Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, cinler cirit oynar iken eski hamam içinde, bir varmış bir yokmuş…

Şapkacı’nın büyük bahtsızlığından nefsine karşı girdiği mücadeleyi kaybeden Müezzin’e, ancak gözlerini kaybettiğinde hatasını görebilen Köradam’dan bilge babasının mirasıyla hayata yeniden tutunan Kuyumcu’ya… Hatalar, pişmanlıklar, keder ve elemle örülü masallar ders çıkarmasını bilene huzurun sırrını vaat ediyor, çiğ süt emmiş insanı kendi hatalarında pişmeye çağırıyor.

Aydınlık bir göğü, parıltılı bir denizi, verimli toprakları olan güzel mi güzel bir ülke varmış…

Masal Masal İçinde hep aşikâr olduğumuz Doğu’ya has masal geleneğinin tüm karakteristik öğelerini –kokusunu, rengini, tadını– Batı’nın çok katmanlı kurgu anlayışıyla bir araya getiriyor ve ortaya yerelden beslenen fakat evrensel olarak da kabul görür standartları başarıyla yakalamış bir roman çıkıyor.
Ahmet Ümit aile yadigârı masallarını taşıdığı çıkınını büyük bir cömertlikle seriyor okurlarının huzuruna.

Oldukça iyi bir anlatıcı olan annemin düş dünyasını katarak zenginleştirdiği masalları büyük bir keyifle yazıya döktüğümü belirtmeden geçemeyeceğim.


Masal Masal İçinde

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, cinler cirit oynar iken eski hamam içinde, bir varmış bir yokmuş. Aydınlık bir gökyüzü, parıltılı bir denizi, verimli toprakları olan güzel mi güzel bir ülke varmış. Bu ülkeyi genç bir padişah yönetirmiş. Padişah deyip geçmeyin, bizimki, öteki hükümdarlara hiç mi hiç benzemezmiş. Ne asık suratlı. ne de savaş meraklısıymış. Yalnızca halkının mutluluğunu ister, ülkenin kalkınması için çabalar dururmuş. Halk da padişahını sever, ülkedeki herkes onun iyiliğini istermiş. O da davranışlarıyla bu sevgiyi fazlasıyla hak edermiş doğrusu. Ülke hâzinesini halkı için harcamaktan çekinmez, her fırsatça yoksulların, yetimlerin yardımına koşarmış.

Ama Padişahımızın küçük bir kusuru varmış, övünmeyi pek severmiş. Ne zaman bir iyilik yapsa tahtına kurulur, başlarmış anlatmaya:

“Bugün yoksullara şu kadar altın dağıttım. Açları şöyle doyurdum, yetimleri böyle sevindirdim” diye.

Padişah övünmeye başlar başlamaz sarayda ne kadar dalkavuk varsa başına toplanır, her söylediğini alkışlayarak iyice pohpohlarlarmış onu.

Sarayda yalnızca bir kişi üzülürmüş Padişah’ın bu haline. Bu kişi, aynı zamanda Padişah’ın çocukluk arkadaşı olan Vezir’miş. Vezir, arkadaşının aptal yerine konulmasına dayanamaz, onun bu gereksiz böbürlenme huyundan vazgeçmesini istermiş. Ama yalan iltifatlarla başı göklere eren Padişah ’ı bu kötü huyundan nasıl vazgeçireceğini de bilemezmiş.

Padişah’ın yine iyilikler yaptığı bir gün Vezir iyice sokulmuş tahtın yanına. Sabırla Padişah’ın övünmeye başlamasını beklemiş. Yüzünde tatlı bir yorgunlukla tahta yerleşen Padişah, kendinden memnun gülümsemiş. Onun gülümsediğini gören dalkavuklar bala üşüşen sinekler gibi hemen sarmışlar çevresini. Padişah başlamış o gün yaptığı iyilikleri sayıp dökmeye. Anlatmış da anlatmış. Sözü biter bitmez dalkavuklardan biri atılmış:

“Kudretli Hünkârım” demiş, “yeryüzünde sizin kadar iyi. sizin kadar cömert başka kimse yoktur. Halk bu iyiliklerinizi hiçbir zaman ödeyemez.”

Dalkavuğun tatlı sözleriyle kendinden geçen Padişah yanındakileri kıvançla süzerek:

“öyle mi dersiniz? Gerçekten de yeryüzünde gönlü benden daha zengin, daha cömert kimse yok mudur?” diye sormuş.

Vezir sanki bu soruyu bekliyormuş gibi dalkavuklara fırsat vermeden söze girmiş:

‘Kusura bakmayın ama sizden daha cömert insanlar var Padişahım” demiş.

Böyle bir yanıt beklemeyen Padişah’ın yüzüne kara bir bulut gelip oturmuş. Kalın kaşları çatılmış, ela gözlerinde şimşekler çakmış. Huzurda bulunanlar korkuyla başlarını öne eğmişler. Ama Vezir yılmadan dimdik bakmış Padişah’ın yüzüne. Padişah öfkeyle kükremiş:

“Vezir Vezir… Sen ne dediğinin farkında mısın?”

Vezir boynunu bükmüş:

“Siz sordunuz, ben de söyledim Hünkârım” demiş.

“Başka biri olsaydı, derhal vurdurmuşum kellesini. Bilirsin seni severim. Söyle bakalım, niye böyle konuştun?” demiş.

‘Padişahım buradaki kullarınız gibi ben de sizin iyiliğinizi isterim. Ama yalan da söyleyemem. Komşu kentte kör bir adam var, o sizden daha cömert. Ensesine vuran herkese bir kese altın veriyor…”

“Ensesine vuran herkese mi?”

“Ensesine vuran herkese ya! Bu adam her sabah erkenden kalkar, sırtına yakasız bir gömlek geçirip şehrin meydanına oturur. Ensesine her vurana da çıkarıp bir kese altın verir.”

Padişah kuşkulu gözlerle süzmüş Veziri:

“Bu inanılacak iş değil” demiş. “Söylediklerin doğru çıkmazsa senin için kötü olur.”

Vezir kendinden emin:

“Kolayı var Padişahım” demiş. “Köradam’ın oturduğu kent bir günlük yolda, isterseniz tebdili kıyafet eyleyip varalım yanına. Ne olup bittiğini kendi gözlerinizle görün.”

Padişah duraksamış:

“Olur mu?”

Dalkavuklar karşı çıkmaya hazırlanıyorlarmış ki Vezir yine önce davranmış:

“Neden olmasın? Hem başka kenelerimizi bir kere daha ziyaret etmiş oluruz” demiş.

Padişah’ın yüzündeki kara bulut dağılmış, belli belirsiz gülümseyerek:

“Peki” demiş. “Ama söylediklerin çıkmazsa seni vezirlikten alacağım. Bunu da bilmiş ol.”

“Siz nasıl uygun görürseniz Hünkârım” demiş Vezir. Hemen hazırlıklara başlanmış. Ertesi sabah Padişah ile Vezir tebdili kıyafet eyleyip, iki tüccar gibi giyinmişler. Yanlarına yetecek kadar para alıp düşmüşler yola.

Bir gün bir gece yürümüşler. Ertesi sabah ulaşmışlar Köradam’ın yaşadığı kente. Sora sora kentin meydanını bulmuşlar. Meydana geldiklerinde insanların upuzun bir kuyruk oluşturduğunu görmüşler. Kuyruğun başına yaklaşmışlar ki bir de ne görsünler. Tıpkı Vezir’in anlattığı gibi, kör bir adam kaldırıma bağdaş kurmuş oturmuyor muş Adamın ensesi kıpkırmızıymış. Bu kırmızılığın nedenini anlamakta gccikmemişler. Kuyruktaki insanlardan en önde olanı yaklaşıp adamın ensesine olanca gücüyle okkalı bir tokat indirmiş. Tokadı yiyen Köradam öne doğru savrulmuş, ama çok ilginç, acıyla kıvranacağı yerde, sanki büyük bir huzura ermiş gibi:

“Oh! Hak müstahakını buldu” diyerek doğrulmuş, yanındaki torbadan bir kese altın çıkararak ensesine vuran adama vermiş. Padişah’ın şaşkınlıktan ağzı açık kalmış. Vezir ise bıyık altından gülümseyerek, haklı çıkmanın gururunu yaşıyormuş. Bir köşe başına çekilip saatlerce Köradam’ı izlemişler. Güneş batıp herkes evine çekilmeye başlarken Köradam da yavaşça toparlanmış. Torbasını omzuna alıp değneğiyle yol arayarak yürümeye başlamış. Padişah ile Vezir usulca yaklaşmış yanına:

“Sizinle biraz konuşmak istiyoruz” demiş Vezir.

Sesi duyan Köradam irkilmiş:

“Ne konuşacaksınız benimle?” diyerek sesin geldiği yöne donmuş.

“Neden size her tokat atana bir kese altın veriyorsunuz?” diyerek soruya soruyla karşılık vermiş Padişah.

Duyduğu bu ikinci sesle bir başka kişinin daha olduğunu anlayan Köradam’ın tedirginliği artmış:

“Siz de kimsiniz?” diye sormuş.

“Biz iki yolcuyuz” demiş Padişah, sesini yumuşatarak. “Sizin ününüzü çok uzaklardan duyduk. Öykünüzü merak ettik, öğrenmek için buralara kadar geldik. Bizi eli boş döndürmeyin.”

Köradam bir süre düşündükten sonra:

“Peki demiş. “Size öykümü anlatacağım ama her bilginin de bir bedeli vardır. Eğer bilgimin bedelini verirseniz merakınızı gideririm.”

“Ne kadar para istiyorsanız söyleyin, derhal ödeyelim” demiş Padişah.

“Her şey parayla ölçülmez” demiş Köradam. “Benim paraya ihtiyacım yok.”

“Ne istiyorsunuz o halde?” diye Vezir sormuş bu defa merakla.

“İsteğim çok basit. Buradan iki günlük yolda bir kent var. O kentte çok maharetli bir kuyumcu yaşar. Kentte pazar kurulduğu gün. kuyumcu esnafı bu adamın yolunu gözler. Adam pazara gelince herkes çevresinde halka olur. Kuyumcu, torbasından tavuk yumurtası büyüklüğünde bir altın çıkarır. O büyüklükte bir altın bugüne kadar ne görülmüş ne duyulmuştur. Bakanların gözleri ışıldar, soluğu kesilir. Parası olanlar altın satın almak için birbirleriyle yarışmaya başlar. Haraç mezat satışa tutuşurlar. Talipliler durmadan fiyatı artırır. Mezat saatlerce sürer. Sonunda altın yumurta en fazla fiyat verenin üzerinde kalır.

"

Masal Masal İçinde kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?

Masal Masal İçinde