Birçok anne-baba çocuklarını kötü niyetli kişilerden korumak için “tanımadığın biri sana şeker verirse oradan kaç” gibi tavsiyelerde bulunur. Bir kısım anne-baba da çocuklarının iyiliği için üzerlerinde baskı kurup korkutmak, onları tehdit edip sindirmek zorunda olduklarına inanır.

Çocuğu korkutarak ve ürküterek mahremiyet bilinci kazandırmaya çalışmak, onu sosyal yaşamda korunaksız kılar. Böylesi çocuklar hayata karşı güvensiz, başkalarına karşı şüpheci, dost ve arkadaş edinmede yeteneksizdirler…

Halbuki Mahremiyet Eğitimi bir nezaket eğitimidir… Bu sayede çocuk kendini saygın hisseder, olumsuz bir tavır karşısında güçlü bir duruşla kendini koruyabilir.

Pedagog Dr. Adem Güneş bu eserinde, bir yandan çocuklara “zarafet ve nezaket” kazandıran, diğer yandan kendilerini kötü niyetli kişilerden koruyacak güce eriştiren Mahremiyet Eğitimi’nden bahsediyor. Her anne-babanın ve öğretmenin bilmesi gereken temel prensipleri adım adım okuyucusuyla paylaşıyor.

“Kitabın en güzel yanı, örnek olaylarla net öneriler sunması. Çocuğu olan veya çocuk bekleyen anne-babalar mutlaka okumalı.”
-S. Erdoğan, 27-

“Çocuk eğitimi üzerine kesinlikle okunması gereken bir kitap. Okurken hem çocuğumu hem kendimi daha iyi tanıdım, çocuk ebeveyn ilişkisinin nasıl olması gerektiğini kavradım.”
-D. Yaprak, 32-

“Anne – babaların en çok zorlanacağı konulardan biri üzerine tam bir başucu kitabı. Alın okuyun ve etrafınızdaki ailelere hediye edin.”
-R. Durmaz, 43-
(Tanıtım Bülteninden)

Mahremiyet Eğitimi

Başlarken…

Hangi yıldı hatırlamıyorum. Kayseri’de bir arkadaşın misafiriydik. Öğle sıcağında buz gibi çaylarımızı yudumlarken yanında misafiri olduğumuz arkadaşımız, “Falanca semtte, filanca isimli yaşlı bir zat yaşar. Bilge kişiliğiyle bölgede tanınır. İlim meclislerinde onun sözleri sıklıkla geçer… Arzu ederseniz, hava kararmadan bu bilge zata ziyarette bulunalım mı?” diye sorduğunda hepimiz, “Hay hay, neden olmasın!” diye karşılık verdik.

Kayseri’nin meşhur bağ evlerinin arasında, tozlu yollarda, düşe kalka yolculuk yaparken yanımızdaki arkadaşımız, bu bilge şahıs hakkında birçok olay anlattı. Yol uzadıkça sohbet koyulaştı. Sohbet koyulaştıkça, merakımız da artmıştı.

Bir süre sonra aracımız, yeşillikler arasındaki heybetli büyüklüğüne inat, mütevazı bir bağ evinin önünde durdu. Kapı önünde bir aracın durduğunu gören yaşlı zat, asma dallarından yaptığı şadırvanın altında, tahtadan yapılmış bir sedirin üzerinde usulca ayağa kalktı ve bahçe kapısından selam veren bizlere, “Buyurun buyurun…” diyerek bizi içeri davet etti. Geçerken uğradığımızı, bir çay içme süresince hal hatır sorup sohbet etmek istediğimiz söyleyince çok memnun oldu.

Yaşlı zat gayet sakin, yılların birikimiyle büyük bir olgunluk ve vakar içinde, bizleri asma dallarının altındaki sedire davet etti. Uzun süren tanışma faslından sonra, söz döndü dolaştı, çocuk terbiyesine geldi.

İçimizden bir arkadaşımız, günümüzde çocuk terbiyesinin ne kadar zor olduğundan bahsetti, ahlaksızlığın ne kadar hızla yayıldığından şikâyetçi oldu.

Yaşlı zat, tüm söylenenleri sakin ve olgun bir tavırla, “Doğru.” diye onayladı. Elinde tuttuğu tiryaki bardağından çayını yudumladıktan sonra derin bir nefes aldı, “Sizi tenzih ederim… Kusura bakmazsanız, günümüz anne-babaları hakkına düşüncelerimi arz edeyim.” dedi ve konuşmasını sürdürdü. “Günümüz anne-babalarının galiba en büyük sorunu ‘çokbilmişlik’… Bugün anne-babalar maşallah her konuda her şeyi biliyorlar, ama iş, asıl kendi meseleleri olan aile hayatına, çocuk yetiştirmeye gelince çaresiz kalıyorlar. Problemlerin içinden çıkamıyorlar. Annelik nasıl yapılır, babalık nedir bilmiyorlar… Babalar baba gibi değil, anneler de ana gibi değil artık. Öyle olunca toplumda hasta ruhlu yeni bir nesil yetişmeye başladı.”

Şırıl şırıl bir havuzun kenarında sedire dizilmiş bizler, sükût içinde devam eden bu sohbeti can kulağı ile dinliyorduk…

“Günümüz anne-babaları mahremiyet eğitimi nasıl verilir bilmiyorlar!” Yaşlı zat, bir süre sustu ve uzaklara baktı, sonra devam etti. “Evvelden çocuklar yetiştirilirken bir ‘mahremiyet’ eğitimi vardı. Eskiler mahremiyet eğitimine hayati derecede önem verirdi. Şimdiki anne-babalara bakıyorum, daha mahremiyetin ne olduğunu bile bilmiyorlar…” dedi ve iç çektikten sonra, “Özetle, anneler çocuklarını bu önemli konuda ihmal ediyorlar.” diye ekledi.

Konuyu biraz daha açması için, “Nasıl yani, örnek verir misiniz?” diye bir soru yönelttik kendisine.

Yaşlı zat, “Örneğin günümüz çocuklarını gözlemliyorum, kıyafetlerini değiştirirken çok rahat davranıyorlar. Şu oturduğumuz yere bir çocuk gelse, çocuğun kıyafetleri oyun esnasında kirlenmiş olsa… Annesi, çocuğun kirlenmiş elbiselerini herkesin ortasında çıkarıp üstünü değiştirebilir. Buna alışmış olan çocuk da kıyafetleri üzerinden çıkartılırken hiç utanıp sıkılmaz, mahcup olmaz… Bu çok yanlış. Anne-babalar buna dikkat etmiyor. Çocuklarına mahremiyet bilinci vermiyorlar.” dedi.

Yılların tecrübesini bizlerle paylaşan bu yaşlı zatın sözleri zihnimizde tek tek karşılık buluyordu. Konuşma derinleştikçe, mahremiyet eğitimi konusunda anne-babaların nasıl yanlışlar içine olduğunu örneklendiriyordu:

“Ya da bir başka örnek vereyim size… Çocuk, artık aklı erecek yaşa gelmiş, yani 7-8 yaşlarında, ama bakıyorsunuz ki banyo yaparken, ‘duş’ denen bir fıskiyenin altında anne-babasıyla kucak kucağa banyo yapıyor. İkisi de çırılçıplak… Olmaz ki böyle, böylesi bir davranış çocuğun kazanacağı mahremiyet duygusu adına bir cinayettir. Çocuk belli bir yaştan sonra anne-babasını kıyafetsiz görmemelidir. İşte böyle yetişen gençler, mahremiyet nedir bilmiyorlar. Mahremiyet hissi öyle bir şeydir ki bir genç kızın iffetli yaşaması için en kıymetli silahıdır. Düşünün ki şu oturduğumuz sedirlere bir grup hanım otursun. Ve işte şu karşıda gördüğünüz çalıların arasında da bir çift hain göz, burada oturan kadınları gizlice seyrediyor olsun. Burada oturan kadınlardan birinin eteği şöyle hafifçe yana doğru açılsa da şu çalıların arasında burayı gözleyen kişinin bakışları, bu kadının açılan eteğinden görünen tenine değecek olsa, eğer bu kadının mahremiyet hissi pekişmişse, tenine değen o bakışı hisseder ve irkilerek eteğini toplar. Bizim buralarda tedirgin olunca ‘estağfirullah’ denir… İşte bu hal mahremiyet bilinci ile yetişmiş bir hanımın halidir. Ama eğer, bu hanım, çocukluk yıllarında mahremiyet eğitiminden nasibini almamışsa, ne kendine yönelen bir çift hain gözü fark eder, ne o bakışlardan rahatsız olur, ne de eteğini toplama ihtiyacı hisseder.”

Bu yaşlı zatın seksen küsur yıllık hayat tecrübelerini dinlerken kendimi üniversite amfisinde pedagoji dersi veren bir profesörü dinler gibi hissettim.

NEZAKET VE ZARAFET İÇİN MAHREMİYET

Duyguların Yönetimi Eğitimi

Anne-babalar çocuklarını, kendi değerlerine bağlı, saygın insanlar olarak yetiştirmek için bir çaba içindedir. Hiçbir anne-baba yoktur ki çocuğunun ilkesiz, değersiz yetişmesini istesin…

Her aile, çocuğunun bu temel değerlere sahip olması için düşünür, planlar yapar ve bunları uygular. Uygulanan yöntemler doğru sonuçlar verebildiği gibi, çocuğun bütün yaşamını karartacak birtakım kişilik problemlerine de yol açabilir. Kimi zaman “keşke öyle yapmasaydım”larla sonuçlanan “kendince” çocuk eğitiminin en kritik bölümünüyse “mahremiyet eğitimi” oluşturur.

Mahremiyet eğitimi, çocuğun direkt kişiliğine dokunan bir eğitimdir. Çocuğa bir cinsel kimlik, bir kişilik kazandırma sürecidir. Bir başka deyişle mahremiyet eğitimi, ruha dokunan bir eğitimdir. Ruha dokunarak gelişen eğitimler, davranış oluşturmak için sürdürülen eğitimlerden farklıdır. Çocuğun ruhunda yer etme ihtimaline sahip sorunların hem tespiti hem de tedavisi uzun sürer. Zira ruhsal sorunlar, fiziksel sorunlar gibi görünür değildir. Ne tedavi eden kişi, tedavi edeceği ruhu görür, ne de çocuğun eğitimiyle meşgul olan kişi, ruhsal bir sorunun filizlendiğini fark edebilir. Bu açıdan bakıldığında mahremiyet eğitimi, oldukça hassasiyet gerektiren ve pedagojik bilgilerle yol alınması gereken bir eğitimdir.

Bununla birlikte, mahremiyet eğitimi “ruha dokunan” bir eğitim olduğu için bu eğitim sırasında çocuğa zarafet ve nezaket erdemleri de kazandırılır. Zira zarafet, ruhsal bir kazanımın bedene yansımasıdır.

O halde anne-babalar, çocuklarına mahremiyet eğitimi verirken bunu sıradan bir “terbiye” eğitimi olarak görmemeli; aksine, ruhun incelmesi, duygulara letafet yüklenmesi, kız çocuklarının “hanımefendi”, erkek çocuklarının da “beyefendi” olma eğitimi olarak algılamalıdırlar.

Kendi dünyasında saygınlık kazanan çocuk, bu güvenle kendi bedenini de korur. Ancak kendini hanımefendi-beyefendi gibi hisseden bir çocuk, saygısız bir davranış karşısında tepkisini ortaya koyabilir. Çocuğun kendini koruması, ona verilen öğütlerle ya da ikazlarla değil, kazandırılacak ruhsal saygınlıkla sağlanmalıdır. İşte bu nedenledir ki mahremiyet eğitimi, hem çocuğu hem de çevresini besleyen bir “saygınlık eğitimi”dir.

Mahremiyet Eğitimi Yanılgısı

Anne-babaları gözlemlediğimde, birçoğunun “mahremiyet eğitimi” konusunda ciddi bir yanılgı içinde olduğunu fark ediyorum.

Mahremiyet eğitiminin, çocukların (özellikle kız çocuklarının) engellenmesi, sosyal yaşamdan tecrit edilmesi, daha anaokulundan itibaren karşı cinsten ayrı tutulması olduğu zannediliyor.

Çocuğu yoğun duygusal denetim altında tutmak, ona suçluluk duygusu edindirmek ve onun “değersizlik hissi içinde çekingen davranışlar sergilemesi”ni sağlamak marifet kabul ediliyor.

Halbuki mahremiyet eğitimi çocuğa utanç duygusuyla çekingenlik kazandırmak değildir. Bilakis insan olmaktan ileri gelen değerlilik duygusuyla kendi hislerini yönetebilecek güce erişmesini sağlamaktır.

Mahremiyet eğitimi, çocuğun duygularını denetlemek değil, …

"

Mahremiyet Eğitimi kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?

Mahremiyet Eğitimi (2016)