Üç kitaptan oluşacak “Aşkın İstilası” serisi; dünyada yepyeni bir istila hareketi yaratacak. Şu an elinde tuttuğun kitap, serinin 2. kitabı, senin ikinci adımın…
“Dem”

Aynı bedeni paylaşan iki kahramanın serüveni bu… Biri karanlıktan korkan bir çocuk, diğeri hayalleri kalbinden sökülüp alınmış bir yetişkin. Çocuk parklarına karanlık çöktüğünde, dünya çocuklarının yardım çığlığını duyarlar. Gözlerini kapatıp, bir masal anlatmaya başlarlar.

“Dem” bir masal kitabı değil, bir masalın kitabı… Yarının gerçeği olan… Bu kitabın mürekkebi aynandır. Sihri arayanlara bulacağı yeri işaret eder. Sayfaları çevirdiğinde adım adım insanüstü yeteneklerine kavuşacak ve kahramanı inşa edeceksin. Tek başına yapabileceğin uygulamalardan eşli çalışmalara, hücrelerini kodlamaktan hastalıkları şifalandırmaya, 3. Göz aktivasyonlarından geleceği şekillendirmeye, bitkilerle/hayvanlarla iletişimden zihin okumaya uzanan teknikler senin uyanışın için tasarlandı…

Bu kitap senin yaşamına kavuştuğunda
Karanlığın gözlerinden çaldığı güneşi kalbinde doğuracaksın…
Göz kırpmasından kısa sonsuzluktan uzun bir “an”da
Dışarıdakiyle savaşarak değil kendinle barışarak bir destan yazacaksın…
Sakın hayallerinden vazgeçme!
Çünkü ancak hayalperest bir kalp bu dünyanın vahşetine başkaldıracak kadar cesur olabilir…
Aşk ve cesaret nadiren aynı göğüskafesinde bulunur.
Kimine yük gelir kalbi… Haklıdır da. Ama bütün “mana” o yükte saklıdır. Aşkın hamalı olmak için çıkarsın “yol”una. Her attığın adımda hissedersin ruhunda. Kalbine bir müjde fısıldar rüzgâr.
Ruhparçam “Dem” zamanı geldi.
Yükümüz ağır, yolumuz uzun…
Ağlayan çocuklara anlatacak bir masalımız var…
Hazır mısın?


Bu Kitap Yarının Çocuklarına İthafen Bugünün Yetişkinleri İçin Yazılmıştır.


Musmutlu çocuklar yaşarmış evrenin ücra bir köşesinde

Bir vakit gelmiş, güneş uykuya dalmış sessizce

Öyle bir karanlık çökmüş ki çocuk parkına

Sessizlik kahkahaları yutmuş, gözlerdeki parıltıyı korkutmuş

Çocukların kalplerindeki bütün masallar sökülüp alınmış

Bir çocuk korkuyla gözlerini kapatmış sıkıca

Yanağından süzülen yaşlara inat

Bir masal mırıldanmaya başlamış ufacık gönlüne

Adını “Aşkın İstilası” koymuş

Bu masalda anlatılan koşulsuz sevgiyi, umudu ve yeniden doğuşu

Bir masal kahramanı anlatıyormuş aslında bu küçük çocuğa

Masalın tamamı hayal bile olsa, kahramanı gerçekmiş

Ne kadar yıkılsa da vazgeçmeyip yol’a düşen

Trafik kazasında paramparça olan bedenine rağmen dirilen

“Asla yürüyemez!” dedikleri halde koltuk değnekleriyle ayağa kalkan

Her daim kalbindeki sonsuz sevgiyi paylaşan

Tanıdığım tek gerçek masal kahramanına…

Sana söz veriyorum baba!

Bambaşka bir masal anlatılacak

Senin dışındaki kahramanları da gerçek olan…

Oğlun Metin…


DEM…

Soluk, Çağ, Vakit, Kan, Olgunlaşma, Kıvama gelme, Muhabbet, Hoşça geçirilen zaman, Kırmızı, Gönül hoşluğu, Keyif, Bülbülün uzun süreli güzel ezgiler çıkarması, Gönül evi, Ateş, Har, Aşk, An, Toplanma, Kendinden geçme, Arif olma, Sırra erme, Meşk olma, Kadın

“Dem, okuru yazarın kalbinde eritmek için yazıldı…”


RUHPARÇAM…

Tekrar hoş geldin

Yol seni bana getirdi

Sana bir müjdem var:

Şimdi “dem” zamanı…

“Dem” süresince kendi benliğine doğru bir yol alacaksın ruhparçam. Bu kitaptaki üslup, uygulamalar ve hikâyeler şimdiye dek okumaya alıştığın türde olmayabilir. Toplumun, eğitim sisteminin ve modern dünyanın yaşam tarzının dışadönük yapısı “dem”in öğretisinin içrek yapısıyla oldukça zıt bir doğaya sahip. Toplum bize değerlere sahip olmayı öğütlerken, bu kitap sana değerin kendisi olduğunu fısıldayacak…

Lütfen ruhparçam

Yargılama artık kendini…

“Yol” kitabına kıyasla “Dem” çok daha derin bir yapıda kaleme alındı. Bu nedenle “Yol”u sadece okumuş olanlar onun daha zengin bir kitap olduğu yanılgısına düşecektir. Ama yola düşenlerdensen idrak kapın aralandığında “Dem”in yaşamını daha derinden sarsacağına söz veririm.

“Dem”deki birçok öğreti öğrenilmişliklerin, sıfatların, kültürlerin, politik duruşların, inanç sistemlerinin ötesinde bir yol sunuyor. Bu nedenle din, dil, ırk fark etmeksizin her ruhun evrensel bir bilinçte birleşebileceğini, farklılıklarımızın savaştan ziyade sonsuz bir uyum yaratabileceğini düşünüyorum. Lütfen başka ruhların seçimlerini ve yolculuklarını yargılama yanılgısına düşme. Sadece kabul göster. Çünkü bu yol senin yolun… Bırak hakikat kendi kalbinde demlensin.

“En uzun yol zihinden gönlüne doğru olan yolculuktur.

En büyük adım ise aşkla dolu bir kalp atımı…”

Kendi içine doğru bir yola düştüğünde varman gereken noktanın hem çok yakın hem de çok uzak olduğunu hissedebilirsin. Hatta bazen vazgeçme noktasına bile gelebilirsin. “Ben umutsuz bir vakayım” da diyebilirsin. Bu durumda seninle asla aynı fikirde olmayacağım ruhparçam. Senden asla vazgeçmeyeceğim. Sen uyurken rüyalarına misafir olacağım, uyanık olduğunda işaretler yerleştireceğim yaşamına. Lütfen kalbinin çağrısına kulak ver. Ne olursa olsun kendinden vazgeçme. Adımlarını küçümseme.

Unutma ruhparçam:

Biz adım sayanlardan değil yol’a âşık olup saymayı unutanlardanız.

Okuduğumuz ya da izlediğimiz hiçbir eser, bir öğretiyi aktardığı halde yüzde yüzlük haliyle kafamıza uymak zorunda değildir. Bana göre uymamalıdır da… İçerisinden alabileceklerimizi alıp gerisini yargısızca bırakmanın bize daha fazla hizmet edeceğini düşünüyorum. Ama kalbini açarsan eğer bütün farklılıkların bir anda eridiğini, yazılanların, hissedilenlerin seninle bire bir aynı olduğunu göreceksin.

“Kalbinin çağrısını duydum ve seni arama yolculuğuna çıktım.

Artık kavuştuk ruhparçam.

Ortak bir hayaldeki eşsiz ezgilerin eseriyiz biz…”

Bir üstat Gandi hakkında konuşurken “Gandi çok değerli bir ruhtu. Ama ne yazık ki bir Gandi daha yetiştirmedi” demiştir. Aslında bu söze katılmıyorum. Bana göre Gandi’nin mesajı milyonlarca insanın uyanışını sağlamış bir harekettir. Her anlamda en fazla ilham aldığım ruhlardan biridir. Buna rağmen bu sözü söyleyen üstadın vermek istediği mesaja odaklanmanın da değerli olduğunu düşünüyorum. Bizlerin artık sadece değerli “lider”lere değil, değerli “toplum”lara ihtiyacımız olduğu çok açık. Artık liderlerin yol gösterdiği devrimlerin çağı sona erdi. Gerçek bir lider, takipçilerine aslında kendilerinin birer lider olduğunu anımsatandır.

“Artık savaş kahramanlarının devri kapanıyor.

Yepyeni bir kahramanlık, insanlığın kalbine üfleniyor.

Aşk kahramanları’nın devri başlıyor…”

Bu nedenle aşkın istilası bir lidere değil “bir” yaşam bilincine ihtiyaç duyar. Bu istila bir fikrin ya da bir doğrunun değil bir bilincin devrimidir. Bu nedenle silahla tüfekle değil, şiirle aşkla gerçekleşecektir. Ve bilinç kafatasına hapsedilemeyecek kadar engindir. Onu ancak göğüskafesinde özgür bırakabilirsin.

Bugüne kadar birçok öğretinin elçisi sana “Anahtar bende” demiştir. Buna katılmıyorum. Ben sana anahtarı veren kişi değilim. Ama sana daha değerli bir hazine vaat ediyorum:

Kendini!

Çünkü anahtar da sensin kapı da…

“İnsanlar uyurken masal dinlerler

Ruhlarsa uyanırken…”

Sesime bir ol ruhparçam.

Bir mum yak kalbine

Karanlıkta kalmış ruhlara anlatacağımız bir masal var.

“En gerçek düşte yürüyeceğiz birlikte…”

Hazır mısın?

METİN HARA

Dünyanın dört bir yanında aldığı eğitimlerle birçok enerji tekniğinin bilgisini modern tıp bilgisiyle sentezleyerek etkin bir tedavi ekolü benimseyen Metin Hara, sevginin ve düşünce gücünün neler yapabileceğini bilimsel ve uygulamalı olarak insanlara gösterebilmeyi kendine amaç edinmiştir.

Metin Hara, 14 Haziran 1982 tarihinde İstanbul’da dünyaya gelmiştir. İlköğrenimini 50. Yıl Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nda tamamladıktan sonra, orta ve lise öğrenimi için Üsküdar Amerikan Koleji’ne gitmiştir.

12 yaşında kendi içsel yolculuğuna başlayan Metin Hara, bu süre boyunca birçok farklı öğretide eğitimler almış, ezoterik anlamda kendini geliştirmiştir. 2000 yılında babasının geçirdiği ağır bir trafik kazasında babasını bir yıl sonra tekrar ayağa kaldıran fizyoterapistlerden etkilenip İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’ne girmiştir. Üniversite hayatı boyunca geçimini sağlamak için reklam oyunculuğuna başlamış, birçok ulusal ve global markanın Türkiye ve yurtdışındaki tanıtım mecralarında yer almıştır.

2000 yılından itibaren gerek ağır hastalıkları olan insanlara gerek modern yaşamın yarattığı stres sebebiyle yorulmuş yaşamlarında güzel dönüşümler hedefleyen insanlara seminerler ve bireysel seanslar yaparak yardımcı olmaya çalışmıştır. 2007 yılında Dinle Neyden adlı filmin başrol oyuncularından biri olarak 2008’de Uluslararası Ankara Film Festivali’nde “En İyi Genç Yetenek” ödülüne layık görülmüştür.

2008 yılında “Trusthuman-İnsanagüven” projesini hayata geçiren Metin Hara “Başka bir dünya mümkün” felsefesiyle bireysel seanslar ve toplu seminerlerle insanların hayatına dokunmaya devam etmiştir.

2014 yılında “Aşkın İstilası” üçlemesinin birinci kitabı olan “Yol” kitabı, sadece ilk üç ayda 100 binin üzerinde satmış, yaklaşık sekiz ay boyunca bestseller listelerinde kalmıştır. 2014 yılında birçok global markaya kurumsal eğitimler vermiş olan ve sosyal sorumluluk bilinciyle de dikkat çeken Metin Hara, her dokunduğu hayat için ağaç dikmekte, yunus evlat edinmekte, hapishanelere, yetimhanelere ve huzurevlerine ziyaretler ve yardımlar yapmaktadır.

2014 yılında her bireyin dünyaya sunabilecek bir hediyesi olduğunu anlatmak için İnsanagüven projesini büyütmüş, kendi alanında uzman Türkiye’den ve dünyanın pek çok ülkesinden değerli isimleri bir araya getirerek insanların farklı ihtiyaçlarına cevap vermek üzere farklı tekniklerle hizmet verdiği bir yaşam alanına dönüştürmüştür.

Aynı yıl Tedx konuşmacısı seçilip 126 ülkede yayınlanan “Başka Bir Dünya Mümkün” adlı konuşmayı yapmıştır.

Türkiye’de birçok üniversitede, tıp fakültelerinde, sağlık kuruluşlarında eğitimler düzenleyen Metin Hara, yurtdışında da birçok ülkede eğitimler vererek sevgi ve düşünce gücünün insan sağlığı üzerindeki etkisini bilimsel ve uygulamalı olarak öğretmektedir.

Yaptığı çalışmaları ölçümlenebilir hale getirmek için halen saygın hastane ve üniversitelerle temaslarda bulunmaya ve bilimsel çalışmalarla insanların yaşamına dokunmaya devam etmektedir.

www.insanaguven.com


‘‘Hayalperestlik nedir biliyor musun?

Asla anlamayacağını bilsen de bir evren dolusu sırrı bir kalbe sığdırmaya çalışmaktır.

Asla tam ifade edemeyeceğini bilsen de sonsuz bir hakikati sonlu bir kitaba sığdırmaya çalışmaktır.

Yüzünü hiç görmeyeceğin bir kalbin yarasına

merhem olmaktır.

Gölgesinde hiç dinlenmeyeceğin bir ağacın tohumu olmaktır.

Ben de bir hayalperestim işte

Sonsuz bir yolda sonlu adımlar atarak sonsuzluğa varmaya çalışıyorum…’’


-ORMANIN MASALI-

Bir zamanlar buraları ıssız, sarı ve sıcak bir çöldü.

Sonra bir tohum, bu uçsuz bucaksız çölü kocaman bir ormana dönüştürmeyi başardı. Ormana yakın köylerden birinde yaşayan yaşlı bir adam, her gün doğumunda buraları ormana çeviren o tohumun emektar ağacını ziyarete gitti. Her gece biricik torununa o ağacın masalını anlatıp durdu.

Meğer ormanı var eden o kadim ağaç, kendisini ziyarete gelip gölgesinde dinlenen herkese bir masal anlatırmış. Masala göre ağacın gövdesinde bir kitap saklıymış. Üstelik bu kitabın içinde yazanlar gerçeğe dönüşüyormuş. Tabii bunun bir de ritüeli var… Ancak o yaşlı ağacın sesini işitebilenler kitabın sihrini açığa çıkarabilirmiş. Ağaçtan düşen yaprağın üzerine bir harf yazılarak kitabın içine yerleştirilirmiş. Lakin bir sorun var ki, yaşlı ağaç her gün sadece bir yaprak döküyormuş. Bu nedenle kitabı gerçeğe dönüştürmek büyük sabır ve kararlılık gerektiriyormuş.

Yaşlı adam işte bu masalı anlattı torununa her gece, hiç vazgeçmeden, hiç ertelemeden. Küçük çocuk gözlerini kapatıp düşünü kurdu bu masalın her uykuda.

Orman’ın masalıydı bu!

Aradan uzun yıllar geçince yaşlı adam iyice ihtiyarladı. Küçük torunuysa artık bir delikanlı oldu. Dedenin sağlığı her geçen gün kötüye gidiyordu artık. Sonunda torununu yanına çağırdı ve ona “Çantanı topla” dedi. “Ormanın masalını duymaya gidiyoruz.”

Torunu, dedesinin dediğini yaptı ve hazırlandı hemen. Birlikte orman yoluna koyuldular. Yolda yürürken eskimiş, yıpranmış bir zarf çıkardı dede cebinden. “Bu zarfı al evlat” dedi torununa. “Karanlık aydınlığa yenildiğinde, ilahi tını duyulduğunda, ağaç yaprağı özgür bıraktığında bu zarfı açmanı istiyorum senden.”

Torunu yine dinledi dedesini. Zarfı çantasına yerleştirip devam ettiler birlikte. Sonunda çölü ormana dönüştüren o kadim ağacın yanına gelip durdular. Delikanlı ilgiyle ve hayranlıkla izliyordu ağacı. Önünde saygıyla eğilip selam verdiler ona. Sonra yan yana oturup sırtlarını dayadılar. “Duyuyor musun?” diye sordu dede. Ne yazık ki genç adam yaprak hışırtıları dışında hiç bir şey duymuyordu.

Hiç konuşmadan saatlerce ağaca yaslanıp beklediler öylece. Güneş batıyordu artık. Delikanlı hayal kırıklığıyla kalktı yerinden. Dedesinin elini tutup onu da kaldırdı. Lakin yaşlı adam onca yolu geri dönemeyecek kadar yorgundu artık. “Hiç halim yok” dedi. Bunun üzerine iyice telaşlandı delikanlı ama dedesi sakin ve huzurlu görünüyordu. Yaşlı adam sessizce güneşin batışını seyrediyordu. Çok geçmeden ormana karanlık çöktü. Delikanlı kendini oldukça korunmasız hissediyordu artık. Etrafı kollayıp durmaktan yorgun düştü. Dedesi, biricik torununun karanlıkla savaştığını gördüğünce yumuşacık, huzur dolu, dingin bir sesle konuştu onunla. “Bazen gözdeki karanlık kalbin aydınlığıdır” dedi. Delikanlı, dedesinin bu sözlerini işitince sakinleşti. Sonra karanlığa gözlerini kapatıp sırtını ağaca yasladı güvenle. Dedesi de ona ormanın masalını anlatmaya başladı eskiden olduğu gibi. Delikanlı sabahın ilk ışıklarına kadar bu masalın fısıltısıyla uyudu.

Güneş doğduğunda kulağında hâlâ dedesinin sesi vardı. Başını dedesine doğru çevirdiğinde onun artık yaşamadığını fark etti delikanlı. O hale şu ana dek işittiği masalı ona kim anlatmıştı ki? Kimin sesiydi sabahlara dek kulaklarında çınlayan?

Sonra ağaca döndü delikanlı. Gözlerini kapattı usulca. Evet… Ağacın sesini duymaya başlamıştı artık.

Ormanın masalını dinliyordu ağaçtan.

Dedesinin çantasındaki büyük kitabı aldı kucağına ve içindeki yapraklara baktı uzun uzun. Heyecanla okumaya başladı her birini. İnsanlığın masalıydı bu ama yarım kalmış… Tamamlanmamış…

Derken o an ağaçtan bir yaprak düştü. Delikanlı yaprağın üzerine bir harf yazıp kitaba yerleştirdi. Tıpkı dedesinin masalda anlattığı gibi…

Sakladığı eski zarfı da çıkardı çantasından. Yavaşça açıp okudu içinde yazanları. Bir cümle yazılıydı kâğıdın üzerinde:

“Asla bir kitap dolusu hayali küçümseme evlat…

Bir kitap dolusu hayal, bir çocuğun gönlüne düşerse

dünyada cennet yaratılır…”


Aşkın destanı yazılıyor ruhparçam

sen de bir harfi olur musun?

Aşkın müziği besteleniyor

sen de bir notası olur musun?

Aşkın şiiri yazılıyor

sen de bir mısrası olur musun?

Aşkın mabedi inşa ediliyor ruhparçam

sen de bir tuğlası olur musun?


Ruhparçam

O kadar özledim ki seni

“An”da kavuşmak nasip oldu ya

kırılsın bütün kum saatleri

Dursun zaman

Bırak sarılayım biraz

Bir yazarın okurunu özlediği gibi değil

Bir masalın çocuğu özlediği gibi…


“AŞKIN İSTİLASI” DEVAM EDİYOR…

“Aşkın İstilası” devam ediyor ruhparçam…

“Aşkın İstilası-İllüzyonu Aşmak-Yol” kitaplarıyla birlikte yola düşmüştük… Bu kez “Dem”le birlikte eriyeceğiz. Yol’daki bütün teknikleri elinden geldiğince uygulamanı tavsiye ederim. Beta’ya hapsolmuş bir beyin her şeyle kavga etmeye başlayacaktır. Kitabın içeriğinde bugüne kadar öğrendiğin birçok gerçeğin yıkıldığını göreceksin. Bu üslup ve konular bilinçli olarak seçilmiştir. “Dem” senin kendinle kavganın ötesine attığın adımda belirmelidir. Çünkü amacı düşmanlık ve öfke değil, içsel ve toplumsal barışı yaratmaktır.

Bütün bu emeklerin atacağın yeni adımlarla birleştiğinde, yeteneklerin açığa çıkmaya başlayacak…

“Gözlerini kapattığında gördüğün masal

gözlerini açtığında gördüğün gerçeğe isyan edecek.

İşte o zaman istila başlayacak…”

Bu kez yolculuğumuz oldukça derinlere iniyor. “İç Ben’le Tanışma-DEM” ilk kitabın devamı niteliğinde… Bu kez öğreneceğin teknikler çok daha ağır, çok daha etkili ve çok daha ustaca kullanman gereken teknikler. Bu sayfalarda daha sarsıcı ve köklere doğru uzanan bir yol kat edeceğiz birlikte…

Dem, tırtılın koza zamanıdır

Yani ölüme yaklaştığı andır

Ta ki kanatları onu özgür kılana kadar

“Bir”likte kavuşacağız…

“Dem”; beklemek, durmak, hareketsiz kalmak demek değildir. Dem yanmaktır. Hamlıktan, pişmeye doğru geçtiğin ve kül olmaktan bir adım daha öncesinde ustalaştığın süreçtir.

“Yol bizi kavuşturdu dem bizi eritecek…”

Dem gözyaşıyla yıkanıp arınmaktır. Çünkü senin gözyaşların artık bir illüzyon için akmıyor. Sanrılarından dolayı süzülmüyorlar yanaklarından. Sen artık bir gönül ustasısın… Bir gönül terbiyesinden geçiyorsun. Ustaların gözyaşı aşk’tandır. Aşk’a yaklaştıkça kalplerinden taşan coşkularıdır onların gözyaşı…

“Dem, ustanın çırakta erimesidir…”

Dem’le birlikte bedensel sınırlarının ötesine geçmeyi, başkasının yarasına elini uzatıp şifa olmayı, hem kendini hem onu iyileştirmeyi öğrenirken, doğanın şarkısını duymayı, bitkilerle ve hayvanlarla konuşabilmeyi, bütünü tamamlayan kıymetli bir parça olduğunu da deneyimleyeceksin. Sadece an’ın ustası olmakla kalmayacak, geleceği de tezahür etmeye başlayacaksın. İleri seviye şifa teknikleri, üçüncü göz aktivasyonu ve sessizlik meditasyonlarıyla birlikte kalbinle konuşmayı ve ondan işitebileceğin kadar yüksek sesli cevaplar almayı öğreneceksin. Ta ki hiçlikte demlenene kadar…

“Mananın parıltısına vâkıf olan,

maddenin gürültüsüyle meşgul olmaz…”

Yaşam ruhun madde içerisinde erimesiyle anlam bulur ruhparçam. Hakikatse maddenin kalbindeki manada sırlanmıştır. Maddenin ruhunu hissettiğinde manaya kavuşacaksın. Maddenin ötesine adım at. Manada kavuşalım.

“İnsan kendi benliğinin sınırlarının ötesinde bir anlayışa

erişmedikçe benliğiyle savaşı bitmeyecektir.

Benlik bilinci aşkla demlendiğinde birlik bilincine dönüşür

Ben ben demeyi bıraktığımda seninle savaşım sona eriyor

Anlasana ruhparçam, sen ve ben kavramı birlik bilincinde eriyor…”

Dönüşüm serüveninde ilk kitapta ilk çekiç darbesini zihnine indirdin ruhparçam, bu kez darbeyi kalbine vuruyorsun. Kalbinin derinlerinde unuttuğun gerçek seni uyandıracağız. Hazır mısın?

“Kimine yük gelir kalbi. Haklıdır da. Ama bütün ‘mana’ o

yükte saklıdır. Aşkın hamalı olmak için çıkarsın ‘yol’una…

Her attığın adımda hissedersin onu ruhunda.

Kalbine bir müjde fısıldar rüzgâr: Dem zamanı başlıyor…”

“İç Ben’le Tanışma” eğitimi boyunca senden en büyük isteğim değişime direnmemendir ruhparçam…

Yol’a düşen bir çırağın kararlı adımları bir kalfanın gönlünde

demlendiğinde birlik bilinci ustanın nefesi olacak…”

Kendini kitaba bırak, kalbinin uyanışına izin ver değişim gerçekleşsin…

“Direnmeyi bıraktığında değişim hep daha iyisini getirir…”

İç Ben’le Tanışma tekniklerini uygularken değişime direnmeye kalkışman canını çok yakacaktır. Olana direnç gösterme… Çünkü er ya da geç değişim gerçekleşecektir ruhparçam.

İç Ben’le Tanışma eğitiminde yaşayacağın ağır değişim boyunca eğer herhangi bir konuda sürtünme ya da sıkışma yaşarsan her zaman için kararlılıkla dengeleme egzersizleri, sufi nefesi ve topraklanmaya devam etmen gerektiğini hatırlamalısın. Bu uygulamalara devam etmen, “İç Ben’le Tanışma” sürecini çok daha rahat ve kolay geçirebilmene yardımcı olacaktır.

Uygulamalar sırasında baş dönmesi, mide bulantısı, bitkinlik ya da ağrı hissettiğinde lütfen bu noktada yaşadığın şeye tutunup yargılamaya başlamak yerine sakince sufi nefesi yapmaya, dengelenmeye ve topraklanmaya devam et. “Acaba yanlış mı yapıyorum? Acaba bir şeyler ters mi gidiyor?” kaygısıyla kendini betaya çekmek yerine, farkındalıklı bir ruh olarak rahatlamaya ve çözüme odaklan.

“Gözlerin körlüğü göz açıkken olur…”

Yol’daki uygulamalar oldukça eğlenceliydi. Dem’dekiler çok daha hayata dair uygulamalar. Çoğu egzersiz günlük işlerin arasında zaman ayırıp yapabileceğin egzersizler değil. Bundan ziyade Dem uygulamalarının birçoğunu hayatının içerisine eritmeni, demlemeni tavsiye ederim.

Unutma ki:

“Faydalanmadığın şeye sahip değilsindir…”

“Dem”le birlikte seni içeriye davet ediyorum.

Gözlerini kapat

Sana bir masal anlatacağım

kahramanı sen olan…

Hatırlarsan, “Aşkın İstilası-Yol” kitabında bir hikâye fısıldamıştım senin kulağına. Ve o hikâyede Dem’den bahsetmiştim. Aslında seni bu kitapta bekleyen ikinci önemli adımının ne olduğunun ilk ipucunu vermiştim. Şimdi izninle o hikâyeyi bir kez daha hatırlatmak isterim ruhparçam:

“Hayal gönlüne düştü!

Şimdi onu aşkta dem’leme vakti…”

-Dem-

Günün birinde hocayla öğrencisi yan yana yürüyordur. Öğrenci “Hocam on yıldır yanınızdayım. Sizden sayısız değerli bilgi öğrendim. Buna saygım sonsuz. Haddimi aşmak istemem. Lakin sizce benim de hoca olma vaktim gelmedi mi artık?” diye sorar.

O sırada her ikisinin de gözleri kozasının içinde hareketlenen kelebeğe doğru ilişir. Öğrenci, derdinin ne olduğunu hocasına uygulamalı gösterme şansı yakaladığını düşünerek heyecanla elini kozaya doğru uzatır ve kozayı yırtarak kelebeğin dışarı çıkmasına yardımcı olur. Onun bu hamlesiyle kelebek özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz pat diye yere düşüverir.

Hoca gülümseyerek yere eğilir ve kelebeği avuçlarının arasına alır. Öğrencisine de şunu söyler:

“Bak evlat! Eğer sen kozayı açmasaydın bu kelebek özgürleşme güdüsüyle kanatlarını kuvvetlice germeye çalışacak ve kanatlarını bu şekilde güçlendirecekti.

Zamanından evvel yaptığın müdahaleyle ona yardım etmeyip zavallıcığı sakat bıraktın. Lütfen birine yardım ederken onun gerçekten özgürleştiğinden emin ol. Onun içindeki potansiyeli anlatmasını ve anlamasını sağla. Unutma evlat! Bilgi herkeste var. Sen de en az benim kadar bilgi sahibisin. Buna rağmen neden hâlâ öğrenci olmaya devam ettiğini bir düşün lütfen. İkimizin arasındaki tek fark DEM’dir. Yaşam boyu aldığın bütün bilgilerin bilince dönüşme sürecine DEM denir. Bu aynı zamanda hakikatin, zihninden kalbine akmasıdır. Sen DEM’lenmeye devam ediyorsun evlat.”


Harflere hapsolmuş hisler insanın kalbinde
dem’lendiğinde özgür kalırlar
ve herkes bilir ki özgür masallar hakikati şekillendirir…

Bir insan baştan sona okunması gereken bir kitaptır aslında
ve kitaplar dünyayı değiştirebilirler…

Ruhparçam
bu masalı dinlerken
3 mum yakıldı
sana eşlik etsin diye
aşk, ilham ve “bir”lik için…


ADIM I: KOZADAN ÇIKIŞ

Öğrenilmiş Kalıplar Hapishanesi

Bir esareti sonlandırabilmenin ilk adımı ne tür bir esaret altında olduğunu fark edebilmektir.

Kendini tanımak istiyorsan, öğrenilmişliklerinden özgürleşmen kaçınılmazdır.

Etrafında örülen ve giderek esaretine dönüşen kalın duvarlı kozanın, zaman içinde nasıl oluştuğunu sorgulayarak patern dediğimiz o köklü kalıplıların ne anlama geldiğine bakalım önce…

Patern (Kalıp) Nedir?

Seninmiş sandığın oysa kalbinden geçenlerle hiç ilgisi olmadığı halde bütün varlığınla benimsediğin değerler, davranışlar, düşünceler, toplumsal ve ahlaki kurallardır paternler…

Hakikatin sandığın için yargılamadan kabullendiğin, oysa her birinin sana sonradan öğretilmesiyle benimsediğin bütün değerleri, bilgileri, inanışları, kısaca bütün paternleri birbirinden hiç ayrıştırmadan benimseyerek etrafına ördüğün koza, zaman içinde senin adına yaşamını yönetmeye başlar.

Şu an için kendi hayatınla ilgili verdiğin bütün kararların, aslında senin dışındaki bir mekanizma tarafından verildiğini bilmelisin.

“Kafeste doğan bir kuş uçmanın hastalık olduğunu zanneder…”

Doğduğun andan itibaren sadece birkaç ay için deneyimleyebildiğin “bebeklik hali” aslında senin dışarıdan veri almaya başlamadan evvel, tamamen kendi başına ve dilediğin gibi davrandığın, koşulsuzca “sen” olan en gerçek halindir.

Yeni doğmuş bir bebek, içeride ne hissediyorsa dışarıda da o şekilde davranır. İçeride açlık hisseden bebek ağlar, içeride kendini iyi hisseden bebek güler, içeride korku hisseden bebek bağırır. Bu kadar basit…

Fakat beyin, bir süre sonra birtakım hareketler ortaya koydukça, birtakım tepkiler alabildiğini keşfedince işin rengi değişmeye başlar. Bebek mızırdandığında annesinin onu kucağına aldığını, güldüğünde herkesin etrafına toplanıp ona sevgiyle baktığını, ağladığında herkesin seferber olduğunu, ilgi gördüğünü fark ettiğinde özgürlüğünü de kurban etmeye başlar. İçeride olandan ziyade giderek dışarıdan almayı umduğu tepkileri elde edebilmek için kalbini feda eter.

Bebeklik döneminde algı içeriden dışarıya yüzde yüzken, birkaç ay sonra dışarıdan içeriye doğru değişmeye başlar.

Bebek, hareketleri sonucunda farklı tepkiler almaya başladığını idrak edip bunu kullanmaya başladığı an, yaşamını sarmalayıp kuşatacak olan kalıplar kozasının da temelini atmış olur. Bundan sonrası hapishanenin temeli üzerine yeni duvarlar örmekten ibarettir sadece. Bireyin yaşamı, bebekliğinden itibaren her geçen gün biraz daha yükselttiği duvarların arasında sıkışıp kaldığını fark etmeden sürüp gider böylece.

Aynı şeyi bebek olduğun zamanlar sen de yaptın. Ağladığın vakit annenin sana süt verdiğini gördüğünden dolayı bu hareketinle kendine bir fayda sağlamak için ağladın. Tepkilerini, karşılığında başka bir tepki almak üzere kullandın. Ellerini çırptığında etrafındaki insanların sana sevgiyle gülümsediklerini gördün ve bu ilgiyi her hissetmek istediğinde ellerini çırpmaya devam ettin.

İşte bu can alıcı ilk evre, bebek halinin dışarıya göre şekillenmeye ve paternler kozasının özgürlüğünü kuşatarak sarmaya başladığı evredir. Yani dışarıyı şekillendirmek için içeriyi değiştirmeyi göze aldığın ilk süreçtir. “Özgür düşünce”ni ve “ben” kavramını yitirmeye başladığın yerdir.

Bebek, artık bu noktadan itibaren hissettiği şeyi olduğu haliyle dışarıya ifade etmekten ziyade, dışarıdan bir şeyler alabilmek için, içeride bir şeyler yapmayı dener. Bu süreçle birlikte yokuş aşağıya doğru yuvarlanarak inilen bir yaşam yolculuğu başlar.

Bu senin için neye mal olur biliyor musun?

Kendinden uzaklaşır, unutur, ona yabancılaşırsın. Bu yüzden artık özgür değilsindir.

“Öğrenilmişliklerin ötesinde, gerçek özgürlük yatar…”

Çocuk, bir yaşına geldiğinde biraz da zeki bir çocuksa ona ilgi ve sevgi gösteren herkesi tepkileriyle parmağında oynatmaya başlar. Dedesinin, annesinin ya da bakıcı ablasının ona karşı zaaflarını iyi bildiğinden onları dilediği gibi yönetebileceği tepkiler verir. Böylece her birini umduğu gibi kullanabilir. Artık içeride hissettiklerine göre değil dışarıdan almak istediklerine göre davranır. İstediği oyuncak alınmadığında çığlıklar atarak ağlamasının nedeni içeride duyduğu üzüntüden değil, verdiği tepkiyle dışarıdan umduğu yaklaşımı bulmak, oyuncağı aldırtabilmektir. Hareketlerinin bir kısmı duygusunun ifadesi değil, sonuca gitmek için yaptığı stratejidir.

Bunu dört yaşındaki yeğenim Leo’nun tavırlarını izlerken de görebiliyorum. Mesela Leo izlediği hareketleri ya da duyduğu şarkıları tekrar etmeye çalıştığında bizim ona kahkahalar atarak karşılık verdiğimizi fark ettiğinden beri, daha sık şarkı söylüyor ve izlediği animasyon kahramanları sürekli taklit etme çabasına giriyor. Kendi hissettiği şeyleri yapmak yerine, etrafındaki insanların ona gülmesini beklediği için dışarıya göre şekillendirdiği tepkiler vermeyi tercih ediyor.

Dışarıdan almak istediği sonuca göre kendini değiştirme ya da şekillendirme dönemi olan bebeklik evresi bitip okul çocuğu olma dönemi başladığında durum giderek daha da vahim bir hal alır. Okul çocukluğu dönemi başlayınca, çocuğun kiminle arkadaşlık edeceği, kimin yanında oturacağı, hangi oyuncakla oynayacağı, ne vakit yemek yiyeceği, hangi saatte uykuya yatacağı gibi bir dolu “yetişkin kararı” (sistemin kaideleri) onun iradesi dışında hayatına adapte ediliyor.

Kişisel ihtiyaçlarının bile başkaları tarafından organize edildiği bir düzene kendini adapte etmeye çalışan çocuk, bundan böyle ona sunulan program dahilinde yaşamayı benimser. İşte bu evre, bireyin toplum baskısına ilk maruz kaldığı evredir. Çünkü artık sadece aileye göre şekil değiştirmiyordur, toplum için de kendi gibi olmaktan yavaş yavaş vazgeçiyordur…

“Topluma göre şekillenme” evresinde ciddi travmalar yaşamış bir çocuk olarak oldukça derin izler taşıdığımı söyleyebilirim. Anaokuluna giderken öğle uykusuna yatırıldığımızda parmak emdiğim (13 yaşına kadar emmeye devam ettim) için öğretmenimin sürekli elime vurmuş olması, bugün bile her ayrıntısını netlikle hatırlayabileceğim kadar güçlü bir kötü hatıra olarak durur zihnimde. …

"

Aşkın İstilası – Dem kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?

Aşkın İstilası – Dem (2016)

Aşkın İstilası – Dem

Kişisel Gelişim
Yazar: Metin Hara  
İlk Basım: 2016
Yayınevi: Destek Yayınları