John Steinbeck’in tartışmasız en büyük eseri olan ve ona Pulitzer ödülünü kazandıran Gazap Üzümleri, 1939’da ilk kez yayınladığında şok etkisi yaratmış ve büyük tartışmalara yol açmıştı. Tüm dünyayı etkileyen “Büyük Buhran” döneminde, tarımın kapitalisleşmesi ve krizler yüzünden yoksullaşan ve mülksüzleşen yığınların ayakta kalma mücadelesinin anlatıldığı bu destansı romanda Steinbeck, açlık, sefalet ve zorbalık yüzünden evlerini terk edip yollara düşmek zorunda kalan binlerce işçi ailesinden birine odaklanıyor. Boşa çıkan umutların, hüzne dönüşen sevinçlerin arasında insanlığın direncini ve onurunu çarpıcı bir dille anlatan, kapitalizmi iliklerine kadar eleştiren Gazap Üzümleri, 20 yüzyılın en önemli eserlerinden biridir.
Gazap Üzümleri
1
Giderek seyrelen son yağmurlar Oklahoma’nın kızıl topraklarını ıslatırken, boz topraklı kesiminin bir kısmına ancak değdi, üstelik çatlak toprağın içine pek de işleyemedi. Yüzeyden akan dereciklerin izleri üstünde sabanlar hemen gidip geldi. Yine de bu kadarcık yağmur sayesinde bile mısırlar çabucak boy attı; yol kenarlarında dağınık ot kümeleri belirdi, hem koyu kızıl topraklar, hem de boz topraklar yeşil bir örtü altında görünmez oldu. Mayısın sonunda gökyüzü solgun bir renk aldı, bahar boyunca uzun süre çakılı durup kalan pamuk gibi bulutlar dağılmaya başladı. Büyüyen mısırların üzerine her gün kızgın güneş düşe düşe sonunda tüm yeşil sürgünlerin iki yanı da kahverengiye dönüşmeye başladı. Bulutlar gözüktü, kayboldu, bir süre sonra denemekten vazgeçtiler. Otlar kendilerini koruyabilmek için yeşil renklerini koyulaştırdılar, çevreye yayılmaz oldular. Toprağın üzeri ince, sert bir kabuk bağladı. Gökyüzünün rengi ağarırken toprak da soldu, kızıl bölümler pembeleşti, boz bölümler beyazlaştı.
Yağmurun açtığı su yataklarını tozlar doldurdu. Köstebekler, iri karacalar dolaşırken küçük heyelanlar başlattılar. Taze mısırların yaprakları her gün kızgın güneşi yiye yiye sertliklerini, dikliklerini kaybettiler. Önce büküldüler, sonra orta damar zayıflayınca her yaprak başını aşağıya sarkıttı. Haziran geldiğinde güneş daha da kızdı. Mısır yapraklarındaki kahverengilikler genişledi, yaprağın orta damarına doğru ilerledi. Yaban otları kurudu, kendi köklerine doğru büzüldüler. Hava yoğunluğunu kaybetti, gökyüzü iyice soldu, toprak da her geçen günle birlikte beyazlaşmasını sürdürdü.
Irgatların gidip geldiği yollarda toprağı tekerler öğütüyor, at nalları dövüyordu. O zaman toprağın kabuğu çatladı, bir toz tabakası oluşturdu. Kıpırdayan her şey o tozu havaya kaldırıyordu . İnce toz tabakası yayaların beline kadar yükselirken at arabaları kenar korkuluklarının tepesine dek toza gömülüyor, otomobiller ise artlarında kaynayıp köpüren bir bulut bırakıyorlardı. Çok uzun sürüyordu kalkan tozun yere inmesi.
Haziran yarılandığında Teksas’tan ve Meksika Körfezi tarafından koca bulutlar çıkageldi. Ağır, yağmur yüklü bulutlardı bunlar. Tarlalarda çalışan adamlar başlarını kaldırıp o bulutlara baktılar, havayı kokladılar, tek parmaklarını ıslatıp havaya kaldırarak rüzgarın yönünü anlamaya çalıştılar. Bulutlar geldiğinde atlar da huysuzlanıyordu. Ama yağmur yüklü bulutlar birkaç damla bırakıp hızla başka diyarlara doğru kaydı. Peşlerinde yine solgun bir gökyüzü kaldı. Güneş yine alev alevdi. Düşen damlacıkların tozlar üzerinde açtığı çukurcuklar ve mısır yapraklan üzerinde tozsuz, yıkanmış benekler kaldı, o kadar.
Yağmur bulutlarının ardından yumuşak bir rüzgar geldi, onları kuzeye doğru sürüp uzaklaştırırken kuruyan mısırların yapraklarını hışırdattı. Bir gün böyle geçti, sonra rüzgar arttı. Dengeli, düzenli biçimde, fırtınalarla noktalanmadan hızlandı. Yollardaki tozlar havalanıp etrafa yayıldı; önce tarla kenarlarındaki otların üzerine, sonra da ekili kısımlara indi. Rüzgar şiddetini artırıp, enikonu sertleşti, mısır tarlalarındaki kabuklaşmış toprakları çözmeye uğraştı. Gökyüzü, yükselen tozlar yüzünden yavaş yavaş karardı; rüzgar toprağı yokladı, tozu gevşetti, alıp götürdü. Derken toprağın kabuğu parçalandı, tarlalardan duman gibi tozlar havaya yükselmeye başladı. Mısırlar rüzgarın önüne dikiliyor, kuru, hışırtılı sesler çıkarıyordu. Tozların ince olanları artık hiç yatışmıyor, gittikçe kararan gökyüzünde kaybolup gidiyorlardı.
Rüzgar daha da şiddetlendi, taşların altım süpürdü; samanları, ölü yaprakları, hatta ufak toprak parçalarını uçurup tarlalaların üzerinden sürükledi. Hava da gökyüzü de koyulaştı; güneş aradan kızıl kızıl parlar oldu; hava, acıtan, batan bir hal aldı. Geceleri rüzgâr toprağın üzerinde daha da hızla yarışa kalktı, mısırların küçük köklerinin çevresine kurnazca dalışlar yaptı, mısırlar zayıflamış yapraklarını kullanıp rüzgârla savaştılar ama sonunda kökleri söküldü, her bir mısır bitkisi toprağın üzerine yorgun argın serilip rüzgârın yönünü işaret eder biçimde kaldı.
Şafak söktü ama gündüz olmadı. Kurşuni gökyüzünde kızıl bir güneş belirdi. Donuk, paslı bir halka gibi. Pek ışık vermiyordu. Akşam güneşi gibiydi. Gün ilerlerken ortalık daha da karardı, rüzgâr devrik mısırların üzerinde çığlıklar attı, koşturdu durdu.
Halk, kadınıyla erkeğiyle evlerine kapandı. Dışarı çıkarken burunlarına mendil bağlıyor, gözlerini korumak için yanları kapalı gözlük takıyorlardı.
Gece bastırdığında ortalık kapkara kesildi. Yıldızlar toz tabakasını delip ışıklarını yollayamıyor, pencerelerden dökülen aydınlık da herkesin kendi bahçesinin dışına bile uzanamıyordu. Artık tozlar havayla yarı yarıya karışmış, ortaya bir hava ve toz bulamacı çıkmıştı. Evler sımsıkı kapalı, kapı ve pencere çevrelerine bezler sokuluydu ama, tozlar yine de gözükmeden giriyor, sandalyelerin, masaların, kap kacağın üzerine çiçek tozu gibi çöküyordu. İnsanlar omuzlarından toz silkiyorlardı. Kapı eşiklerinde ince toz çizgileri oluşuyordu.
Gece yarısı rüzgâr çekip gitti, toprak sessiz kaldı. Tozlu hava, sisten daha beter boğuyordu sesleri. İnsanlar rüzgârın dindiğini yataklarında yatarken duydular. Ses kesilir kesilmez uyandılar. Hiç kıpırdamadan yatıp sessizliği dikkatle dinlediler. Derken horozlar öttü, ama sesleri boğuk geldi. İnsanlar yataklarında tedirgin tedirgin kıpırdanıp, sabah olsa diye beklediler. Havadaki tozun yatışması için çok zaman geçmesi gerektiğini biliyorlardı. Sabah olduğunda tozlar sis gibi asılı kalmıştı havada. Güneş de taze kan gibi kıpkırmızıydı. Gün boyu gökten toz elendi durdu. Ertesi gün de elendi. Yerleri düzgün bir battaniye gibi örttü. Mısırların, çit direklerinin, kabloların üzerine, damlara oturdu; otları, ağaçlan kapladı.
İnsanlar evlerinden çıkınca o sıcak ve batıcı havayı koklayıp hemen burunlarını kapadılar. Çocuklar da çıktı evlerden. Fakat yağmur sonrasıymış gibi koşup bağırmadılar. Erkekler çitlere yaslanıp, mahvolan mısırlara baktılar. Artık mısırlar hızla kuruyordu. Toz tabakasının altından azıcık yeşil bir renk belli oluyordu. Erkekler sessizdi. Pek hareket de etmiyorlardı. Kadınlar da evlerinden çıkıp erkeklerinin yanında durdular… acaba adam bu sefer yıkılacak mı diye sezgileriyle yokladılar. Gizliden gizliye erkeklerinin yüzünü inceledi kadınlar. Giden mısır olsundu, önemi yoktu. Yeter ki geriye başka bir şey kalsın. Çocuklar yakınlarda duruyor, ayaklarının çıplak başparmağıyla yerdeki tozun üstüne resimler çiziyorlardı. Onlar da sezgileriyle çevreyi yokluyor, acaba kadınlarla erkekler yıkılacak mı diye anlamaya çalışıyorlardı. Kadınlarla erkeklerin yüzlerini kaçamak bakışlarla incelediler, sonra parmaklarıyla toza dikkatli çizgiler çizmeye koyuldular. Atlar, su içmeye yalaklara geldi, suyun üstüne oturmuş tozları yok etmek için burunlarından hava üflediler. Bir süre sonra bakıp duran erkeklerin yüzündeki şaşkın ifade silindi, yerine katı, kızgın, dirençli bir ifade geldi. Kadınlar o zaman kendilerini güvende hissetti; erkeklerinin yıkılmayacağını anladılar. Sonra hemen, “Ne olacak şimdi?” diye sordular. Erkekler buna, “Bilmem!” diye cevap verdi. Ama ziyanı yoktu yine de. Kadınlar artık korkulacak bir şey olmadığını biliyordu. Bakınıp duran çocuklar da biliyordu. Erkekler yıkılmadıkça, gelebilecek hiçbir kötülüğün dayanılmaz olmayacağını kadınlar da çocuklar da biliyordu. Kadınlar evlerine, işlerinin başına döndü; çocuklar oynamaya başladı ama, önce yavaş yavaş, oldukça temkinli başladılar. Gün ilerledikçe güneşin kızıllığı azaldı, toz kaplı toprağı kavurmaya koyuldu. Erkekler evlerinin eşiklerinde oturuyordu. Elleri durmadan ufacık değneklerle, taşlarla oynamaktaydı. Kıpırdamadan oturuyorlardı öylece… düşünüyor, kafalarında tartıyorlardı.
2
Yol kenarındaki küçük lokantanın önünde kocaman, kırmızı bir yük kamyonu duruyordu. Ucu aşağı kıvrık egzoz borusu hafif hafif mırıldanıyor, ağzında gözle zor görülen çelik mavisi bir duman dolaşıyordu. Yepyeni bir kamyondu. Kırmızı boyası pırıl pırıldı. Yanlarında boyu otuz santime varan büyük harflerle OKLAHOMA KENT NAKLİYE ŞİRKETİ diye yazılıydı. Çifte lastikleri de yepyeniydi. Yüksek, siyaha boyalı arka kapılarındaki iki halkaya pirinç bir asma kilit takılmış, sallanıyordu. Kapı ve pencerelerine sivrisinek teli geçmiş lokantada, bir radyo hafif dans müzikleri çalmaktaydı. Dinleyen yok diye kısmışlardı sesini. Küçük bir vantilatör, kapının üzerindeki yuvarlak deliğinin içinde sessizce dönüyor, sinekler kapı ve pencerelerde heyecanla vızıldıyor, tellere çarpıp duruyorlardı. İçerideki tek müşteri kamyonun şoförüydü. Tabureye oturmuş, dirseklerini tezgâha dayamış, kahvesinin üzerinden orada tek başına çalışan ince yapılı garson kıza bakıyordu. Kamyoncuların o tınmayan, küstah diliyle konuştu.
“Üç ay önce gördüm onu. Ameliyat olmuştu. Bir yerini kesip almışlar ama, neresiydi unuttum.”
“Ben daha bir hafta önce gördüm,” dedi kız da. “İyiydi, bir şeyi yoktu. Kör kütük olmadığı zamanlar fena çocuk değildir.”
Arada bir sineklerin kapı teline doğru vızlayarak uçuşa geçtiği duyuluyordu. Kahve makinesi duman püskürtmeye başladı, garson kız başını çevirmeden elini arkaya uzatıp düğmeyi kapattı.
Dışarıda, otoyolun kenarından yürümekte olan bir adam karşıya geçip kamyona yaklaştı. Yavaşça önüne doğru ilerledi, elini pırıl pırıl çamurluğa dayadı, ön cama yapıştırılmış Yolcu Almaz etiketine baktı. Bir an, yol boyunca yürümeye devam edecek gibi göründü, sonra caydı, kamyonun lokantadan görünmeyen taraftaki basamağına oturdu. Yaşı otuzdan fazla değildi. Gözleri çok koyu kahverengi, akları bile gölgeliydi. Elmacık kemikleri çıkık ve iri, yanakları güçlü derin çizgilerle doluydu. Bu çizgiler ağzının kenarlarından aşağıya iniyordu. Üst dudağı uzuncaydı. Dişleri biraz çıkık olduğundan, ağzını hep kapalı tutuyordu bu adam; dudağı onları örtmek için uzanmak zorundaydı. Elleri sert, parmakları enli, tırnakları ufak midye kabuklan gibi kalın, yüzeyleri pürüzlüydü. Başparmağıyla işaret parmağının arası ve avuç içleri nasırlaşmıştı.
Giysileri yepyeniydi… tümü de. Ucuz ama yeniydi. Gri kasketi öylesine gıcır gıcırdı ki, siperliği kaskatı, düğmesi de üzerindeydi. Kasketlerin çeşitli işlerde bir süre hizmet verdikten; torba, havlu, mendil olarak kullanıldıktan sonra alacağı o eğri büğrü biçime girmemişti henüz. Elbisesi gri, ucuz ve sert bir kumaştandı. Pantolonun ütü yerlerinin bozulmamış olmasından yeni olduğu belliydi. Mavi kırçıllı gömleği kırışıksızdı. Ceketi fazla büyük, pantolonu fazla kısaydı. Uzun boyluydu adam çünkü. Ceketin omuzları kol üstlerine doğru sarkıyor, kollan yine de kısa geliyor, klapaları göğsünün üstünde sallanıyordu. Ayaklarında “ordu tipi” denilen bir çift yeni, tarçın rengi ayakkabı vardı. Eskimesini önlemek için topuklarının çevresine at nalı gibi yarım daire biçiminde sırayla kabaralar çakılmışta. Adam kamyonun basamağına oturdu, kasketini çıkarıp yüzünü sildi. Sonra kasketi tekrar kafasına geçirdi, ileride canı çıkacak siperliği çekerek yerleştirdi. Gözü ayaklarına ilişti. Eğilip bağcıklarını çözdü, bir daha da bağlamadı. Başının üstünde dizel motorunun egzozu fısıltılı bir sesle mavi dumanlar çıkarıp duruyordu.
Lokantada müzik kesildi, bir erkek sesi gelmeye başladı, ama garson kız radyoyu kapamadı. Müziğin sustuğunun farkında bile değildi o. Parmaklan o sıra kulağının altında bir şişkinlik bulmuştu. Kamyon şoförüne belli etmeden arkadaki aynada o şişkinliği görmeye çalışıyordu. Saçını düzeltiyormuş gibi numara yaptı.
Merhaba bu sayfayı daha önce ziyaret ettiğin için bu kitabı okumuş olabileceğini düşündük. Dilerseniz yeni kitaplara göz atabilir ya da rastgele bir kitap seçebilirsin. Aşağıdaki kutucuğu kullanarak hızlı bir arama da yapabilirsin.
Gazap Üzümleri kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.
Gazap Üzümleri
Edebiyat
Klasikler
Ödüllü
Roman
Yazar: John Steinbeck
C