Doğan Cüceloğlu ve İrfan Erdoğan, bu kitapta genç fidanları taptaze umutlara dönüştüren öğretmenlerimizi konuşuyorlar. Eğitim ve öğretmenlik hakkında bugüne kadar biriktirdikleri kuramsal, tarihsel ve güncel fikirlerini paylaşmak üzere bir araya gelen Doğan Cüceloğlu ve İrfan Erdoğan, uzun soluklu bir yol arkadaşlığı kurdular.
Yaklaşık bir yıla yayılan bir zaman dilimi içinde, sadece İstanbul’da değil, Türkiye’nin çeşitli kentlerinde “öğretmen”i konuştular, tartıştılar ve bütün bu kayıtları, elinizdeki kitabın malzemesini teşkil edecek şekilde düzenlediler. Nihayetinde ortaya çıkan bu eser, eğitim konusunda Türkiye’nin en birikimli düşünürlerinden Doğan Cüceloğlu ve İrfan Erdoğan’ın yalnızca kendi aralarındaki değil, tüm öğretmenlerimizle kurdukları diyalogun bir ürünü olarak görülmelidir. Ve şimdi bu diyalog, kitabın okurlarıyla devam edecek. Öğretmen Olmak, sadece okulda değil, yaşamın her alanında, herkese esin kaynağı olmak isteyenlere…
Öğretmen Olmak
Bir Can’a Dokunmak
Giriş
2007 yılının bir sonbahar gününde. Türkiye Özel Okullar Birliği’nin Trabzon’da organize ettiği bir konferansta İrfan Erdoğan ile tanıştım. O sıralar, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesindeki Talim ve Terbiye Kurulu’nun başkanıydı ve Türkiye’nin eğitim sisteminin iyileştirilmesi için var gücüyle çaba sarf etmekteydi. Konferanstan sonra birlikte Rize’ye geçtik. Yolculuğumuz eğitime, öğretime ve öğretmene dair sohbetle akıp gitti. O gün Rize’deki programımızı tamamladık, fakat eğitim hakkında konuşmaya doyamadık; biz de tekrar görüşmek üzere vedalaşıp ayrıldık.
İrfan Erdoğan ile İstanbul’a döndükten sonra da görüşmeye devam ettik. O, bu arada Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki görevinden aynldı. Eğitim sistemi için yaptıklarını ve yapmak istediklerini bilen bir kişi olarak, bu ayrılığa üzüldüm. Diğer taraftan, eğitime katkı sağlamaya devam edeceğinden emin olarak ilişkimizi daha da önemsedim.
İrfan Erdoğan ile birlikte İstanbul’da ve Türkiye’nin çeşitli kentlerinde konferanslar verdik, okulları ziyaret ettik, gözlemlerde bulunduk. Eğitime dair gözlemlerimizi, okuduğumuz kitapları paylaştık. Sohbetlerimizin benim için özel bir değeri vardı; eğitim konusunu, birikim ve tecrübesine güvendiğim bir eğitimciyle ele almak bende ayrı bir heyecan uyandırıyordu. Üstelik aynı yörenin çocuğu olarak birbirimizi anlamakta hiç zorluk çekmiyorduk. Elinizdeki kitabın toprağı da, işte bu can cana sohbetlerdir.
İrfan Erdoğan’la aramızda gelişen bu zengin diyalogun iki kişiyle sınırlı kalmayıp topluma katkı sağlaması gerektiği fikrini filizlendiren kişi ise, Final Yayıncılık Yönetim Kurulu Başkanı İhsan Özen oldu. Onun önerisi ve telkininin ardından bu fikre bütünüyle ikna oldum ve konuyu görüşmek üzere İrfan Hoca ile randevulaştım. Bu kitabın duvarına ilk tuğlayı da o buluşmamızda koyduk. Nitekim bizi bu işe gönülden ikna eden şey, o dönem hepimizin yüreğini sızlatan fevkalade dramatik bir meseleye dair duyduğumuz ortak kederdi. Bu bakımdan, 2011 yılının Aralık ayındaki o buluşmamızda aramızda geçenleri okurlarımızla paylaşmak istiyorum.
İrfan Hoca ile güzel bir İstanbul sabahı, iskelede buluştuk. Şirket-i Hayriye’nin zamana yenik düşmemiş son vapurlarından biriyle Boğaz’ı geçiyoruz. Bize eşlik eden martılar ve hafifçe çiseleyen yağmur, insanın içini yaşam ümidiyle dolduruyor. İstanbul’da güne başlarken. hele bir de vapurla seyahat ederken kahvaltıyı çay ve simitle yapmanın tadına doyum olmaz. Biz de o sabah öyle yaptık ve İrfan Hoca ile birlikte, sabahın bereketli atmosferi içinde, güne keyifli bir yolculukla başlamış olduk. Çaylarımızı yudumlarken ben, birkaç gün sonra vereceğim konferansın notlarına göz atmaktaydım. İrfan Hoca da çantasından çıkardığı gazeteyi okuyordu. Okuduğu bir haberden epey etkilenmiş olsa gerek, bir ara gerginleştiğini hissetim; başını kederle sağa sola sallayıp iç geçiriyordu. Gazeteyi ani bir hareketle katlayıp bir kenara koydu. Bunun üzerine meraklanıp, okuduğu haberi sordum. O da anlattı.
.
-Hocam, geçen ekim ayında Van’da meydana gelen depremi biliyorsunuz. Olayın üzerinden haftalar geçmesine rağmen gün geçmiyor ki kaybettiğimiz yurttaşlarımıza dair insanın yüreğini burkan bir öykü duymayalım. Ama özellikle Erciş’te kaybettiğimiz bir grup insanın öyküsü bir başka hazin…-
Evet, sanırım depremde vefat eden öğretmenleri kastediyorsunuz.
-Evet Hocam. Depremde kaybettiğimiz yurttaşlarımızın sayısı 640’ı geçti. Bu kişilerin 76’sı öğretmen ve sadece Erciş’te 64 öğretmenimizi kaybettik. Erciş’te yaşananlar, gerçekten fevkalade yürek burkucu. O gün, çok sayıda genç öğretmen, bir seminere katılmak üzere Erciş kent merkezine gelip, sabah saatlerinde seminerin düzenleneceği kaymakamlık binasına gitmişler. Ancak bir şekilde seminer iptal edilmiş. Bunun üzerine öğretmenler de, hep beraber kahvaltı yapmak üzere yakında bulunan bir kafeteryaya geçmişler. Depremin şiddeti ile kafeteryanın bulunduğu bina üzerlerine çökmüş ve gencecik yaştaki öğretmenlerimizin büyük bir çoğunluğu oracıkta can vermiş.-
Gerçekten hazin bir durum… İnsanın aklına pek çok soru geliyor. Mesela seminer niye durup dururken iptal edilmiş? Seminerin yapılacağı kaymakamlık binası da çökmüş mü?
-Seminerin neden iptal edildiği belli değil. En azından biz bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var: Kaymakamlık binasının sadece camları kırılmış, yani bina yıkılmamış.-
Kader demeye dilim varmıyor ama seminer iptal edilmemiş olsaydı bugün onlarca can yaşayacaktı. Ne acı…
-Birçoğunun hazin birer hayat öyküsü var; insanın içini kanatacak türden.-
Evet… Duyduğum kadarıyla vefat eden öğretmenlerin çoğu yeni atanmış, yani gencecik insanlarmış.
-Evet Hocam. Zaten bazı haberlerde, ölümlerine neden olan o seminerin, stajyerliklerini tamamlamaları için zorunlu olarak katıldıkları seminerlerden biri olduğu belirtiliyor.
O kafeteryada vefat eden öğretmelerimizden ikisinin hayat öyküsü gerçekten çok dokunaklı… Merhume Melike Atman, anne ve babasını 1995 teki Dinar depreminde kaybetmiş. Öksüz kalınca Alanya’da bir aile tarafından evlat edinilmiş, öğretmenliğe hak kazandıktan sonra ilk tayin yeri olarak Van’a atanmış. Deprem olduğunda henüz kırk günlük öğretmenmiş Melike Hoca. Ve Doğan Hocam, aldığı ilk maaşını da çevresinde maddi bakımdan zor durumdaki insanlara dağıtmış…-
Gerçekten de yürek sızlancı bir yaşam öyküsü…
-Bir diğer öğretmenimiz de Okay Yaşar… O da henüz bir yıllık öğretmenmiş, Erciş’te depreme yakalandığında. İki yıl önce babasını kaybetmiş. Ardından kendisi de kan kanserine yakalanmış. Tedavi sonucu kanseri yenmiş ve ailesinin aksi yöndeki tüm ısrarlarına rağmen öğretmen olmak üzere Erciş’e gelmiş. Deprem olduğu sırada sokak ta yürüyormuş ve binanın birinden kopup başına isabet eden bir taş parçasıyla hayatnı kaybetmiş… Müzikle de uğraşan, hayat dolu bir gençmiş Okay Hoca…-
Hepsinin ruhu şad olsun. Hepsi birer candı. Öğretmenlik yaşamları kısa sürmüş olsa da, eminim ki emek verdikleri öğrencileri üzerinde bir ömür boyu sürecek izler bırakmışlardır. Hepsinden de önemlisi, yaşamış olsalardı daha nice cana dokunacaklardı.
-Evet Hocam; kaybettiğimiz öğretmenler, bir cana dokunmayı, tüm zor koşullara rağmen emek vermeyi en iyi bilen insanlardı. Ben de Tanrı’dan rahmet diliyorum onlara.-
Bence dünyada öğretmenlik gibi hiçbir meslek yok ki sadece bir saatlik bir dersle bile bir insanın kaderini etkileyebilsin. Onların anılarını yaşatmak, sadece öğrencilerinin değil, hepimizin boynunun borcudur..
.
Vapur iskeleye yanaştığı sırada ikimiz de sessizleşmiş, düşüncelere dalmıştık. Bu gazete haberinin bize aktardığı bilgi, ikimizi de bir hayli duygulandırmıştı. Sadece genç öğretmenlerimizin değil, Van’da yitirdiğimiz tüm yurttaşlarımızın acısı yüreğimizde halen tazeydi. Vapurdan, bu duygularla indik ve sohbet etmek üzere iskelenin hemen yakınındaki kafeteryaya gittik. İhsan Özen’in, sohbetlerimizde paylaştığımız konuları bir kitap olarak bir araya getirme önerisini İrfan Hoca’ya açtığımda, bu öneriyi canıgönülden kabul etti. Böylece elinizdeki kitabın malzemesini teşkil eden sohbetlerimizi planladık ve hazırlıklara başladık.
Yaklaşık bir yıla yayılan bir takvim içinde, sadece İstanbul’da değil, birlikte seyahat ettiğimiz çeşitli kentlerde sohbetler edip tümünü ses kayıt cihazıyla kaydettik. Ana konusu öğretmenlik olan bu sohbetler boyunca, sadece genel olarak eğitim sistemini ve okulları değil, örneğin ebeveynlerin ve aile ortamının öğrencinin eğitim yaşamı üzerindeki etkilerini de konuştuk. Bütün bunlar elinizdeki kitapta bir araya geldikten sonra, sohbetlerimiz esnasında atıfta bulunduğumuz veya adlarını anmasak da yararlandığımız pek çok yazar ve düşünürün eserlerini okurlarla paylaşabilmek için, kitabın sonuna bir de “Kaynakça” bölümü ekledik.
Son olarak, şunu da belirtmek isteriz ki bu kitapla amaçlanan, salt okuru “bilgilendirmek” veya “aydınlatmak” değildir. Şüphesiz, sohbetlerimiz esnasında dikkat çekmek istediğimiz hususlar, vermek istediğimiz mesajlar oldu, ancak bizim asıl amacımız, ele aldığımız konuları anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmaktı. Dileriz, bu amaca yaklaşabilmişizdir.
Sohbetlerimizin, sizleri eğitim ve özel olarak da öğretmen üzerine düşündürmesini umut ediyoruz.
Doğan Cüceloğlu
Eğitim ve Öğretmen
İrfan Hoca ile “öğretmen“i konuşacağımız sohbetlerimizin ilki için Çengelköy’deki Çınaraltı Çay Bahçesi’nde buluştuk. Bu uzun soluklu yola ilk adımımızı atarken, ikimiz de bir hayli heyecanlıydık. Zira bu yolun sonunda, aramızdaki diyalogu kalıcı bir eser olarak ortaya koymayı hedefliyorduk. Bu serüvenin bize katacaklarının merakı da şüphesiz bir başka heyecan kaynağıydı.
Hava soğuk olduğundan, çay bahçesinin kapalı bölümüne geçtik ve bu enfes güzellikteki manzaraya bakan sakin bir masa bulup oturduk. İrfan Hoca, sohbetlerimizi kaydedeceğimiz cihazı hazırlamıştı bile. Biraz hoşbeşten sonra kayıt düğmesine basıp yola koyulduk. İlk sözü ben aldım.
Evet İrfan Hocam, sohbetlerimiz öğretmen üzerine odaklanacak. Ancak “öğretmen” dendiği zaman, doğal olarak akla eğitim gelir. Bu nedenle, öncelikle eğitimin ne olduğu üzerinde kısaca durmak gerektiğine inanıyorum. Nedir sizce eğitim?
-Eğitim, genellikle davranış değiştirme süreci olarak tanımlanır. Bunun dışında eğitimle ilgili farklı tanımlamalar da vardır, örneğin Durkheim, eğitimi, yetişmiş kuşağın birikimlerini yetişmekte olan kuşağa yöntemli bir şekilde aktarması olarak tanımlar. Eğitimi, yetişmekte olan neslin uyum kabiliyeti kazanması olarak tanımlayanlar da vardır. Bazı otoritelerce ise eğitim, yaşama hazırlıktır. Bazılarına göre ise yaşama hazırlık değil, yaşamın ta kendisidir.
Bunlar, eğitimle ilgili yapılmış belli başlı tanımlardır. Ancak müsaadeniz olursa ben kendi tanımımı yapmak istiyorum.-
Tabii ki. Buyurun.
-Bence, eğitim bir cümledir.
Eğitim bir cümledir, ne demek? Rica etsem biraz daha açabilir misiniz?
-Ne demek istediğimi daha açık bir şekilde ifade etmem için, “cümle”nin ne olduğunu söylemeliyim önce. Bir cümle; özne, nesne, tümleç, zarf ve yüklemden oluşur. Eğitim de tıpkı cümle gibi, öznesi, nesnesi, tümleci ve yüklemi olan bir yapı veya bir sistemdir. Yani eğitim, belli unsurlardan oluşan ve bütünlüğü olan bir kompozisyondur. Ve bu bütünlüğün, idareciler, öğretmenler, ebeveynler, öğrenciler; geçmiş, bugün, gelecek; okul, aile, toplum; ders kitapları, programlar ve teknolojik araç gereçler gibi unsurları vardır. Bence eğitim, işte budur. Yani bir cümle gibi, birbiriyle ilişkili öğelerden oluşan bir sistemdir.
Cümle, bir sözcük dizisidir. Bu anlamda, çok sayıda kelimeyi yan yana sıralayarak bir cümle kurulabilir. Ancak anlambilimsel olarak, cümlenin öğeleri, yani kelimeleri çoğaldıkça anlaşılması da zorlaşabilir. Dilbilim açısından en iyi cümle, bir düşünceyi, içinde gereksiz hiçbir kelime olmaksızın ifade eden duru cümledir. Cümle vardır, çok uzundur, fakat istenileni hâlâ anlatamaz; cümle vardır, iki kelimedir, fakat ifade yerindedir. Anlamsız ve art arda sıralanmış kelimelerden oluşan cümleler ne dinlenir, ne de okunur.
İşte, eğitim de böyledir; çok sayıda öğeyi içeren bir sistemdir. Ancak sadeleştirildiği ölçüde etkili ve verimli olarak gerçekleştirilebilecek bir iştir. İçeriğinde birbirinden farklı çok sayıda unsuru banndırsa da, duruma göre belli unsurları ön plana alarak başarılı bir şekilde sürdürülebilecek bir süreçtir. Hatta tıpkı az sayıda kelimeyle kurulan ve anlamı çok güçlü olan bir cümle gibi, bazı unsurları görünmez kılarak daha iyi sonuç alabileceğiniz bir yapıdır.
Eğitimin, tıpkı cümle gibi bir sistem oluşturması noktasında size katılıyorum. Ama cümle bir kere yapılandıktan sonra durağandır, statiktir. Eğitim ise cümleden farklı olarak dinamik bir süreçtir. Ne dersiniz?
-Aslında cümle de tıpkı eğitim gibi dinamiktir, kendi içinde aynı anlamı taşıyan farklı yapılar oluşturulabilir. Örneğin, “Kuşlara taş atan çocuk, annesini üzdü,” cümlesini, aynı anlamı ifade etmek üzere farklı yapılarda söyleyebilirim: Çocuk kuşlara taş attığı için, annesi üzüldü… Çocuğu kuşlara taş atan anne üzüldü… Kuşlara taş atan çocuğun annesi üzüldü… Taş attığı için çocuğu kuşlara, anne üzüldü… Her bir cümle, yapısal bir bütündür; ama farklı yapıdaki bu cümleler, benzer içerikler ifade etmektedir, işte benim söylediğim de budur: Eğitim, anlam bütünlüğüne sahip olan bir cümledir. Yapısı değişse dahi, şayet cümle gibiyse anlam bütünlüğünü korur.-
Teşekkür ederim, sorumun cevabını aldım. Peki, sizin cümle tanımınızdan hareket ederek sormak istediğim bir soru daha var: Eğitim bir cümle ise, sizin bu cümlede gördüğünüz ana öğe hangisidir?
-Eğitimin en asli öğesi, bana göre öğretmendir. Çünkü öğretmen eğitimin başlatıcısı, geliştiricisi, uygulayıcısıdır.
Bir cümledeki özne ne ise, eğitimde de öğretmen odur diyebilir miyiz?
Öğretmen Olmak kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.