Güneşin ince çizgisi koridordaki halının ayak ucuna düştü önce. Dokumadaki mavi çiçekli deseni ortaya çıkartan zeminin rengi, bu ışıkla biraz daha açıldı. Aynı hizada duran, üzeri tüylü terlik tekinin burnu güneşin ilk parıltısıyla yıkanmaya başladı.

Tam o anda, bu değişimin olduğu yere çok yakın olan kapı çekildi. Merdivenlerden aşağıya acele topuk sesleri hızla indi.

Kapı kanadının geriye ittiği hava evin koridorunda belli belirsiz esti. Güneşin hattında uzanan terliğin tüyleri dalgalandı. Rüzgardaki parfüm kokusuna bulandı ortalık.

Alacağı yol uzadıkça etkisini kaybeden rüzgar, koridorun sonundaki metal sehpaya ve üzerindeki çiçeğe ulaşamadı.

Eğer ulaşsaydı belki daha çabuk uyanabilirdi. En azından sallanan dallar saatlerce süren hareketsizliğini ona hatırlatabilirdi. Ama yine de gözlerini açtı. Parfüm kokusu ona kadar gelmişti galiba.

Saksının ne zamandır kuruyan toprağının çatlağından küçük bir karınca süzüldü dışarıya. Kendi etrafında bir tur attıktan sonra tekrar yarığına girdi. Ama heyecanla geri çıktı. Adeta dört nala plastik kabın kahverengi dış ağzına doğru koşmaya başladı. Çeperi hızla tırmanıp kaydoldu.

Herhalde az sonra sehpanın tozlu camında izlerini bırakıyor olacaktı. Sehpanın gümüş kuşakları buz gibidir şimdi. Karıncanın üşüyen minik ayak uçları ancak halıya vardığında kendine gelir.

Evet işte karınca halının üzerinde yine ortaya çıktı. Uzun havların arasında görünüp kaybolup yönünü buluyordu. Saksının içinden çıksa da aslında mutfak karıncasıydı. Gittiği yön bunu gösteriyordu.

Peki neden geceyi fayansların altındaki yuvasında değil de çiçeğin dibindeki toprakta geçirmişti?

Yoksa yuvadan kovulan bir günahkar mıydı?

Belki de mutfak tezgahının üstüne düşen kek parçalarını yuvaya götürmek yerine etrafta gezinmeyi yeğlemişti.

Ne büyük günah! Kutsal yiyecek zincirini kırmak.

Oysa o, şaşmaz dakiklikte işleyen biyolojik makinenin küçük bir parçasıydı nihayetinde.

Onlar, ortalık sakinleştiğinde yani insanlar elden ayaktan kesildiğinde gözcülerin verdiği işaretle deliklerinden sökün ederler.

Fayansların altından açtıkları yoldan, nemli çimentoyu ezerek evin mikro dünyasına akarlar.

İnce çizgi haline yol alan kalabalığın tek görevi toplamaktır. Toz şekerleri, ekmek ve kek parçaları, kurumuş reçel topakları.

Serin ince yolların onlarca çatala ayrıldığı yuvada yiyeceklerin atıldığı büyük mantar tarlasına kadar kan ter içinde alınacak ne kadar uzun yolları vardır.

Kıvrımlı genlerinde yazılı kutsal şifreleri dünyaya gelmelerinin anlamını onlara belletmiştir. Tıpkı kaçınılmaz bir alın yazısı gibi. Tek başlarına bir hiç olan onlar bir araya geldiklerinde dişlileri, gıcırdayarak akan yayları ve mırıldayan devinimleriyle o muhteşem biyolojik makineyi oluştururlar.

Peki ya bu kara noktanın hikayesi neydi?

Ya yuvadan bu kadar uzak geçirilen gecenin anlamı?

Belki de ana kraliçenin yumurtalıklarındayken yanlış bir şeyler olmuştu. Hatalı bir kod. DNA’nın yanlış uzanan bir burgacı.

Önce merak etmeye başlamıştı kesinlikle. Aniden. Deli gibi yiyecek toplamaya koştururken.

“Ben ne yapıyorum?”

Mutfak tezgahının hemen altında bir bezelyenin ezilmiş bağırsaklarını taşırken tekrar sormuştu.

“Neden?”

İşte tam da bu andan itibaren evin dünyasında hiçbir şey eskisi gibi akmamış olmalı.

Soru soran bir karınca. Dünyasını çözmeye çalışan bir imalat hatası.

Diğerleri çılgınlar gibi yemek toplarken daha az çalışıp daha çok gezmeyi öğrenmiş olmalı.

Eğer programlandığınız işe daha az zaman ayırırsanız dünyanızı keşfetmeye daha çok vaktiniz olacaktır.

Kum deseni kaplamalı mutfak dolaplarının içinde, porselen çaydanlığın deliklerinde, mantar şeklindeki tuzluğun serin camında geçirilen saatler giderek uzamıştır. Mini fırının deforme olmuş kapak fitilinden içeriye sızmak, görüntüsünü büyüten metal kaşıkların içinde kendini izlemek, musluktan damlayan suyun metal lavaboda patlayışını izlemek. İşte dalga dalga etrafında büyüyen bir evren.

Karınca mutfak eşiğinden kayboldu.

Saksıdaki sessizlik hışırdayan yapraklarla yeniden bozuldu. İnce siyah ayakları üzerinde gerindi, yaylandı ve bir an yine durdu. Baştaki parfüm kokusunun havadaki son hissi de kaybolmak üzereydi.

Kanatlarını gerdi. Arka iki ayağının üzerine kaykılıp temizlenmeye başladı. İncecik ağzına götürdüğü ön ayaklarını, kıllı ensesini ve zar inceliğindeki kanatlarını bir önceki günün tozlarından ayıkladı.

Yapışkan vantuzlarını kullanarak tünediği yaprağın altına salladı kendini. İlerledi. Dertop olmuş uyuyan diğerinin yanına gitti. Etrafında döndü. En çok kokusunu seviyordu onun. İçini gıdıklayan, kasıklarını geren bu his yüzünden görünmez bir tül gibi ona bağlanıyordu.

Etrafında dolandı erkeğinin.

Günler önce tuvalet penceresinden eve girdiğinde lavabo aynasında dinlenirken görmüştü onu. Bir süre mavi kordonuyla uzanan lambanın etrafında uçmuşlardı. Havada çizdikleri düzensiz daireler, keskin dönüşler giderek hızlanmıştı. Sonunda ona yakalanmıştı. Sırtına binen ağırlığı daha fazla taşıyamadığı için karo taşlarının üzerine pervanesi bozulmuş bir uçak gibi acilen inmişlerdi.

İşte o andan itibaren evin neredeyse her yerinde düzüşmenin mutluluğuna ermişti. Kestane ağacından kitaplıkta, büyük ekran televizyonun arka kapağında, ekşi ayak kokan terliklerin içinde, parlak kağıdıyla fiyakalı tatil dergisinin kapağında sayısız kez çiftleşmişti onunla.

Şimdi bu siyah aygır nasılda masumca uyuyordu.

Erkeğinin etrafındaki dolaşmasını bitirdi. Ön ayaklarını usulca uzattı. Titretti onları. Tepkisizliğe kızdı birden. Havalandı. Yıldırım gibi koridorun göğünde uçtu. Döndü. Hızını azaltıp yumuşak bir manevrayla yaprağın altına süzüldü ve hala uyuyan erkek sineğin üzerine konuverdi. Birden yapraktan kurtuldular. Taş gibi saksının toprağına düştüler.

Ölü sineklerin önce ayakları kurur. Gövdesine batmış birer kıymık parçası gibi çatlar en ufak sarsıntıda.

Bir süre ölü erkeğin kıpırtısız vücuduna baktı. Sonra tüylü göğsüne takılmış ayak parçalarından silkinerek kurtuldu. Ardından saksıdan ayrıldı.

Koridorun göğünde anlamsızca turladı.

Hayat nasıl da değişmişti bu sabah onun için. Daha önce hiç duymadığı bir parfüm kokusuyla uyanmıştı. Sonra o sinir bozucu karıncanın acele koşuşu. Ardından biricik sevgilisinin kurumuş bedeni.

Mutfağa doğru alçaldı. Sinirli pikesini yaparken karıncanın üzerinden geçti. Döndü daha da alçalıp hızlandı. Üzerinden geçen kanat sesinden ürken karınca hareketsiz kaldı. Tehlikeli durumlarda en iyisi ölü taklidi yapmaktı.

Huzursuz bir sabah, ölü bir sevgili ardından yine hareketsiz bir karınca. Yok yok bu kadarı da fazlaydı artık. Sinirlendi. Tavana doğru yükselip bir an için havada aslı kaldı. Ardından bir külçe gibi bıraktı kendini. Hırsla karıncanın üzerine çullandı.

O sabah evin dünyasında olanlar yüzünden belki de evrenin akışı değişti. Genlerindeki farklılık yüzünden düşünmeye başlayan bir karınca belki de evrimin yeni ayağı yok oldu. Hem de sinirleri bozuk bir sinek yüzünden.

Yaptıkları onu sakinleştirmiş miydi? Hayır. Kasıklarındaki o garip sıkıntı artarak devam ediyordu.

Tekrar havalandı. Bu kez dümenini salona çevirdi.

Bozuk duvar saatinin siyah mobilyasına tüneyip içerisini izledi.

Su yeşili rahat koltuk takımının merkezine yerleştirilmiş televizyon, onun arkasında yükselen kütüphane, raflarda dizili ansiklopediler hepsi hüzün veriyordu şimdi.

Saatin hemen solundaki yemek masasına uçtu. Akşam yemeğinden kalan kirli tabak ve bardaklar hala orada duruyordu.

O anda gerçekten her şeyin değiştiğini anladı. Yalnızca kendi özel yaşamında değil, onu da içine alan evin evreni bir önceki sabahtan farklıydı.

Bir kere yemek masasını hiç kirli ve dağınık görmemişti şimdiye kadar. Hele iki kişiye ait olduğu belli dağınıklık asla olmamıştı. Bir çift tabak, çatal ve bıçak, iki kadeh. Bunların anlamı neydi?

Her sabah aynı saatte kalkan, birkaç dakika televizyon izledikten sonra çıkıp giden ve gece yarısına kadar ortalıkta görünmeyen o kel kafalı adam neredeydi acaba?

Ruj izinin sıvandığı kadehin içine girdi. Dibinde kalan şarabı yokladı ön ayaklarıyla. İçindeki garip gurultuyu yeniden hissedince havalandı.

Küçük çalışma odasına uçtu. Yarı açık kapının koluna konduğunda gördüklerine inanamadı. Şimdiye dek buraya ait olan tek sözcük, düzendi. Masanın üzerinde duran ince ekranıyla bilgisayar ve ona hemen bitişik klavyesi, uçlarından hafif eğimiyle dizili tertemiz kağıtlar, dizi dizi siyah tükenmez kalemler dünya yaratıldığından beri aynı çizgilerinde dururdu.

Oysa şimdi sanki içeride zorlu bir fırtına esmiş gibiydi.

Maun çalışma masasının tüm çekmeceleri çıkartılmış, içerisindekiler halının üzerine boca edilmişti. Deri koltuğun hemen arkasında yükselen dolabın kapakları da ardına dek açılmıştı.

Sessizce çalışan siyah kaplamalı bilgisayarın üstüne kondu. Kayan yıldızlarla dolu ekranın üzerinde yürürken vücuduna yayılan hafif elektrik kanatlarının gıdıklanmasına neden oldu. Ardından içindeki sızıyı yine duydu.

Anlaşılan bu gün ona huzur yoktu.

Kanatlandı yine. Açık dolap kapaklarından birinin içine süzüldü. Karıştırılmış kağıt kalabalığının arasında duran ayakkabı kutusuna yöneldi. Yırtılarak açılmış karton kapağın yaralı açıklığından içine girdi.

Bu soğuk demiri ilk kez hissediyordu. Tanımak istediği her nesneye yaptığı gibi dokundu ona. Kıvrımlarını hissetti, yayılan keskin kokusunu anlamaya çalıştı.

Tırtırlı kabzanın etrafını dolandı. Aletin yuvarlak karnında duran deliklerini yokladı. Altı düzenli yuva vardı burada. Sadece ikisine girebildi. Diğerlerinin içinde ucu yuvarlak bakır renkli metal kütleler vardı.

Yabancı nesnenin düzelen boynu üzerinde yürüdü. En uca geldiğinde ortaya çıkan deliğin içine sarktı. O iğrenç koku burada o kadar yoğundu ki fazla kalamadı.

Karnındaki kasılma kasıklarına doğru iniyordu. Bu kez acı da başlamıştı. Arka ayakları seğirdi.

Deli gibi uçmaya başladı. Yükselip tavana değiyor ardından şimşek gibi yerde harman olmuş kağıtların üzerine alçalıyordu. Havada çizdiği çarpılar, düzensiz daireler onu sakinleştirmeye yetmiyordu.

Nedeni belli olmayan değişim büsbütün rahatsızlık vericidir.

Ancak kanatlarından inen ve vücudunu teslim alan yorgunluk onu yavaşlatabilirdi ama henüz zamanı gelmemişti bunun.

Odanın göğündeki yarı bilinçsiz çırpınışları, bahçeye bakan pencerenin hemen yanında hafif açık duran kapıyı keşfetmesiyle sona erdi.

Karanlığa düşmüş bu odayı ilk kez görüyordu. Kapıyı ilk kez açık yakalamıştı.

İçerideki loşluk onu sakinleştirdi. Hele buruşuk çarşafların dertop olduğu serin yatağa konduğunda içindeki sızıyı iyice unutmuştu.

Yine de yorulan kanatlarını sırtına çekip yatağın üzerinde hızla dolanmaya başladı. Birbirine karışan kokuların arasında ucundaki küçük beyazlığıyla kıvrılmış birkaç kılı yokladı. Keşfettiği uzun saç telini adeta bir dağcı kılavuzu gibi takip ederek iki yastığın birleştiği çatalın hemen başına dek yürüdü. Sıkılmış boynuyla çoktan ölmüş bir yılanın gömleğini andıran kullanılmış bir prezarvatifin etrafında dolandı. Büzük ağzından henüz kurumamış içine doğru boynunu soktu, uzun uzun koklayıp, ıslaklığı biraz emdi.

Artık içindeki kaynaşmayı tutamaz hale gelmişti. Nedenini bilmediği bir gayzerin kasıklarındaki itelemesi vücudunu ikiye ayıracak gibiydi.

Su sesine doğru uçmaya başladı. Geçirdiği değişim görme duygusunu da azaltmıştı. Sadece şiddetini arttıran sese yöneldi.

Konduğu tahta kapının arkasındaki serinlik onu çekiyordu adeta. Kanatlarının en ucundan başlayan ve boğumlu ayak uçlarına kadar uzanan uyuşmayla karışık ateş hissi onu bu ses ve serinlik uzayına itiyordu adeta.

Dakikalarca dolandı, uçup tekrar kapıya kondu, tüm kenarları yokladı. Nafile. En küçük bir aralık bulamadı. Oysa kapının ardı onu bir kara delik gibi çekiyordu. Bir geçit bulamazsa bu baskı altında yeşilimsi bağırsaklarının patlayarak öleceğini hissetti.

Ama şansı ondan yanaydı. Kapının üzerinde attığı son turda anahtar deliğini keşfetti. Hiç düşünmeden etli kütlesini küçük boşluktan itti. Deliğin darlığı ve içini dolduran tozla karışık pislik yumakları onu zorluyor, kanatlarında ince kanamalara yol açıyordu. En sonunda arka ayakları hariç vücudunu içeriye atabildi. Son bir çırpınmanın verdiği müthiş acıya rağmen içeriye girdi.

Sonuna kadar açık duş musluğunun çıkardığı ürpertici sese rağmen korkmadı. Ortalığı kaplayan buharın boğuculuğu içindeki kaynamayı yine azdırdı. Evet doğru yerdeydi. Bunu hissediyordu. Ne olduğunu bilmediği ama vücudunun hazırlandığı bir buluşma yerine çok yakındı.

Her zaman yaptığı gibi iki arka ayağının üzerinde doğrulup ön ayaklarıyla başını ve kanatlarını okşamak ve temizlemek istedi. Başaramadı. Bu iş için ihtiyaç duyacağı ince siyah ayaklarından birinin kopmuş olduğunu gördü. Yine de umutsuzluğa kapılmadı. Sanki yeni bir başlangıç filizleniyordu onun için. Ya da yeni bir başlangıcı o başlatacaktı. Karmakarışıktı her şey onun için. Ama asla korkutucu değildi.

Uçtu. Islak ve sıcak buharın arasında kutsal yolu açıldı. Dünyayı yaratan her ne ise ona yön gösteriyor, ışıklı halesiyle gideceği yeri işaret ediyordu.

Dördüncü ayağının eksikliğine rağmen konduğu beyazlık onu acıtmadı. Küvetin suyun düştüğü noktaya uzak olan ucunda yatan katılaşmış zemin onu tüm şehvetiyle karşılamıştı. Artık fısıltılı içgüdüsü dizginleri almıştı.

Yan yana iki küçük kırmızı deliğe geldiğinde tüm zilleri ve çanlarıyla hücreleri ayaklandı. Hayran hayran etraflarında dolaştıktan sonra daha büyük olanın içine girdi. İşte tam da o anda içindeki yırtılma tamamlandı. Titredi, kasıldı, yeniden sarsıldı. Arkasından çıkan incecik yumurta şeridini dağlanmış etin içine ıkınarak bıraktı. Etrafındaki sesler dondu. Son bir gayretle yüzünde dolaştığı kel adamın her sabah gördüğü ev sahibi olduğunu fark etti. Ama sesler yine donuyordu. Onu saran dünya yavaşladı…

Kendine geldiğinde anahtar deliğinin diğer yanındaydı. Yeniden yatak odasına dönmüştü. Ölümcül yorgunluğu geri dönüş yolculuğunu nasıl başardığını hatırlamasına engel oluyordu. Yine de yatağın başucundaki telefona kadar uçabildi. İnişi bu kez çok sert olmuştu. Kanatlarının kasıldığını hissetti.

Tam da o sırada telefon çalmaya başladı. Arka arkaya beş uzun çalış. Ardından kısa sinyal. Ve yol gürültüleri ardından endişeli bir ses.

“Cep telefonun yanıt vermediği için seni buradan aramak zorunda kaldım. Ters giden bir şeyler var. Sakın o kadınla buluşma. Tekrar ediyorum. Buluşmayı hemen iptal et…”

Ahizenin üzerinden yana doğru kaykıldı, tutulduğu titreme nöbeti aşağıya düşmesine neden oldu. Şimdi yumuşak halının tüyleri arasındaydı.

Son nefesini verirken telefondan gelen sesi anladığını fark etti. Daha önce gürültü gibi gelen sesleri şimdi anlamıştı.

O dünyanın en farklı sineğiydi. Bir genetik arızası. Ama ölmeden önce yumurtlamayı başarmıştı işte. Hata devam ediyordu…

"

Evde “Kimse” Yok kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?

Evde “Kimse” Yok