Ayşe Aysu’nun duruluğa ulaşması pek uzun sürdü. Turhan’ın cenazesinde Fethi’yi ikinci eşiyle görmek çarpmıştı onu. Yuvarlak çizgili, akça pakça kadınlar dizisinde bir boncuk olmayı Ayşe Aysu hâlâ onuruna yediremediğini sarsılarak fark etti o gün. Gerçekle yüzleşmek, Havva’nın sayısız suretlerinden yalnızca biri olduğunu sindirmek bunca zordu demek! “Birey” söylencesi… ne içinde büyüdüğü halkın geleneğinde vardı ne dünya için düşlediği çözümde… Öyleyse…
“Çok yalın bir ifadeyle yaşamı yazarak kavramak, yazarak yaşam üzerine düşünmektir Ayşe Aysu’nun yaptığı; fakat bu düşünme ve kavrayış, kaçınılmaz olarak cinsiyetlidir: Mesleği de dahil olmak üzere, toplumsal ve kültürel kurumlar ve yapılar içinde kadının yerini anlama çabası, aslında kadının en çağdaş, en devrimci, en yenilikçi çevrelerde bile süren açık ya da örtük ikincilliğini fark etme ve sorgulama çabasıdır.”
Prof. Dr. Dilek Direnç
Eskiden bahar geldiğinde O’nu anımsardım… Taze oksijen kokusunu içime her çekişimde O’nun kokusu tüterdi burun deliklerimde. Ilık havanın titreşimi O’nun dokunuşunu uyandırırdı tenimde.
Sonra….
Bahar geldi ve ben bir zamanlar O’nu anımsadığımı anımsadım. Anladım, gençliğim bitmişti…
Buz Kristali
1985
Var mı böyle bir zaman, adı “şimdi” olan?
1985 baharında bir öğleüzeri, yeni bir tensel deneyime yöneliyor. Taze sulanmış toprak kokusu bahçelerden uçuşup taşıtın aralık camından süzülüyor. Geçmiş ürperiyor kokuda, renk iplikçiği ebruda, yitirişin anısı umutta nasıl titreşirse, öyle. Ürperen tenidir… Ayırdında değil.
“Şimdi”ye güzelce yerleşmiş, geleceğe koşuyor. Başını kaldırıp dışarıya bakmasa, yanılsama sürecek. Ama bakıyor!
“Şimdi” tuz buz!
Görüntünün darbesi onu apansız ânın dışına fırlatıyor.
İşte orda, kaldırımda duruyor! Aracın camında belirip kaybolan erkek sureti, otomobildeki kadının uyarılmış algısına ayrıntılarını açık ediveren! O! On yıl önceki haliyle!
Geçmişle gelecek koşut aynalar mıdır, onlardan yansıyan ışıkların kesişme noktası mıdır “şimdi”, oyalanıp durduğum oynak odak!
Nasıl da O, hâlâ belirsizliğe indirgeyebiliyor beni!
(Mutlak etkiden söz etmek yanlış. O’nu farklı koşullarda gördüğünü düşle.)
“Şimdi”ye güvenli bir araca, evlilik sevecenliğine kurulmuş, geleceğe koşuyordu kadın. Kaldırımda eski sevgilisini gördü. Garip, aradan geçen on yıl sanki adama dokunmamıştı. Lacivert takımlar bile eskimemiş miydi? İlginç, yanındaki kız kendisine benziyordu. Unutulmamış mıydı? Yoksa, benzeşen gövdelere mi çekiliyordu adam! Kim bilir! Demek hâlâ yaşamını yoluna koyamamıştı. Eski sevgili, bıraktığım ruh ortamındasın! Biraz büyüsene! Kızlarla mahalle aralarında el ele dolaşmak için yaşın geçkin değil mi?
Kadın yerçekiminden kurtulmuş uçuyordu. Yeni sevgiliyle paylaşılan coşku buzul-geçmişi eritmiş, geleceği ılık, buğulu im-gelere dönüştürmüştü. Birden O’nu gördü! Eski sevgilisini. İçi sızladı. Ne kadar da yakışıklıydı! Tıpkı on yıl önceki gibi. Nasıl da âşıktı O’na bir zamanlar.. Gövdesini nasıl da acıyla oyan bir hasret tüneliyle bağlıydı tüm varlığı adamın varlığına… Yolları çoktan ayrılmıştı. Ve işte şimdi, kırk yaş belirmişken ufukta, başka bir adama âşıktı. Eski sevgiliyse bir genç kızla dolaşıyordu. Kim bilir; belki O da boşanmıştı. İçi bir kez daha ve başka bir tınıyla sızladı. Artık ikisinin birlikteliği için çok geçti. Yüreğinin ta derininden O’nun mutlu olmasını diledi.
Hayır, kadın ne evliydi, ne âşık. Yalnızdı, geçmişin ve geleceğin farkındaydı. Çantasındaki boşanma ilamının tarihi henüz yeniydi ve gövdesini keşfe çıkmıştı. Okşanmak, nazlandırılmak istiyor, bedeni kabarıyor genişliyordu. Yüzü olmayan bir erkek gövdesini özlüyordu.
Ve O’na rastladı. Birinci darbe! Birkaç ay önce gördüğünde, adam yaşlanmış gibiydi, yüzü sarkmış ve sararmış. Oysa şimdi geçmişteki benliğine bürünüp de çıkıyordu karşısına! Aynı lacivert takım elbise, aynı duruş, cömert gülümseyişle dolan kara bıyıklar… Ve fark ediyor yanındakini! İkinci darbe! Kendisi duruyor orda. On yıl önceki haliyle! Daha ince bir kendisi, saçları omuzlarında, balık etinde, akça pakça bir kız… El ele yürüyüşe çıkmış bir çift. Üçüncü darbe! Erkek iri ve esmer eline almış kızın elini, parmaklarını kelepçe gibi geçirmiş kızın parmaklarının arasına. Kendi elini de tıpkı böyle sıkardı… Derilerinin birbirine dokunan yüzeyleri genişlerdi böylece; gerçekleşmeyen öbür büyük dokunuşun yerini tutardı… Tutar mıydı?.. Ellerin kösnüsü… kendi eline özgü sanmıştı bunca yıldır, teninin çağrısına yanıt ya da ona, tenine özgü bir güzelleme… birçok kırıklığı anımsayışta bağışlatabilen…
Sevgileri mum ışığıyla bezenmiş sofralardan, uzak sahil kasabalarında ay ışığı öpüşlerinden yoksun kalmıştı. Öy I esine gündelik yaşantıyla iç içe, öylesine her gün kullanılan eşyanın arasında, yürünen sokaklarda, bildik ev iç I erinde akıp gitmişti ki… İlişkiye garip bir gerçeklik kazandırmıştı ard düzlemin sıradanlığı. Evinin asansörü, konuk odasındaki pembe koltuk, erkeğin işyerindeki sarsak maroken iskemle yakınlıklarının tanığı olmuştu. On I ara baka baka birbirlerini anımsamadan yaşamayı öğrenmişlerdi. İlişkileri işte orda, o eşyalar gibi elle tutulur, o sokaklar gibi yaşamanın parçası ve onlar kadar sessiz ve unutulmuş durup duruyordu.
Oysa, yalnızca bir davranış biçimiymiş, kocaman esmer eldeki şefkat ve kösnü!.. Tıpkı adama yönelik kendi varlığının da bir yineleniş olması gibi. Hepsi bu.
Anılar ve beklentiler arasında tuzakta mıydı? Bedenindeki bollaşma duruvermişti taksi camına çarpan görüntünün ardından! Hemen değil, birkaç dakika sürmüştü “şimdi”ye geri dönebilmesi. Söndü, daraldı, küçüldü, çekti sanki yüzeyleri… Damarları büzüştü, bedeninin oylumu ufaldı. Canlı özü boşalmış da atılıvermiş bir kabuk gibiydi, gizilgücünü yitirmiş…
İşte o zaman o ağrılı isteği ayrımsadı, bacaklarının arasından yukarıya, karnına doğru sokulan… Toprağı zahmetle yaran bir kömür tüneli gibi kıvrılarak derinleşiyor ve sonra bir noktada, gizil ısıyla yüklü boğucu yarık ani bir dönüşüme uğruyor, duru bir oluşuma başkalaşıyordu.
İçin için tüten kömür tüneliyle buz kristali arasına sıkışmıştı.
Gençliğin O Yakıcı Mevsimi kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.
Gençliğin O Yakıcı Mevsimi
Roman
Yazar: Erendiz Atasü