin… Veya kendini ispat edemeyecek, eriyip gideceksin.
15-25 yaşları arasında kendini ispat etmiş büyük isimlere bir bakalım. Mesela Gottfried Leibniz 19 yaşında doktora vermiştir. Biliyorsunuz, Leibniz hukuk tarihi okumuştur, hukukçudur; hem de bir matematikçidir, diferansiyel ve integral hesaplarıyla uğraşır. Felsefesi şüphesiz ki büyük kurguya sahip bir felsefedir. En çok eser veren müzisyen Mozart, 35’inde hayata veda etti. Yine Schubert gibi bir deha da o yaşlara doğru yaşamım yitirdi. Daha 30’unu yeni geçmişti. Rus yazarlara gelelim. Puşkin dramatik şekilde düelloda öldüğünde 40 bile değildi, 38’di. Yine düelloda ölen Lermontov 27’sindeydi. Böyle daha bir dünya insan sayarsın.
Özellikle genç yaşta ölenlerden bahsediyorum ki, bazı insanların en büyük eserlerini ne kadar erken verdiği anlaşılsın.
Nitekim bu insanların hayatlarını incelediğinizde daha 25’ine gelmeden kendilerini yetiştirdiklerini görürsünüz. Onlardan uzun yaşayanların da kendilerini geliştirmek için 40’larına kadar uğraştıklarını sanmayın. Daha çok yaşayanlar bile, kendini yetiştirme işini ömürlerinin ilk döneminde bitirmiştir. Okuyacaklarını okumuş, alacaklarını almışlardır. Akabinde de eser vermeye geçmişlerdir.
Ben eskiden beri hep bu örneklere bakarım. Kim, kaç yaşında ne yapmış? Bir örnek daha vereyim. Fransız Mısırbilimci Jean-François Champollion’dan bahsedelim. Bu ünlü alim, her şeyi 16 yaşına gelene kadar, daha çocukken zaten tamamlamış. 30’unda hiyeroglifi çözmüş. Bu dünyadan da 42 yaşında gitmiş. Yani yaptığı son iş de hiyeroglifi, bilinmeyenleri çözmek olmuş. O zamana kadar da ne Aramcayı, ne Yunancayı, ne İbrancayı ve ne de Latinceyi bırakmış.
Champollion’dan bahsedince, akla hemen bir kişi daha geliyor. Fransız yazar ve tarihçi Prosper Mérimée de köyledir. Bu adam da 15’ine gelmeden İngilizce, Latince, Yunanca öğrenmişti; bu dillerden çeviriler yapıyordu. Slav dillerini ve Kelt dillerini de cebine koymuştu. 25 olmadan tarih ve hukuk eğitimini tamamlamış, romanlarını yazmıştı. Sonrasında zaten Fransa’nın büyük adamı, filolojik dehası, tarihçisi, arkeoloğu, yazarı olarak anıldı.
İşte böyle insanların yaşadığı bir dünyaya bakınca ne yazık ki bugünün insanlarının biraz yavan kaldığını görüyorsunuz. Artık en iddialı toplumlardan bile, ki halihazırda Alınanlardır bunlar, bu tarz insanlar az çıkıyor.
“25 yaşından sonra eğitim olmaz, artık eser vermeye geçmek gerekir, ” diyorsunuz da dünyanın her yerinde yüksek lisans, doktora derken, öğrenciler 30’lu yaşlarına geliyor; hatta bu yaşları dahi geçiyorlar. Günümüzde eğitim fazla mı uzun? Öte yandan, hem uzun hem de yetersiz mi?
Evet, eğitim çok uzun… Daha kötüsü, bu uzun eğitim hiçbir işe yaramıyor. Eğitimimizle övünüyoruz ama övündüğümüzle de kalıyoruz. “Artık bir ortaokul çocuğu bile Aristo’nun bildiklerini biliyor,” diyorlar. Yok canım! O çocuk Aristo’nun bildiğinin çeyreğini bilmediği gibi, onun yaptığını da yapamıyor. Bu eğitim tam aksine, insanların yaratıcı taraflarım öldürüyor. Üstelik herkes bir yaratıcılık lafı tutturmuş gidiyor. Neymiş, çocukların yaratıcılığını teşvik ediyormuşuz! Kimse kusura bakmasın ama ben çocukların üzerinde böyle bir etki göremedim. Beri yandan sorsan, mangalda kül bırakılmıyor.
Bakın; bugün 16 yaşında bir insan, Türkiye’de de dünyada da çocuktur, ham ahlattır. Bir şeyler yapmak zorunda kalıyorsa, yani çalışıyorsa, ortada ya bir suistimal ya da bahtsızlık mevcuttur. Kendi seçimiyle kendini ortaya koyan, bunun da tadım çıkaran kimse yoktur. Demek ki ortada Gottfried Leibniz gibi biri yoktur. Mozart demiyorum, çünkü Mozart da babası tarafından çok istismar edilirdi. Mozart’ı çocukken habire gezdiriyor, sağda solda çaldırıyorlardı; “Dersine çalış,” diye ona dayak atıyorlardı. Öyle insanlar bugün de var ve yöntemlerini hiç tasvip etmiyorum. Mozart dediğiniz deha da, bir yerde sadece oynamak isteyen zavallı bir çocuktu. Çocukken gönlünce oynayamamıştır, o yüzden de hep çocuk kalmıştır. Küçük yaşta çıraklığa gidenler zaten hep çocuk kalır. Koca adamlar, hatta dâhiler arasında bu nedenle çocuk ruhlu olanlar çoktur. İşte Mozart da 35’inde, çocuk demesek de bugün için epey genç sayılacak bir yaşta öldü.
Şunu da unutmayın; İstanbul Yenikapı’da geçenlerde bulunan iskeletlerin yaş ortalamaları da 35’ti. Bunlar milattan sonra 5 ve 6’ncı yüzyılların liman halkıdır. Kalıntılara ulaşınca, hepsinin kemiklerinin kırık dökük olduğu anlaşıldı. Çoğu tedavi görmüş. Liman mıntıkası tabii, demek ki bu insanlar hamallık yapıyordu. Kim bilir ne rutubetli, ne berbat evlerde oturuyorlardı. Neticede bir tedaviden geçmişler. Gerçi siz 15 asır önceden bahsettiğime bakmayın, o dönemin ortopedisi bugünkünden beceriklidir. Ama o zamanki insan ömrü de bellidir. Sadece bu hamalların değil; onları yönetenlerin, o zamanın yazarının, çizerinin, mimarının da yaş ortalaması 35 civarıdır. Yani adamların hayatının bittiği yaşta, bizim çocuklar halen bir şey öğrenmeye çalışıyor; hayata atılmıyorlar. Çok açık ki yanlış ve verimsiz bir çizgideyiz.
Peki sizin bu ilk döneminiz, 12-25 yaşları arasındaki hayatınız nasıl geçti? Dilediğiniz kadar verimli miydi?
Bana kalırsa, ben her şeye rağmen bu dönemi iyi değerlendirdim. Çünkü Ankara’daydım. Başkentte ihtiyaç duyduğum her şey vardı. Kültürel faaliyetleri çok rahat takip ediyordum, kitap okuyabiliyordum, sanatla ilgilenebiliyordum. Alman Kütüphanesi; Fransız, İngiliz, İtalyan kültür merkezleri iyiydi. Dil Tarihte annemin dersine gidiyordum. Tiyatro canlıydı, ilgileniyordum. Lisan öğrenme imkânı çoktu. Zaten Ankara’da başka türlü sıkılırsın, dil öğrenmeyip ne yapacaksın? Bunlarla da kalmadım. Arkeologya kurslarına gittim. Lise çağlarından başlayarak mihmandar olarak yetiştim. Onu da sırası gelince konuşalım. Velhasıl mektebimi okudum, üstüne bir doktora yaptım. Arada Avusturya’ya, bir de Chicago’ya gittim. Böyle böyle 25 yaşıma geldim.
Bir Ömür Nasıl Yaşanır? kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.