Heba, göz gözü görmez insafsızlığın, doğruya benzemeye muvaffak olan yalanın, utanmazlığın, lincin, kıstırılmışlığın romanı. Edebiyatın kirişlerini çatlatan büyük bir yazardan yalnızlığın, pişmanlığın, askerliğin, heder olmuş bir ömrün romanı. İpek kadar yumuşak ve ipek kadar sağlam.
“İnceldiğinde, çeşitli sebeplerle delindiği de olur uykunun. Ne bileyim, bazen zihnimizdeki sivri uçlu bir hatıra deler onu; bazen henüz hazmedemediğimiz bir sözün acısı, bazen kolu bacağı aklımızın dışında kalan bir düşünce yahut bir duygu, bazen de etrafımızda olup biten, bizim fark edemediğimiz meçhul bir şey deler. İşte o vakit delinen yerden içerisi görünmez ama dışarısı görünür. Hakikat oradan gerçekte olduğu gibi görünmez tabii; uykunun sisi yüzünden, kendisinin biraz berisinde yahut gerisinde görünür.”
Sise benzemeyen tuhaf bir sisin içindeydi şehir. On dokuzuncu katın hizasında “ben gerçeğim” diyen bir güvercin kanat çırpıyordu. Binnaz Hanım’ın tombul elleri vardı. Ucu bucağı görünmeyen bir boşluğa düştü Ziya. Hışır hışır öten naylon şeritler. Te ilerde Suriye! Kaldır başını! Huoop! Yüzü çilli bir çocukluk. Efil efil tüten bir pişmanlık. Hiç işte, hiçbir şey olmadı. “Şikâyetçi misin?” “Değilim Komutanım.” Kolonya, limontuzu ve su. Bakma öyle karanlıkta Mensur. Aynalı kahve. Güzel Nefise. Kim o uzaktaki adam? Tufana emanet bir dünya. Her kötülük, bir iyiliğin içine akıyor işte… Heba, göz gözü görmez insafsızlığın, doğruya benzemeye muvaffak olan yalanın, utanmazlığın, lincin, kıstırılmışlığın romanı. Edebiyatın kirişlerini çatlatan büyük bir yazardan yalnızlığın, pişmanlığın, askerliğin, heder olmuş bir ömrün romanı. İpek kadar yumuşak ve ipek kadar sağlam.
Sadık okurları için yeni keşifler sunacak, yeni tanışanları sadık okurlara dönüştürecek bir Hasan Ali Toptaş romanı…

Heba

Kimseler fehmetmedi manâsını davamızın Biz dahi hayranıyız dava-yı bî-manâmızın
Yenişehirli Avni

İnsan, içindeki canavarı öldürürse çöle dönüşür.
Hulki Dede

Anahtar

Ziya kapıyı kilitledi ve elindeki anahtarı cebine koymadan, hızlı adımlarla asansöre doğru yürüdü. Koridorda bir tuhaflık vardı o sırada, ışıklar tavandan sarkan sarı toplar halinde her zamanki gibi sıra sıra yanıyordu ama ortalık biraz karanlıktı sanki. Hatta insanı hayrete düşürecek kadar da sessizdi. Ne var ki pek uzun sürmedi, alt kattaki o kahverengi çelik kapılardan biri güm diye çarpılınca aniden yok oldu bu sessizlik. Kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen tatlı bir şaka hızıyla, koridora kattığı genişliği de yanına alarak, neredeyse Ziya’ya göründüğü anda yok oldu. Hemen ardından, koca ağızlı bir çocuk sesi yükseldi merdiven boşluğundaki alacakaranlığın içinden. Onun ardından simsiyah bir kadın çığlığı, onun ardından bir elektrik süpürgesinin oradan oraya gezinen sinir bozucu zırıltısı, onun ardından da nerede vınladığı kestirilemeyen tozlu bir matkap sesi yükseldi. Derken, duvarların gerisindeki duvarların gerisinden gelen gürültüler de katıldı bunlara. Hatta insana şehrin görüntülerini hatırlatan kalınlardan daha kaim uğultular da katıldı ve böylece apartman hem kendi içindeki seslerin içinde çalkalana çalkalana dönüyor, hem de dönerken tutup bu sesleri yutan bambaşka sesler çıkarıyormuş gibi oldu.

Ziya asansöre ulaşmıştı o sırada. Kapıyı açarken durdu nedense ve başını çevirip bir an için koridora, merdiven boşluğuna, buralardan yükselen seslere ve seslerin arasından görünen kapılara asılmış plastik çiçeklere doğru baktı. Gözleri de beklenmedik bir şekilde, hafifçe karardı o böyle bakınca. Dahası, birdenbire midesi bulandı. Gördüğü şeyler içinde pis ve karanlık bir ağırlığa dönüştü de hızla dalgalandı sanki. Sonra o haliyle çarçabuk asansöre binip ilk kez on dokuzuncu kata çıktı Ziya, gitti, doksan bir numaralı kapının ziline bastı. Ortasında kocaman bir gözetleme dürbünü bulunan, çift kilitli, kahverengi bir çelik kapıydı bu ve onun üzerinde de plastik çiçekler vardı öteki kapılar gibi. Çiçeklerden birinin sapına da kırmızı ve zarif bir kurdeleyle, şöyle deve diline benzeyen büyükçe bir nazar boncuğu bağlanmıştı. Ziya zile bastıktan sonra kapının açılmasını beklerken, büyülenmiş gibi gözlerini hiç kırpmadan uzun uzun baktı bu nazar boncuğuna. Belki daha bakacaktı ama kapı açılıverdi o sırada ve eşiğe, bal rengi gözleriyle Binnaz Hanım’ın hizmetçisi çıktı.

Buyurun, ne istemiştiniz, diye sordu insana tepeden bakan soğuk bir sesle.

Anahtarı teslim edecektim, dedi Ziya.

Bunu derken elindeki anahtarı kıza doğru uzatmıştı.

Hayır, dedi kız üzerine bir şey fırlatılacakmış gibi aniden geriye çekilerek; hayır ben teslim alamam, katiyen alamam, Binnaz Hanım’ın kendisine verin.

Peki peki, öyle yapayım, dedi Ziya.

İçeriye girip önce tabanı yeşil halılarla kaplı uzun bir koridora, oradan havasızlıktan boğulan dar ve kasvetli bir bölmeye, oradan da salona geçtiler.


Merhaba bu sayfayı daha önce ziyaret ettiğin için bu kitabı okumuş olabileceğini düşündük. Dilerseniz yeni kitaplara göz atabilir ya da rastgele bir kitap seçebilirsin. Aşağıdaki kutucuğu kullanarak hızlı bir arama da yapabilirsin.


"

Heba kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?

Heba