E.E. Cummings der ki; Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada,kendin olarak kalabilmek,dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı, artık hiç bitmez!.. Anlamlı ve coşkulu bir yaşam için Savaşçı kitabında böyle bir savaştan söz ediyoruz. Söz ediyorum değil,söz ediyoruz; çünkü kitabı Arif Bey’le beraber oluşturduk.
Savaşçı
Anlamlı ve Coşkulu Bir Yaşam İçin
Bir Anı/Bir Sunuş
Ben yedi yaşında okula başladım.
ilk gün öğretmen bir oğlanı cetvelle dövdü; kıpır kıpır yerinde duramayan, bugünkü bilgiler çerçevesinde olsa, büyük bir olasılıkla hiperaktif tanısı konacak olan. Şükrü adında ufak bir oğlan çocuğu.
Çok korktum. Ertesi gün hastalandım. Sıtma oldum.
Sarhoş iğnecinin iğnesi sinire geldiği için sol bacağım kurudu, zayıfladı ve topal oldum. O yıl okula gidemedim.
Rahmetlik annem bacağıma aylarca sıcak kepek lapası sardı, geceler boyunca kan yürüsün diye o bacağımı ovdu. Ve ayağıma kan yürüdü, can geldi, dokuz ay sonra topal aksak, yine yürümeye başladım.
Ertesi yıl sekiz yaşında, korkarak okula gittim. Okulun ilk günü, güler yüzlü, sıcacık bakışlı bir öğretmen bizimle beraber çocuk sarkılan söyledi, “Aferin çocuklar, ne güzel söylediniz,” dedi. Ve benim saçımı okşadı. Gözümün içine baktı, gülümsedi.
Son dersten sonra eve koşarak gittim, yolda coşkuyla şöyle bağırdığımı hatırlıyorum: “Ben okulumu seviyorum! Ben okulumu seviyordum.
İki yıl sonra annem öldü. Okula gittiğimde yine aynı öğretmenim başımı okşadı, gözleri nemliydi
Şimdi ben altmış bir yaşındayım Ve bu satırları yazarken gözlerim nemli. Öğretmenimi özledim.
Ne mutlu bana ki öğretmenimin sağlığında ona bu kitabımı armağan etme fırsatını buldum
Öğretmenim Muazzez Aktolga, bu kitabı size sunabildiğim için mutluyum.
Sevgili öğretmenim, benim başımı yine okşayın. Yine gülerek bakın yüzüme. Yine beraber şarkı söyletin bize.
Sizin sevgi dolu sözlerinize ve takdir dolu bakışlarınıza hep ihtiyacım oldu; onların yeri başka.
Kimse öğretmen gibi bakamıyor, kimse öğretmen gibi sevemiyor, sizin sevginiz bir başka öğretmenim.
Önsöz
Kitapta bu tur bir savaşçıdan söz ediyoruz. Söz ediyorum değil, söz ediyoruz; çünkü kitabı Arif Beyle beraber oluşturduk.
Birinci bölümde arayıştan söz ediyoruz. Anlamını yitiren bir yaşamın temel sorunu, kendi yaşamının dansını yapamamaktır; ‘mış gibi’ yaşamaktır. Arayışa geçmek zamanı gelmiştir.
Farkına varınca uyanış başlıyor, ikinci bölümde uyanıştan söz ediyoruz. Kişi ancak uyandıktan sonra, daha önce uyuyor olduğunu kavrıyor. Uyuyan uyuduğunu bilmezse, gördüğünün rüya olduğunu anla
Peki ne yapalım şimdi? Niyet edelim. Üçüncü bölümde niyet etmekten söz ediyoruz. Neye niyet edeceğiz? Anlamlı ve coşkulu bir yarın yaratmaya.
Peki nasıl yaratacağız bu yarını? Kişisel bütünlük içinde bildiklerimizi bildiğimizi bilerek, bilmediklerimizi bilmediğimizin farkında olarak, ikisi arasındaki farkın bilincinde, gerçeğe sürekli saygılı olarak. Dördüncü bölümde, kişisel bütünlük içinde yarını yaratmaktan söz ediyoruz.
Yarını yaratmak için güçlü olmak gerekir: Gücümüz nereden gelecek? “Kim olduğunu bil,” diyoruz; “kişinin gerçek gücü orada.” Ve devam ediyoruz: “Nasıl konuşacağını bil: kiminle, neyi, nerede, ne zaman ve nasıl konuşacaksın? Ve en önemlisi, niçin konuşacaksın? Bil.” Beşinci bölüm bu tür bilmekten söz ediyor.
Yaşam kimin sorumluluğunda? Kimine göre anababanın; kimine göre evlendiği eşinin; kimine göre komşusunun; kimine göre onu çalıştıran şirketin; kimine göre devletin sorumluluğunda. Kimine göreyse yaşamda sorumluluk diye bir şey yok. Altıncı bölümde savaşçının sorumluluğundan söz ediyoruz.
“Şimdiyi ve şu anı yaşama tembelliği” neden bu kadar yaygın? Neden görmeyiz bize bakan gözleri, neden kırarız gönülleri, neden pişmanlıklar içinde yuvarlanır gideriz? Yedinci bölümde bu soruların yanıtını savaşçının ölüm bilinci içinde irdeliyoruz.
Peki bu sıradan insan, kaybolmuş, güçsüz insan, savaşçı olabilir
Evet! Nasıl?
Değişerek!
Nasıl değişir?
Farkına vararak ve farkına vardığını yaşama cesareti göstererek.
Sekizinci bölümde bu değişimden söz ediyoruz.
Yaşandıkça ağırlaşan, yükü artan bir yaşam içinde, değişime nasıl cesaret edilir?
Bitmemiş işleri bitirerek.
Dokuzuncu bölümde sizi bitmemiş işlerle tanıştırıyoruz.
Bitmemiş işler bitmeden gücümüzü kazanamayız; şimdinin ve şu anın tembelliğinden kurtulamayız.
Ö m ek mi istiyorsunuz?
Onuncu bölümde savaşçının Özelliklerinden söz ediyoruz.
Arif Bey kimdir?
Arif Bey, bu kitapta benimle konuşan bir sınıf öğretmeni, O beni bulmadı, aslında ben onu buldum. Uzun zamandır Öğretmenlere ulaşmak, onlarla bir diyalog başlatmak gereksinmesi duyuyordum. Arif Bey”i böyle bir anlayışın sonucunda buldum.
Arif Beyin yüreğinde sıkıntı var. Çabalıyor. Anlamak İstiyor, yapmak istiyor. Destek bulamıyor. Ve yalnız.
Bazen bilgece, bazen şaşılacak derecede basit sorular soruyor. Niye?
Çünkü Arif Bey okuru düşünüyor: Ne zaman konu karmaşıklaşıp ipin ucu kaçıyor gibi görünüyorsa, soru basitleşiyor. Arif Beyi bütün aman, siz okuyucuya yardımcı olmak. Onun için ara sıra tutarsız görünebilir; affola.
Bu kitap kimin için yazıldı?
‘Anlamlı ve coşkulu bir yaşam’ sözü size bir şey ifade ediyorsa, o yönde öğrenmek, o yönde değişmek, eylem içinde olmak istiyorsanız, bu kitap sizin için yazıldı.
Daha önceki kitaplarımda açıkladığım, irdelediğim kavramları burada yinelemedim. İlgilenen okuyucu diğer kaynaklardan bulabilir diye düşündüm.
sen ve siz
Arif Beyle konuşmalarımda ona bazen ‘sen’ diye hitap ediyorum, bazen de ‘siz’. Kitapta ‘sen’ ve ‘siz’ konusunda tutarsızlık görebilirsiniz. Bu tutarsızlığı gidermek üzere kitap üzerinde çalışırken kitabı gözden geçiren arkadaşlarımdan biri, Ataman Onar, bu farklılığın tesadüfi olmadığına, o andaki duygusal dinamikler içinde doğal olarak oluştuğuna dikkatimi çekti. Kendine özgü söyleyişiyle, “Abi, hoca birine ‘sen’ diyorsa, onun kerameti vardır. Hoca, ‘şu’ dediği zaman kork!” diye algılayışını belirtti ve bu farklılığın kitapta kalmasını Önerdi. Ben de öyle yaptım.
1
Arayış
Seminer sonrası beni kapıda yakaladı. Yüzünde heyecan, gerginlik, mutluluk ve kaygı birbirine karışmıştı sanki. Göz göze geldik: “Hocam, bir sorum vardı, acaba bana birkaç dakikanızı ayırabilir misiniz?” Gözlerimiz birbirini anladı, onlar anlaştıktan sonra, istekler genellikle olumlu yanıtlanır. Ben de öyle yaptım.
“Birkaç dakika ayırabilirim.”
“Ben öğretmenim. Öğretmenliğe inanıyorum; ama mutsuzum. Sizin tüm kitaplarınızı okudum. Sizinle konuşmak istiyorum.”
“Adınız?”
“Adım Arif efendim. Arif Okurer. Dediğim gibi sınıf öğretmeniyim. Öğretmenliği istediğim için seçtim. Ama, şimdi öğretmenliği seçtiğim için kendimi biraz aptal hissediyorum. Kaybolmuş gibiyim. Ve neden aptal hissettiğimi, neden kaybolmuş hissettiğimi de tam bilmiyorum.”
Bu kadar kestirmeden ve yalın bir dille anlam arayışını anlatışı beni etkilemişti. Karşımda, yaşamı anlamsızlaşmadan yakalamak isteyen, buna çabalayan, ama neyi nasıl yapacağını pek bilemeyen birini görüyordum.
“Arif Bey, bu birkaç dakika içinde konuşulacak bir konu mu?”
“Doğan Bey, size ulaşmak zor; bu benim tek fırsatım. Size mektup yazdım ama cevap alamadım. Birkaç dakika için bile olsa konuşmak isterdim. O kadar bunalıma girdim ki, bütçemi zorlayarak psikologa gittim, ama pek yararlanamadım.”
“Anlıyorum. Konuşmamız gerektiğini görüyorum.”
“Evet.”
Savaşçı kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.