Bayrağım, Dinim, Cinsiyetim Yok!

Sıkı sıkı sarılırız kimliklerimize. Kimliğmizdir, bize kan davalarından savaşlara kadar davetiye çıkartan. Kimliğimizdir, bizi ırkçıların, dalkavukların, oportünistlerin hedefi yapan. Kimliğimizdir, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” dedirten.

Kimliğimizi bulmak yerine ondan kurtulmalı mı? Giderek totaliterleşen devletlere, hakkımızda depoladıkları bigilerle hayatımızın her girdi çıktısından bize bir şeyler satmaya çalışan şirketlere karşı, kimliğimizi mümkün olduğu kadar değiştirerek, gizleyerek, yalan söyleyerek korumamız şart. Özgürlük, aitliklerimizden sıyrılmamızda.

Doldurduğumuz formlardan, aşklarımızdan, yolculukta karşılaştığımız yabancılara kadar kim olduğumuzu ifşa etmekle meşgulüz. Oysa ilişkilerimiz, yaptığımız işler, kim olduğumuzdan önemli olmalı… ilişkilerimizde “Kimsin?”, “Kimlerdensin?” diye ne kadar az sorarsak, toplumca o denli kurtuluruz düzenin kalıplarından…

Ulusal, dinî, cinsel kimliklerimizin bizi esir almasına izin mi vereceğiz, yoksa tüm bunlardan sıyrılıp “dünya vatandaşı” olmanın kapılarını aralayabilecek miyiz? Gündüz Vassaf’tan, insanı kendisi ve yaşadığı dünya üzerine düşünmeye sevk eden, çarpıcı sorularla dolu, zihin açıcı bir kitap…


Dünya vatandaşlığının kapısını aralayan
Immanuel Kant’a ve bu yolda yürümüş
Hrant Dink’e…

ÖNSÖZ YERİNE: KİMLİĞİMİ KAYBETTİM, HÜKÜMSÜZDÜR!

Sıkı sıkı sarılırız kimliklerimize. Kimliğimizdir, bize kan davalarından savaşlara kadar davetiye çıkartan. Kimliğimizdir, bizi ırkçıların, dalkavukların, oportünistlerin hedefi yapan. Kimliğimizdir, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” dedirten.

Adam havaalanında kuyruğun önüne geçip görevliye biletini uzatır. “Sıraya girin beyefendi,” diye ikazda bulunur yer hostesi. “Kim olduğumu biliyor musun?” diye kükrer kelli felli adam. “Bir dakika beyefendi,” der yer hostesi. Mikrofonu alır. Havaalanına şu anonsu yapar: “Burada kim olduğunu bilmeyen biri var. Tanıyan varsa lütfen gelip sahip çıksın.”

Kimlik denilen her neyse öyle müphem bir şey olmalı ki, 20. yüzyılda psikologlar zeka testlerinin yanı sıra gelir kaynaklarının peynir ekmeği olan “kimlik/kişilik” testlerini keşfettiler. Onlara göre hayat boyu koşarız, “Ben kimim?” sorusunun peşinde. Öğrencilik, evlilik, yaşlılık ve benzer dönemlerimizde kendimizi farklı tanımlamamız, tanımlara göre davranmamız yetmezmiş gibi, bizi en yakından tanıyan anne-babamız, eşimiz, dostlarımızın bile, bizi nasıl algıladıklarıyla kendimize göre nasıl olduğumuz arasında dağlar kadar fark vardır. “Sen beni tanımıyorsun” diye ömür boyu isyan ederiz yakınlarımıza.

Bu işte bir terslik var. Kimliğimizi bulmak yerine ondan kurtulmalı mı? Tek neden bile yeterli. Giderek totaliterleşen devletlere, hakkımızda depoladıkları bilgilerle hayatımızın her girdi çıktısından bize bir şeyler satmaya çalışan şirketlere karşı, kimliğimizi mümkün olduğu kadar değiştirerek, gizleyerek, yalan söyleyerek korumamız şart.

Özgürlük, aitliklerimizden kimliksizleşmemizde.

Doldurduğumuz formlardan, aşklarımızdan, yolculukta karşılaştığımız yabancılara kadar kim olduğumuzu ifşa etmekle meşgulüz. Oysa ilişkilerimiz, yaptığımız işler, kim olduğumuzdan önemli olmalı. Geçenlerde tanıştığım biri her gün küçük bir özgürleşme oyunu oynadığını söyledi. Bilenler bilir, çeşitlilik kisvesi altında hayatımızı standartlaştıran Starbucks Kahveleri’nde, siparişinizi verdikten sonra beklemeniz gerektiğinden isim veriliyor. Yeni dostum her gittiğinde başka bir isimle kahvesini ısmarlamaya başlamış.

Kimi zaman tanınmış bir politikacı ya da tarihe geçmiş ünlülerin adlarıyla kendisini çağırtıyor, kimi zaman ölen dostlarının, kimi zaman “halk düşmanları”yla “vatan hainleri”nin, kimi zaman “karşı” cinsten birisinin.

Andy Warhol’un, “Bir gün herkes 15 dakikalığına meşhur olacak” kehanetinden esinlenmişçesine, o da hiç olmazsa günde bir kez kimliğinden özgürleşmenin peşinde. Hak vermedim değil. Yoksa arada sırada rüyalarımda kendimi öyle yapar görüyorum da uydurdum mu böyle birisi olduğunu?

Siz de benzer duygular yaşamışsınızdır. Kendimi belki de en özgür hissettiğim anlar, karşılıklı kim olduğumuzu bilmediklerimle yaptığım tesadüfi sohbetlerde olur. Bir ifşa ettik mi kimliğimizi, tılsım bozulur. Kadın-erkek fark etmez, çok kişinin düşünde yok mudur, tanımadığı, bir daha görmeyeceğini bildiği birisiyle sevişmek?

Kimliğin prangaya vurulma hissi olduğunun en iyi örneği iktidar sahipleriyle meşhurlar. Doyumsuzluklarıyla yüzleştikleri noktadan sonra ellerinden geleni yapmazlar mı kimliklerini gizleyip aramıza karışmak için? Padişahların, kralların halkın derdini anlayabilmek için tebdil-i kıyafette dolaşmaları düpedüz devletler tarihi propagandası. Dertleri, kimliklerinden kurtulup özgürleşmek.

Günlük ilişkilerimizde “Kimsin?”, “Kimlerdensin?” diye ne kadar az sorarsak, toplumca o denli kurtuluruz düzenin kalıplarından.

Bari yaşarken yapalım. Yoksa malum, Türkiye’de öldünüz mü kimliğimizi kanunen devlet teslim alıyor.

2010

I.

BAYRAĞIM YOK

ULUSLAR VARDIR…
Uluslar da bireyler gibi utanır.

Uluslar vardır, zorbalarını yargılar utancını içinden söküp atmak için.

Uluslar vardır, tarihlerinin karanlık sayfalarını herkesin gözleri önünde teker teker açmaya başlar ibret olsun diye.

Uluslar vardır, görmezlikten gelir, inkâr eder, unutmak ister kendilerinden bile bile gizlediklerini.

Tarihiyle övünebilen ulus ancak tarihiyle hesaplaşabilendir. Gününü geçmişten özgürleştirerek yaşar. Korkmadan sorgular.

Uluslar vardır, korka korka yaşar kendi topraklarında. Ne soru sorabilir ne de sorulmasını ister. Korkusundan, hesap sormadıklarını baş tacı eder. Kendisini de onların kulu.

Uluslar vardır, alışır utandıklarına.

Her sabah aynada gördüğümüz yüzümüz gibi günlük hayatımızın parçası olur bir zamanlar kendimize yakıştıramadıklarımız. Ve alıştıklarımızı bize yakıştırmayanlar da, düşmanlarımız.

Düşmanları çoktur kendisine yakıştıramadıklarını düşmandan bilenlerin. Düşmanları çoktur düşmansız tutunamayan, iktidarları için iç düşman, dış düşman, düşman üstüne düşman hortlatanların. Düşman yaratmak yalan ve korkuyla kuklalaştırılıp perdenin arkasına bakmaya cesaret edemeyenlerin çaresizliğinin ifadesidir.

Güçlerini korkutmaktan alanlar zamanla korkuttuklarının vazgeçilmez koruyucuları olur.

Korumak isteyenler yasaklara sığınır.

Neyi yapamayacağını bilmek ister.

Bilmek ister düşüncenin hangi renginin yasak olduğunu.

Uluslar vardır, çocuklarının oyunlarında bile özgürlüğü unutmuş.

Uluslar vardır, özgürlüğü pazar yerinin istatistiklerinde arayan.

Uluslar vardır, yasayla yasağı birbirinden bir türlü ayırt edemeyen.

Uluslar vardır, kendini tanımaktan kaçan.

Uluslar vardır, kendilerinin olmadığı bir dünya düşünemeyen.

2000

ULUS-DEVLET DEMOKRASİYE DAR GELİYOR

“Ulus-devlet, ufak sorunlara çözüm arayabilmek için fazla büyük, büyük sorunlarla baş edebilmek için fazla küçük” der, sosyolog Daniel Bell.

Bir yandan köşebaşımızda olup bitenlere başkentlerdeki isimsiz bürokratlar karar verirken, ülkelerin ekonomilerine yön veren çokuluslu şirketler var. Sivil toplum kuruluşlarıyla hükümet dışı örgütlerse bu mevcut duruma yeni ve daha adil bir işlerlik kazandırma çabasındalar.

Ama belki elzem olan, bu düzeni denetlemek değil, değiştirmek.

Dünyada ulus-devletlerden çok daha fazla sayıda ulus var. Bu ulusların önemli bir kısmı hallerinden memnun değil. Kimi var olamıyor, yok edilmek isteniyor. Bu nedenle önüne geçilemeyen savaşlar, katliamlar günlük yaşantımızın parçası. Savaşsız bir dünya iddiasıyla Birleşmiş Milletler 1945’te kurulduğunda, devleti olmayan kimi uluslar yok sayılırken örgüte, imparatorlukların parçalanmasından yaratılan çoğu yapay ülkeler dahil edildi. Günümüzde görülen “ikinci kuşak” bağımsızlık savaşları emperyalizmden kurtulmuş ülkelere karşı veriliyor.

Neden aynı. Ortak bir kültürü, dini, dili olan belki binlerce yıl aynı topraklarda yaşamış insanların çoğunlukta oldukları yerlerde özerk ya da bağımsız olma arzuları.

Ulusal bağımsızlık adına ileride neler olabileceğine ilişkin akıl almaz bir senaryoyla karşı karşıyayız.

• 1990’da devlet sayısı 170. Ulus sayısı 15.000. Savaş sayısı 120.

• Yaşadıkları topraklardan sürülenlerin sayısı 150 milyon

• Nijerya’daki ulus sayısı 450

• Brezilya’daki ulus sayısı 180

• Kolomb’tan önce (1492) Kuzey Amerika’da konuşulan dil sayısı 1.000

• Bugün ABD’de konuşulan dil sayısı 200 (Kaynak: Maybury-Lewis D., Millenium, 1992)

Bir yanda evrensel sorunlarımıza sırtını dönmüş, kemikleşmiş şoven ulus-devletler, bir yanda tarihî zamanlama şaşkını “kahramanlar” önderliğinde devlet olmaya “özendirilen” uluslar. Dünyanın siyaseten iflas ettiğinin farkında olanlar ise genellikle mevcut sistemi duyarlı kılmanın yollarını aramakla yetiniyor.

Ulus-devletlerin giydirdiği üniformaların altında ezilen, sesini çıkaramayan nice kimlikler, 21. yüzyılda “biz de varız” demekten, azınlık hakları istemekten öte, yaşadıkları yerlerde herkes kadar ev sahibi konumunda olmayı hak ediyor.

ABD’nin İngiltere İmparatorluğu’na karşı verdiği ilk ulusal bağımsızlık savaşının gerekçesi Amerikalıların vergi ödedikleri halde seçme ve seçilme hakları olmamasıydı. Bugün Asya, Avrupa, Amerika, Avustralya ve Afrika’da yüz milyonlarca göçmen bu konumda. Yunan demokrasilerindeki köleler gibi çalıştırılmalarına rağmen, yaşadıkları, çalıştıkları, vergi ödedikleri ülkelerde temsil hakları yok. Azınlık hakları göz boyamadan ibaret.

Sorun eşitlik. Sorun demokrasi.

İster Dubai’ye gidin ister Londra’ya, Paris’e ya da Moskova’ya. Göçlerle dünya nüfusunun demografisi değişti.

Ulus-devlet demokrasiye dar geliyor.

Düzenin kısır döngüsü içinde verilen uluslaşma savaşlarıyla ulus-devlete karşı, azınlık hakları gibi nispeten çaresiz uğraşlar, tarihte başka kültürlerin çokuluslu başarılarını göz ardı ediyor. Örneğin, Kuzey Amerika’daki çok dilli çok kültürlü konfederasyonlarda beş ayrı ulus 500 yıla yakın barış içinde yaşamış Avrupa uygarlığının soykırımına uğratılana kadar.

Mevcut kültürleri yaşatabilmemiz sadece insan hakları açısından değil, ulus-devlet üzerine kurulu tek tip dünya düzenine alternatifler üretebilmemiz açısından da önemli.

2000

"

Kimliğimi Kaybettim, Hükümsüzdür! kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?

Kimliğimi Kaybettim, Hükümsüzdür! (2010)

Kimliğimi Kaybettim, Hükümsüzdür!

Deneme
Yazar: Gündüz Vassaf  
İlk Basım: 2010
Yayınevi: İletişim Yayınları