Gün Olur Asra Bedel, Cengiz Aytmatov’un bir romanıdır. Roman, geleneklerini korumaya çalışan insanları anlatır. Komünizm sırasında yaşanan anılar, insanların kutsal saydığı şeylerin yok sayılması, aşkın sorgulanması romanın değindiği konulardır.
Gün Olur Asra Bedel
Kurumuş sel yataklarında, çırılçıplak kalmış vadi yamaçlarında av aramak, büyük bir sabır işiydi. Yeraltı yuvalarında yaşayan kazıcı hayvanların bıraktığı karmakarışık izler, ava çıkmış aç tilkinin başını döndürüyordu. Bazen gücünü toplayıp bir tarla faresinin yuvasını eşeliyor, bazen de, yağmurların iyice meydana çıkardığı bir taşın kovuğundan küçük bir arap tavşanının sıçrayıp çıkmasını umutla, sabırla, uzun uzun bekliyordu. Böyle bir şey olsa hemen üzerine atılacak, işini bitirecekti onun. Aç tilki, av araya araya demiryoluna yaklaşmıştı. Bozkır boyunca, koyu, düz bir şerit gibi uzanan demiryolu onu hem korkuluyor, hem de kendine çekiyordu. Bu yolun üzerinde her iki yönde trenler büyük bir uğultu ile yeri sarsarak gelip geçer, rüzgânn savurduğu kara dumanlar ve keskin kokular bırakırdı.
Akşam üzeri, tilki, telgraf hattının hemen yakınında, sık, kuru kuzukulaklarının bulunduğu bir dereye girdi.
Orada, koyu kırmızıya çalan bol tohumlu sapların arasında, boz bir yumak gibi kıvrılıp yaltı. Sinirli sinirli kulaklarını oynatarak, hafif esen yelin kuru otlarda çıkardığı hışırtıyı dinleyerek, sabırla gecenin gelmesini beklemeye koyuldu. Telgraf direkleri de vınlıyor, acı acı inliyordu ama bu onu korkutmuyordu. Direkler hep oldukları yerde durur ve onu kovalamazlardı.
Gelip geçen trenlerin kulak patlatan gürültüsünden nefret eder, tren geçerken nefesini kısıp büzüşür, altında yerin uğuldayıp sarsıldığını bütün kaburgalanyla hisseder, cılız vücudu zangır zangır titrer, o pis kokulardan tiksinir, korkar ama yine de kaçıp gitmez, gecenin gelmesini beklerdi. Çünkü geceleri demiryolunun daha sessiz olacağını bilirdi.
Tilki buralara çok seyrek, ancak açlıktan kıvrandığı zamanlarda gelirdi.
Tren gelip geçtikten sonra bozkıra tam bir sessizlik çökerdi. Yer göçmesinden sonra duyulan sessizliğe benzerdi bu sessizlik. İşte o sessizlik içinde de tilki, havadan, uzaktan uzağa, pek anlaşılmayan, belki de kendi kalbinden gelen
başka bir ses duyardı. Alaca karanlığa bürünen manzarayı yalayarak gelen bu ses onu kuşkulandırır, korkuturdu. Çünkü hava akımlarının bir oyunu olan bu ses, havanın değişeceğine işaretti. Hayvan bunu içgüdüsü ile anlar, üzüntü içinde bir süre donup kalırdı olduğu yerde. Yaklaşmakta olduğunu hissettiği büyük felâket karşısında olanca sesiyle ulumak, ağlamak isterdi. Ancak, içindeki açlık, doğanın bu uyanlarını da bastırıyor, boğuyordu.
Tilki, koşmaktan şişen, sızlayan tabanlarını yalaya yalaya, hafif hafif inlemekten başka bir şey yapamıyordu.
O günlerde akşamlar soğuk olurdu. Sonbahar yaklaşıyordu çünkü. Geceleyin hava iyice soğur, sabaha karşı kırağı düşer, toprak bembeyaz bir tuzla halinde görünür, güneş doğunca kırağı erir ve her yer açılırdı. Bundan sonra da bozkır hayvanları için kıtlık, kaygı dolu günler gelirdi.. Yazın bile az görünen av hayvanları şimdi hiç görünmez olmuşlardı. Bazıları sıcak ülkelere göçmüş, bazıları yeraltındaki yuvalarına kapanmış, bir bölümü de kumluklara çekilmişlerdi. Şimdi her tilki, bu ıssız bozkırda tek başına dolaşarak bir lokma yiyecek arıyordu.
Bu yıl doğan yavru tilkiler büyümüş, dağılmış, herbiri bir yana gitmişti. Çiftleşme mevsimine daha vakit vardı. Kış gelince bir yerlerde buluşup toplanacaklardı. Erkekler dişileri için, dünya dünya olalı yaptıkları gibi, birbirleriyle kıyasıya dövüşeceklerdi.
Gece karanlığı çökünce tilki sindiği dereden çıktı. Bir süre durup çevreyi dinledikten sonra demiryoluna doğru koştu. Rayların bir sağına bir soluna geçiyor, yolcuların vagon pencerelerinden attıkları artıklar arasında yiyecek bulmaya çalışıyordu. Epeyce koştu yol boyunca. Önüne çıkan her şeyi koklayıp yokladı. Bir lokma yiyecek bulabilmek için iyice yoruldu. Pis, iğrenç kokular veren şeylere dokunmadı. Yolun iki yanı, çeşitli kâğıtlarla, tomar tomar gazetelerle, kırık şişelerle, sigara izmaritleriyle, ezilip bükülmüş konserve kutularıyla ve işe yaramaz öteberi ile doluydu. Bir defasında, kırılmamış ama ağzı açık bir şişeyi kokladı da başı döndü, boğulacak gibi oldu. Birkaç defa rastladı böyle şişelere ve her defasında tiksindi ve bir daha onlara hiç bakmadı. Pis kokular çıkaran o şişeleri görür görmez yolunu değiştirip onun uzağından geçiyordu.
Açlık idi onu bu yola düşüren. Ama bunca çabaya; uğrunda korkusunu bile yenerek bunca yorulmasına rağmen bir lokma yiyecek bulamamıştı. Yine de ümidini yilirmiyor, dişe dokunur bir şey bulabilmek için, yolun bir sağına, bir soluna geçiyor, koşuyor ha koşuyordu.
Gün Olur Asra Bedel kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.
Gün Olur Asra Bedel (1980)
Roman
Yazar: Cengiz Aytmatov
İlk Basım: 1980