“Ne kadar değerli insan gördüysem onların çocuğa değer verdiğini de gördüm.

Çocuğa değer vermek bir lütuf değil, insan olmanın gereğidir. Bu gerekliliğe önem veren ebeveynlerin çocukları hayatla barışık yaşar. Yeri geldiğinde coşkuyla gülebilen, gerektiğinde hüzün duyabilen çocuklardır onlar. Gözleri ışıl ışıl, ‘insan olmanın değerini’ duyarak yaşamış çocuklar…

Ne kadar sorunlu çocuk gördüysem, hepsinin ‘çocuk deyip geçilmiş’ olduğunu da gördüm.

Çocuk deyip geçmemek için çocuğun kim olduğunu bilmek gerekir.

Çocuk kimdir ve nasıl yaşar? Kişiliği nasıl gelişir? Duyguları nasıl oluşur?”

Adem Güneş Çocuk Deyip Geçmeyin’de bir çocuğun gözünden bakıyor hayata. Her bölümde yeni düşünce ufukları geliştiriyor. Kimi zaman “Dikkat dağınıklığı yoktur, o zaten çocuğun normal halidir” diyor, kimi zaman “çocuk eğitiminin ceza ile olamayacağına” dikkat çekerek yetişkin-çocuk ilişkisinin temeli olan “güven” duygusunun altını çiziyor.


Çocuk Deyip Geçmeyin

Önsöz

Hani hep bildik bir teselli vardır ya “çocuktur unutur” diye…

Yetişkinler bilirler ki, çocuk ne kadar zarara uğratılsa da ertesi gün yine gelecek ve coşku dolu hal ile kendisini inciten yetişkinin etrafında dönüp duracaktır.

Çocuğun bu hali yetişkini yanıltır, çocuğun dünü unut­tuğu zannedilir…

Hâlbuki çocuğun aklı unutsa da hisleri unutmaz…

Zira çocukluk dönemi, “akıl” ile öğrenme dönemi de­ğil, “his” île kişilik kazanma dönemidir.

örneğin, karanlıktan korkmak “akıl” ile ilgili değildir, ruhun incinmişliğidir… Ya da tırnak yemek akılla izah edilemez, ruhsal zayıflığın dışa vurumudur. Veya öfkesi­ne yenik düşen bir çocuğu akli nasihat ile durdurmonız zordur, zira o, içsel sıkıntılarını şiddet ile dışa vurmaktadır.

Ve bütün bu hisler çocukluk yıllarında oluşur.

Çocuk küçük düşürülürse kendini küçümser, suçlanırsa kendini suçlar, ona değersiz davranılırsa kendini değer­sizlik hissi ile geliştirir.

Çocuk zihnînin savunması yoktur, çocuk ne yaşarsa o olur…

Değer verilen çocuk değerli olur… Ve çocuğa değer vermek ona bir lütuf değil, insan olarak onun en doğal hakkıdır…

Gelecek, “çocuk deyip geçmeyen” ebeveyn ve eği­ticilerle inşa edilecektir.

Çocuk Deyip Geçmeyin
Adem Güneş İstanbul

Bu kitap Adem Güneş’in Aksiyon’da haftalık olarak yayımlanmış makalelerinden derlenmiştir.

Çocukluk Yılları Geride Kalırken

Bomboş bir parkın salıncağında dalgın düşüncelerle sallanırken buldum kendimi.

Uzunca zamandır çocuklarım için bir spor dalı seç­meye çalışıyorum. Erkek oldukları için futbola çok me­raklılar. Ancak ülkemizdeki futbol taraftarlığı “cinnet” noktasına geldiği için, göz göre göre böylesi bir spor dalını çocukların önüne “işte imkân” diye sunmaya içim elvermiyor.

Kendim de aslında millî maçlar haricinde pek de ilgili değilimdir futbola. Futbola karşı soğuğum. Ya da daha doğru bir ifadeyle futbol adına yapılan kavga ve gürültüler, maç sonrası sıkılan maganda kurşunları soğuttu beni bu güzelim spordan.

Ellerinde satırlarla karşı takımın formasını taşıyan kişile­re düşmanlık besleyen bir spor dalını çocuklarıma “Tara ta taam! Sizi futbol kulübüne yazdırsam ne dersiniz?” diye sunmam doğru olmazdı.

Avrupa’da aileler çocuklarına belli yaşlarda spor imkânı sunmayı bir ebeveynlik görevi olarak görürler Ancak spor dalları da kendi içinde ikiye ayrılr. Temel kazanım sporları ve ayrıcalıklı sporlar.

Yüzme bir temel kazanım sporudur ve örneğin Hollanda’da her çocuk beş yaşından itibaren yüzme eğitimi alır. Bu sporu teşvik için belediyeler her semtte modern yüzme havuzları inşa etmiştir. Hafta içinde belli saatlerde kadınlar, belli saatte yaşlılar, engelliler ve ço­cuklar yüzme havuzlarını kullanırlar.

İlkokula başlayan bütün çocuklar “diplomalı” iyi bir yüzücüdür. Bu zaten her çocuğun temel spor dalı oldu­ğu için aileler çocuklarının yüzme bilmesini bir kazanım olarak değerlendirmezler. Asıl kazanım, çocukların kendi karakterlerine uygun “ayrıcalıklı” bir spor dalı seçmeleri ile oluşur.

Örneğin, çocuklar vardır “artistik paten” yapar. Ço­cuklar vardır “golf” oynar. Çocuklar vardır “binicilik eği­timi” alır… Çocuklar okul çıkışlarında ülkemizde olduğu gibi “delice bir ödev yapma telaşı” içinde evlere kopanmazlar. sokaktadırlar veya bir spor dalının eğitimini almanın keyfi içinde sırt çantaları ile yollarda kaygısızca yürüyorlardır.

Sadece spor mudur çocuğun kazanımı? Tabii ki hayır, aileler çocuklarına bir sanat kazanımı için de kendilerine görev biçmişlerdir. Kimisi resim, kimisi müzik, kimisi drama eğitimi almanın keyfi ile yaşama hazırlanırlar.

Ama zannetmeyin ki bunca şey çocuğun sırtına yük olur… Olmuyor, çünkü bu kazanımlar bir baskı ve zorla­ma ile değil, doğal yaşam içinde gerçekleşmektedir.

Örneğin, çocuklar erken yaşlarda bir yaşam tarzı olarak dil öğrenirler. Ve her Avrupalının ikinci ana dili İngilizcedir. Sonra İspanyolca veya Fransızca üçüncü bir dil olarak öğrenilir gider. Çok özel bir durum değildir insanların üç dil bilmesi. Çünkü eğitim bir bütüncül yakla­şım içinde çocuğa dil öğrenme zeminini sunmaktadır…

Mesela televizyonda filmler orijinal dilinde yayımlanır ve alt yazılıdır. Çocuklar film izlerken hem “duyarak” dil öğrenirler hem de altyazı okuyarak okuma alışkanlığını geliştirirler.

Eğitim yaşamın doğal akışı İçinde zorlamadan devam etmelidir.

Eğitim yaşamın doğal akışı içinde zorlamadan de­vam eder.

Bunlar bir hayal değil. İşte orada yaşıyor bu insanlar, gidip bakın…

Tabii ki bütün bunların bir “hokus pokus” hareketiyle ülkemize gelmesi zor. Ve biliyorum ki ülkemizde de iyi şeyler yapılmak isteniyor. Milli Eğitim Bakanlığı bütün eleştirilere rağmen iyi bir şeyler yapmak için ciddi çaba sarf ediyor. Fakat eski eğitim sistemi ile yetişmiş kişilerin yeni bir eğitim sistemi inşa etmesinin imkânsız olduğunu görüyorum.

Belki biraz sabretmek gerek, onu da biliyorum. Ama acelem var, çünkü çocuklar büyüyor… Ne bir ikinci dil öğreniyorlar ne kişilik geliştirici bir sporla ilgileniyorlar ne de bir sanat dalında kendilerini geliştiriyorlar… Bunları gördükçe çaresizce üzülüyorum…

Aslında yazmak istediklerim bunlar değildi… Bunlar, gençliğini Batı’da geçirmiş bir pedagogun, bomboş bir parkın salıncağında sallanırken evde ödev yapan ülkesinin çocukları için kirpiklerinin ıslanmasına sebep olan düşüncelerdi.

Ben asıl çocuklarıma hangi spor dalını “neden” seç­tiğimi anlatacaktım ama olmadı.

Anne ile Uyumak Güven Veriyor

Annenin yeni doğan bebeği ile uyması tarihin her döneminde ve her kültürde var olmasına rağmen, mo­dern psikolojinin gelişimi ile birtikte bebeğin anne ile uymasının sakıncalı olabileceği söylemi birçok ebeveyni tedirgin etmiştir.

özellikle anneyi bir “iş gücü” olarak gören sanayi toplumlarında bu görüş, kadının bir an önce iş paza­rına dönmesi için bebek ile annenin “bağlanmadan ayrılma ‘sı prensibine dayanmaktaydı. Buna göre bebek ile tensel temas, yakın iletişim, altı aydan fazla emzirme bebeğin anne bebek bağlanmasını artıracağı için sa­kıncalı bulunuyordu.

Bireysel çocuk yetiştirme taraftan olan ebeveynler tarafından oldukça kabul gören bu görüşe anne ya­tağında ölen bebeler ile ilgili yapılan açıklamalar ve anne bebek yatmasının çocuğun cinsel kimliğine zarar vereceğini iddia eden Frued ekolünün değerlendirme­leri de eklenince bebeklerin anne ile uyumasının önü tamamen kesilmiş oldu.

"

Çocuk Deyip Geçmeyin kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?