Yaşamınızın kontrolü sizde değil!
Öyle olduğunu düşünebilirsiniz, ama yanılıyorsunuz.
Elbette ki kendi kararlarınızı kendiniz vermekte özgürsünüz.
Bu kitabı kapatabilirsiniz.
O sandalyede oturmaya devam edebilirsiniz.
Ya da gözlerinizi oymak gibi çılgınca bir şey yapabilirsiniz.
Ne isterseniz yapabilirsiniz.
Ama sorun şurada: Ne isteyeceğinizi kontrol edemezsiniz.
Her davranışınızı önceden belirleyen arzularınız ruhunuzun o
kadar derinlerine işlemiştir ki, onlara dikkat bile etmezsiniz.
Ve bu da sizi mükemmel bir köle yapar.
Bu nedenle, hayatınızı yaşamaya devam edin. Ne isterseniz yapın.
Sadece ‘isteklerinizin’ tümüyle sizin kontrolünüzde olmadığı gerçeği üzerine kafanızı çok fazla yormamaya çalışın.
Edebiyat, Bilim ve Felsefe Ruhunuza Akacak, Okudukça Bağlanacak, Bağlandıkça Okuyacaksınız…

Empati

“İnsanlar söylediklerinizi ya da yaptıklarınızı unutur, ama onlara neler hissettirdiğinizi asla unutmaz.”
Maya Angelou

Yaşamınızın kontrolü sizde değil.

Öyle olduğunu düşünebilirsiniz, ama yanılıyorsunuz.

Elbette ki kendi kararlarınızı kendiniz vermekte özgürsünüz.

Bu kitabı kapatabilirsiniz.

O sandalyede oturmaya devam edebilirsiniz.

Ya da gözlerinizi oymak gibi çılgınca bir şey yapabilirsiniz.

Ne isterseniz yapabilirsiniz.

Ama sorun şurada: Ne isteyeceğinizi kontrol edemezsiniz.

Her davranışınızı önceden belirleyen arzularınız ruhunuzun o kadar derinlerine işlemiştir ki, onlara dikkat bile etmezsiniz. Ve bu da sizi mükemmel bir köle yapar.

Bu nedenle, hayatınızı yaşamaya devam edin. Ne isterseniz yapın.

Sadece ‘isteklerinizin’ tümüyle sizin kontrolünüzde olmadığı gerçeği üzerine kafanızı çok fazla yormamaya çalışın.

Samantha Zinser 3 Mart 1991

ÖNSÖZ

8 EKİM 2005

Saat 23:09 (Yargı Gecesine 2 yıl, 84 gün kala)

Dr. Elliot Dietrich sağanak yağmur altında koşarak basamakları çıktı. Cebini bir an karıştırdıktan sonra evinin anahtarını çıkarttı ve kilide soktu. Ama çeviremedi; kapı zaten açıktı.

Dietrich midesinde bir burulma hissetti. Yağmur kalan birkaç tel saçını da kafa derisine yapıştırırken anahtar elinde, donup kaldı. Kapıyı kilitlemeyi asla unutmazdı. Evine birileri girmişti. Ve o birileri belki hâlâ evin içindeydi.

Beyni ona kaçmasını haykırıyordu. Arabaya bin ve sür! Ama nereye? Eğer onu bir kez buldularsa yine bulurlardı. Ayrıca her şeye yeniden başlayabilir miydi? Daha gençken bile yeterince zor olmuştu bunu yapmak. Ve aradan çok zaman geçmişti.

Korku kalbini bir mengene gibi sıktı.

Ya sadece kapıyı kilitlemeyi unutmuşsa? Belki de basit bir dikkatsizlikti. Ya tüm yaşamını aptalca bir hata nedeniyle geride bı-raktıysa?

Başını iki yana salladı. Deliceydi düşündükleri. Artık korku içinde yaşamak zorunda değildi.

Öyle mi? O zaman neden halâ takıyorsun kolyeyi?

Sinirli bir dokunuşla gömleğinin alündaki zinciri yokladı. Onu o kadar uzun süredir takıyordu ki, artık varlığının bile farkında değildi.

Evde birisinin olmadığından bu kadar eminsen, neden çıkartmıyorsun o şeyi?

Dietrich orta yolda karar kıldı. Kolyeyi çıkartmayacaktı. Ama kaçmayacaktı da.

Derin bir soluk alıp ağır kapıyı itti. Kapı gıcırdayarak açıldı. O sesi daha önce hiç farketmemişti. Ama daha önce hayatından endişe ederek eşikte iki dakika da geçilmemişti hiç.

İçeriye girince ayakkabıları zeminde ıslak bir ses çıkarttı. Eliyle duvarı yoklayarak düğmeyi buldu ve ışığı açtı. Karşısındaki süzgün benizli adamı görünce neredeyse kalp krizi geçirecekti. Gördüğünün holdeki aynada yansıyan kendi yüzü olduğunu anlayana kadar neredeyse kapıdan fırlıyordu.

Güldü, ama çıkan ses boş ve biraz da titrekti. İçeriye girip kapıyı ardından kapattı, emniyet zincirini yuvasına geçirdi.

“Hey!” diye seslendi ürkekçe. “Kimse var mı? Polise haber verdim bile… O-o-nun için buradan hemen çıkıp gitsen iyi olur.”

Kulaklarını kabartıp dinledi, ama kendi sık soluk alışının yanında duyabildiği tek ses pencerelere vuran yağmur damlalarından geliyordu. Paranoyakça davranıyordu. Evde birileri olsa o zamana dek bir şeyler yapmış olurlardı, değil mi?

Belki. Belki de değil.

Yavaşça küçük çiftlik evinin içinde dolaştı. Ayakkabılarını çıkartmaya korktuğundan, odadan odaya gittikçe ardında ıslak bir iz bırakıyordu. Dolaşması bitince soluğunu sinirli bir şekilde yavaşça bıraktı. Yalnızdı. Paltosunu asmak için giriş holüne döndü.

Gardırobun kapısmı açınca birisi midesine esaslı bir yumruk indirmiş gibi hissetti kendini. Çığlığı boğazına sarılan bir çift el tarafından yarıda kesildi. Yıllardır kâbuslarına giren o tanıdık yüze bakakaldı.

Çabuk olup bitmesi için dua etti. Ve gözlerinin kendisinde kalmasına izin verilmesi için.

1. Bölüm

2007

Elijah ve Winter

1

28 Aralık 2007

09:09 (Yargı Gecesi’ne 86 saat, 51 dakika kala)

Kör adam boş göz çukurlarını saklayan kara gözlüklerinin ardından ileriye doğru baktı. Gözleri yuvalarından sokulurken gördüğü o parlak renk senfonisini, sivri uçlu tırnaklar retinalarını delerken duyduğu o keskin acıyı hâlâ anımsıyordu.

Laszlo irkilerek o anıyı kafasmdan uzaklaştırdı. Elini çenesine götürüp, hafif uzamış gri sakalını sıvazladı. En azından gri olduğunu düşünüyordu. Ona kalsa, eline hâlâ siyah geliyordu. Ama kör birisi için renklerin ne anlamı olabilirdi ki?

Hiç.

Ama Darian kör değil.

Dişlerini sıktı. Onu düşünmek bile gerilmesine neden oluyordu. Ayaklarının dibindeki Alman kurdu bunu sezerek dikildi.

Laszlo köpeğin kulaklarının arkasını kaşırken, “Tamam kızım, sorun yok,” diye fısıldadı.

Sascha, salyaları oturdukları kafenin ahşap döşemesine akarken hızla soluyordu.

Kendini sakin olmaya zorlayan kör adam etrafındaki dünyanm kokularını içine çekti. Yeni öğütülmüş kahve ve kızarmış tost, ona üniversite yıllarını anımsatan parfüm ve kolonya kokuları, açık kapının hemen dışındaki evsizliğin kirli kokusu.

Laszlo parmaklarını önündeki devasa kapuçino bardağına doladı; kâğıt bardağın üzerinden hissettiği sıcaklık hoşuna gidiyordu. Bir taraftan Darian’m onu ekme olasılığını düşünmemeye çalışırken, bir taraftan da espresso makinesinin gürültülü tıslamasıyla hoparlörlerden gelen duygulu ve melankolik Kate Bush şarkısının üzerinden zihnini etrafındaki konuşmalara yöneltti.

Birden burnuna çiçeklerin Parliament sigarasmınkine karışan tanıdık kokusu geldi. Koku ve sivri topuklu çizmelerin zeminde çıkardığı sert tıkırtı ona Darian’m sonunda geldiğini haber veriyordu. Karşısındaki sandalye çekildi.

Sascha çenesini sahibinin ayakkabısının üstünden kaldırarak dikildi.

Sonra Darian dudaklarmı hafifçe yanağına dokundurarak Laszlo’yu öptü. “Seni yeniden görmek güzel.” Sesi biraz kabaydı, ama altındaki sevecenlik barizdi.

“Seni de yeniden görmek güzel.” Kör adam elleriyle bir hareket yaptı. “Yani, sözün gelişi.”

Laszlo bir şşşşşık sesi duydu; yüzünde bir sıcaklık hissetti, ardından yeni yakılmış kibritin kokusunu aldı. Darian uzun bir soluk koyuverince ılık bir duman bulutu yüzünü yaladı. İçine çektiği duman burnunun içindeki ince tüyleri titreştirdi.

“İşletmenin sigara içilmesine sıcak baktığını pek sanmıyorum.”

“Manhattan’m nikotinden arındırılmış bölge olduğunu hep unutuyorum.” Laszlo, dumanın Darian konuştukça burun deliklerinden çıkışını hayal etti. “Gerçi, beni kapı dışarı edeceklerinden kuşkuluyum.”

“Bunun cezalandırmayla ilgisi yok,” dedi Laszlo on altı yıllık sessizliğin ardından konuşmalarındaki hazırcevaplığa şaşarak. “Nezaketle ilgili.”

“Her ikisi hakkındaki düşüncelerimi bildiğini sanırdım.”

“Biliyorum.”

Laszlo’nun dudakları nostaljik bir gülümsemeyle kıvrıldı. Kadının ne kadar güzel olduğunu anımsadı: Çikolata rengi ten, şeytani bir hale gibi başını çevreleyen kızılımsı saçlar ve koyu renk, kedilerinkini andıran gözlere yansımayan yayvan gülüş. Ama yüzü artık yılların izlerini taşıyor olmalıydı; tıpkı kendisininki gibi.

Boğazını temizledikten sonra cebinden katlanmış bir gazete çıkartıp ona uzattı.

“Söyle bana, bu adam eskiden tanıdığımız birilerine benziyor mu?” Bir kâğıt hışırtısı duyuldu. Kadının şaşkınlığını sezen Laszlo, “Yüzeysel farklılıkların seni yanıltmasına izin verme,” dedi. “Sanırım gözleri gerçek kimliğini ele verecek.”

Darian bir anda irkilerek keskin bir soluk aldı.

“Onun kim… Kim olduğunu nasıl bildin?” diye sordu.

“Radyoda konuşurken duydum ve sesindeki bir şeyler tanıdık geldi.” Sakindi.

“Onun için geçen hafta ‘Valentinus’u şahsen dinlemek için Chicago’ya uçtum. O zaman anladım.”

“Ama bu olanaksız.”

Laszlo kadma gerçeği sindirmesi için zaman tanırken bir yandan da o son gece olanları düşünüyordu. Hatasını düzeltmek için son bir şansı daha vardı, ama yapacağı şeyin bu kez ona gözlerinden fazlasına mal olmasından korkuyordu.

Ayağıyla sinirli bir şekilde tempo tutan Darian sigarasından uzun bir nefes aldı.

Laszlo kara gözlüklerini ve onların gerisindeki boş göz yuvalarını göstererek,

“Onunla bu şekilde savaşamam,” dedi. “En azından tek başıma yapamam bunu.”

Neredeyse bir dakika boyunca ikisi de konuşmadı. Kör adam yaşanan sessizlik boyunca kadının düşüncelerini hayalinde canlandırdı: Şaşkınlık, korku ve nihayet hayal kırıklığı.

“Elijah ile VVinter’in peşindesin,” dedi Darian. “Sana yardım etmelerini sağlamak için.”

“Senin de bana yardım edeceğini umuyordum.” Karşısındaki kadının o işte kendisiyle birlikte olmasına ne kadar ihtiyacı olduğunun birden farkına varan Laszlo duraksadı.

“Ne konuda yardım edeceğim? Valentinus’u öldürmen için mi?”

“Mecbur kalırsam evet.” Ondan yayılan paniğin kokusunu sanki fiziksel bir şeymiş gibi alabiliyordu. “Bunu borçlusun, Darian. Beni bu işe sen bulaştırdın. Şimdi de çıkmam için bana rehberlik etmelisin.”

Kadın sessiz kaldı. Laszlo onu gözlerini huysuz bir çocuk gibi yere dikmiş, dudağını ısırırken canlandırdı zihninde. Darian sonunda sıcak soluğu ve Laszlo’nun burnuna dolan parfüm kokusuyla öne eğilerek yaklaştı. Konuştuğunda sesi fısıltı düzeyindeydi, ama tonundaki yoğunluk etraftaki gürültüyü bastırıyordu.

“Beni buna zorlamaya kalkışmayacağını umuyorum.”

“Öyle bir şeyi asla yapmam.”

“Neden?” dedi Darian buruk bir şekilde. “Ben sana yapmıştım.”

Kadının bu çıkışı Laszlo’yu sarsmıştı, ama belli etmedi.

“Onları nerede bulacağını biliyor musun?” diye sordu Darian.

“İkisi de şehirde.”

“Kolyelerini hâlâ takıyorlar mı?”

“Evet,” dedi kör adam; sesi suçluluk ve pişmanlıkla doluydu.

Darian soluğunu koyuverdi. “Öyleyse sanırım o şeyleri geri almamızın zamanı geldi.”

Ekranda gezinip duran renkli şekilleri, mavimtırak bir küpün sarımsı piramide, sonra da kan kırmızısı küreye dönüşmesini boş gözlerle izleyen Valentinus konuşmayı bir kez daha dinledi.

Laszlo’nun korktuğu her ne kadar açıkça anlaşılsa da, kendine olan güveni de seziliyordu. Adam saldırmaya hazırlanıyordu. Darian ise ayrı bir olaydı. Duyduğu dehşet mutlaktı. Aslında o zayıftı. Ne Laszlo kadar akıllı, ne de onun kadar güçlüydü. Ve onun zayıf noktasıydı.

Valentinus da o nedenle üç yıllık aramaya rağmen Laszlo’yu bulmayı başaramayınca dikkatini Darian üzerine yoğunlaştırmıştı. Onun da iyi saklanmış olacağını tahmin ediyordu, ama hem kaynakları, hem de -en önemlisi- iradesi vardı. Yine de, özel dedektiflere neredeyse yarım milyon dolar ödedikten sonra onu kahvaltı masasında otururken kaderin bir cilvesi sayesinde bulmuştu.

Bir gün gazeteyi açmış ve Darian’ı spor sayfasından ona bakar halde görmüştü.

Dodgers Stadyumu’nun en ön sırasında, Kenny Lofton o unutulmaz kurtarışını yaparken yarım metre arkasında oturuyordu. Her ne kadar fotoğraf biraz bulanıksa ve kadın son gördüğünden beri on altı yıl yaşlanmışsa da, kim olduğu hakkında en ufak bir kuşku yoktu.

Darian’m yüzü de o son günkü tüm görüntüler gibi sonsuza kadar beynine kazınmışta Valentinus’un.

Aynı gün, öğlen bile olmadan adamları bileti almak için kullanılan kredi kartının izini bulmuştu; on iki saat sonraysa adı artık Darian VVright olan kadın hakkında bilinmesi gereken her şeyi öğrenmişti. Bankada -görünüşe göre birkaç iyi tezgâhlanmış boşanmayla gelmiş- yirmi milyon dolardan fazla parası olan zengin bir kadındı.

Valentinus onunla yüzleşmeye can atıyordu, ama asıl istediği Laszlo idi. Onun için de, haftanın yedi günü, 24 saat çalışacak bir özel dedektif ve kelle avcısı ekibi tutmuştu. Bir buçuk yıllık bir bekleyişten sonra Darian’a sonunda Valentinus’un beklediği telefon gelmişti. Kimliği belirsiz adamm yer ve saat belirtmesine ancak yeten konuşma bir dakikadan az sürmüştü, kaydedilen ses hiçbir kuşkuya yer bırakmamıştı.

Ertesi akşam Astor Place’deki Starbucks’m normal temizleme ekibi Valentinus’un elemanlarıyla değiştirilmiş, her masa ve sandalyenin altına, iki tuvalete ve depo odasına alıcılar yerleştirilmişti. Valentinus ertesi sabah konuşmaları dinlemeye başlarken her şeye hazırlıklı olduğunu zannediyordu. Ama sonra Laszlo hiç beklemediği bir şeyi açıklamıştı: Elijah ile Winter’in kimliğini.

Laszlo’nun dediklerine bakılırsa, her ikisinin de paylaştıkları geçmişleri hakkmda en ufak bir fikri yoktu. Onlara ne olduğunu merak ediyordu. Bilmezlikten gelen mutlu birer hayat mı sürmüşlerdi, yoksa Laszlo’un yaptıklarıyla delirmişler miydi?

Laszlo’dan sonra kendi yaşamının ne hale geldiğini anımsayan Valentinus yumruğunu sıktı, sonra birden duvara vurdu. Acı aniydi. Gözlerini yumdu ve geçmişi bir yana itip anın keyfim çıkarttı. Odaklanmaya ihtiyacı vardı.

Anahtar kolyelerdi. Kafasında bir plan oluştukça gülümsemeye başladı. Çabuk davranırsa Laszlo ile Darian’dan kurtulabilirdi. O ikisi ölünce, beynini önündeki nihai savaş için boşaltabilirdi; belki çok daha zor, ama aynı derecede kazanılabilir bir savaş.

Tanrı’yi öldürmek.

2

29 Aralık 2007

14:46 (Yargı Gecesi’ne 57 saat, 14 dakika kala)

Elijah Glass karşısındaki iki yönlü aynaya dikkatle baktı. Aynanın diğer yanındaki insanlar gözlendiklerini biliyordu, ama belli ki bu umurlarında değildi. Elijah başını salladı. Kendi isteğiyle ve bir sürü yabancıyla birlikte oturup, başka yabancılar tarafından gözetlenmek fikri…

Bunu düşünmek bile solgun ve çilli cildinin bir anda kızarmasına neden oldu.

Derin, rahatlatıcı bir soluk alarak işaret parmağını boynunda asılı gümüş haça bastırdı. Ilık metali teninin üzerinde hissetmek onu her zaman rahatlatıyor, kendini emniyette hissetmesini sağlıyordu.

Elijah bakışlarını tekrar pürüzsüz cam yüzeye çevirdi. Camın ardmdaki dikdörtgen odada Terry uzaktan kumandayı aldı ve büyük plazma ekrana doğrulttu. Özenle seçilmiş grup (altı adam, altı kadın; yedisi beyaz ırktan, biri Asyalı, ikisi Latin ve ikisi de Afro-Amerikalı) uysal bir şekilde ekrana doğru döndü.

Elijah dağınık kızıl saçlarını eliyle kulaklarının arkasına itip, dizüstü bilgisayarına göz attı. Ekranı on iki eşit kareye bölünmüştü. Her birinin ortasında dışarıya doğru bakan bir yüz vardı. Elijah dev ekrana bakan yüzleri tek tek inceledi. Nabzı yavaşladı.

Televizyon onun gerçekten hoşlandığı tek şeydi. Umutsuz bir uykusuzluk hastası olarak her gece sekiz saati kanallar arasında dolaşarak geçirirdi. Neredeyse her şeyi seyrederdi, ama kesin favorileri de vardı: Fantezi ve bilim kurgu, hukuk, suç incelemesi dizileri, filmler, politika ve elbette komedi dizileri ve reality şovlar.

Elijah’in tutkusu gerçekliğin irdelenmesiydi. Ama o anda karşısındaki gerçeklik tümüyle yalındı. Kaşlarını çatan, gözlerini kısan, ağızlarını büzen ve burunlarını kıvıran on iki kişiye dikkatle baktı. Her hareketin tek tek hiçbir anlamı yoktu, ama topluca bakılınca… İşte Elijah’in Tanrı vergisi yeteneği o noktada devreye giriyordu.

Yüz Hareketleri Kodlama Sistemi’nde eğitim almış olan Elijah, insanların yüzünü okumayı biliyordu. Psikoloji profesörü Paul Ekman tarafından 1976 yılında tasarlanan YHKS, üç bin civarında değişik yüz ifadesi ve bunların gösterdiği duyguları belirlemişti. Ekman’ın 46 farklı kas hareketini ya da ‘Hareket Birimi’ni belgelediği 500 sayfalık el kitabını ezberledikten sonra insan yüzü Elijah için kolay okunabilen bir kitap olmuştu.

İstemli, ama sahte bir ‘Pan-Amerikan gülüşü’, yani dudakların kenarlarını yukarıya kaldırmak (HB 12) ile istem dışı samimi bir ‘Duchenne gülüşü’nü, yani HB 12 ile birlikte yanağın kaldırılarak (HB 6) gözlerin kısılmasına neden olmak arasındaki farkı kolaylıkla ayırt edebiliyordu. Korkuyu (HB 1, 2, 15, 20; kaşların hem içi, hem de dışının kaldırılmasıyla birlikte dudakların basılarak uzatılması), tiksintiyi (HB 4, 9,17; alnın indirilip, burnun büzülmesiyle birlikte çenenin kaldırılması), kısacası insanın hissedebileceği her duyguyu okuyabiliyordu.

Yıllar boyunca insanların hislerini saklamakta da en az onları kontrol etmekte olduğu kadar zorlandığını öğrenmişti. Ve onun gerçeği algılamasına izin veren de yaradılıştan gelen bu kontrol eksikliğiydi. Çünkü Elijah, çoğu kişinin kabullenmeyi reddettiği bir gerçeği kalpten kabullenmişti: Kişinin asıl efendisi zihni değil bedeniydi.

Schopenhauer ne demişti?

Der Mensch kann was er will; er kann aber nicht ıvollen was er ıvill.

Kişi istediğini yapabilir; ama ne isteyeceğini isteyemez.

Elijah başını salladı. Doğruydu bu. Beden arzuları kontrol ediyordu, arzular da iradeyi. Geri kalan her şey sadece kuru gürültüydü; bilinci kandırıp, bir köleden farklı olduğuna inandıran olgu belliydi.

Video gösterimi bitince Terry ifadesiz bir yüzle, odada bulunan deneklere döndü.

Donuk sarı renk saçlarla çevrelenmiş sade bir yüzü vardı.

“Peki,” dedi. “Ne düşünüyorsunuz?”

Asyalı kadın konuşmaya başladı. Elijah zihninde içgüdüsel olarak ona en çok benzettiği tanınmış kişi olan ve ER dizisinde oynayan Ming Na’nın adını takıp kulaklarını dikti. Dikkatle dinlemesine rağmen aslında kadının ağzından çıkan sözcükleri duymuyordu bile.

Onun yerine sesine odaklanmıştı. Tona. Vurgulara. Konuşma temposuna. Sesindeki ipuçları sürekli değişen mimikleriyle (HB 6, 11 ve 12) birleşince bilmek istediği her şeyi anlatıyordu.

Deneklerin geri kalanı da birer birer Terry’nin sorduğu kurnazca soruları yanıtladı. Son adam Elijah’m Oz dizisinde mahkûmlardan birini canlandıran Luis Guzman’a benzettiği sert görünümlü bir Latindi. Guzman sinirli ve anlaşılmaz şekilde gergin görünüyordu; dudakları fazla sıkılmıştı (HB 23), gözleri kısıktı.

İki yönlü aynadan adamı inceleyen Elijah, onun masanın altında ayaklarıyla sürekli tempo tuttuğunu gördü. Ve birden anladı. Adam bir bağımlıydı ve o anda da ihtiyaç içindeydi. Guzman’m düşkünlüğünün uyuşturucu, sigara ya da alkol olması önemli değildi. Her ne ise, önündeki işe odaklanmasına engel oluyordu.

Elijah başına takılı mikrofona yavaşça, “Boşver onu,” dedi.

Terry deneklerin göremeyeceği, Elijah’a onu duyduğunu belirtecek kadar hafif bir şekilde başını eğdi. Gösterim elli yedi dakika daha sürdü, ama Elijah sürenin farkma bile varmadı. Denekler sonunda sandalyelerinden kalkınca, o da bitkin bir şekilde yeşil deri koltuğuna çöktü.

Bir bardak soğuk suyu üç uzun yudumda bitirdikten sonra gözlerini kapattı ve zihnini özgür bıraktı.


Merhaba bu sayfayı daha önce ziyaret ettiğin için bu kitabı okumuş olabileceğini düşündük. Dilerseniz yeni kitaplara göz atabilir ya da rastgele bir kitap seçebilirsin. Aşağıdaki kutucuğu kullanarak hızlı bir arama da yapabilirsin.


"

Empati kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?