Her şeyin anlam, boyut ve nitelik değiştirdiği bir dünyada insanın hep aynı kalması olanaksızdı. Kendisi de değişmişti bu yüzden. Bütün eski kaygılarını ve aptallıklarını bırakıp bilincini, yanılsamalar toplamından ibaret bir karşı saldırı hamlesine dönüştürmeliydi artık. İnci Aral’dan, Türkiye’nin bu zamanlarına dair, kolay unutulmayacak bir roman: Genç yaşta yükselmiş bir yatırım uzmanı; eski eser kaçakçısı bir kadın; üniversite mezunu bir telekız.
İnci Aral, “Geleceksizlik” üzerine kurduğu romanında bu üç kişinin kesişen yollarını anlatıyor. 2000’li yılların başlarında, yaşanmakta olan toplumsal, ekonomik ve kültürel çalkantılardan etkilenen bu insanlar, savruluşlarını ve belirsizleşmiş geleceği sorguluyorlar. Bir yanda bol para, her türlü zevk, renkli hayatlar, öte yanda kirlenen, çürüyen değerler, tatminsizlik, sömürü düzeni ve yozlaşan cinsellik. Safran Sarı; para, güç ve başarı peşinde koşarken kimliklerinden, aşktan ve umutlarından uzaklaşan, sayıları gitgide artan otuzlu yaşlarında bir kesimin önce sevgiyi, sonra geleceği olan inancını, en sonunda ruhunu kaybedişinin serüveni…
SAFRAN SARI
Safran Sarı; 1994’te yayımlanan Yeni Yalan Zamanlatma, insanımızın serüvenine, değerler yitimiyle savruluş ve çözülmelerine yönelttiğim bakış açısı ve edebi ilginin 2003’te Mor’la gelişen devamı oldu ve bu iki romanı tamamlayan bir üçleme oluşturdu. Safran Sarı’yı başlarken çağının tanığı olmayı önemseyen bir yazarın yaşadığı yıllara ilişkin izlenim ve duygularının birçok bakımdan ciddi bir bütünlük oluşturduğunu gördüm. Bu yüzden ilk kitabı Yeşil olarak yeniden adlandırdım ve üçlemeyi ‘YENİ YALAN ZAMANLAR’ üst başlığıyla tanımlamayı uygun buldum.
İnci Aral
“Bazen de duman dudaklardan çıkar çıkmaz yoğun ve ağır, havada öylece duruyor, başka bir görüntüyü, metropollerin çatılan üzerinde biriken buhar ve kokulan, dağılmayan opak bir dumanı, ziftli yolların üzerine çöken zehirli havayı getiriyordu sahneye. Ne belleğin değişken sisleri, ne kuru saydamlığıydı bu, kentlerin üstünü bir kabuk gibi saran yanmış yaşamların yanık kalıntıları, artık akmayan bir yaşam cevheriyle şişen sünger, hareketin hayaliyle taşlaşmış yaşamları donduran geçmişin, şimdinin ve geleceğin tıkanmışlığıydı. “
Italo Calvino
Görünmez Kentler
Remzi Kitabevi-1990 / Çev: I. Saatçioğlu
Bu romandaki kişilerin ve olayların, gerçek kişiler ve olaylarla hiçbir ilgisi yoktur.
Akşam, Londra’dan döndüğünde kendisinin sanarak alıp eve getirdiği valizin bir başkasına ait olduğunu gece geç vakit, açtığında fark etmiş, içindeki eşyayı bir sapığın tutkulu dikkatiyle incelediği halde sahibinin kimliğiyle ilgili ne bir bilgi bulabilmişti ne de işe yarar bir ipucu.
İşaretler valizin genç bir kadına ait olduğunu gösteriyordu. Sade, iyi kalite dış giyimle baştan çıkarıcı iç çamaşırlar çekici bir karşıtlık oluşturuyordu. Otuz sekiz beden koyu kahve kaşe bir pantolon, biri beyaz biri pembe iki gömlek, açık lila rengi dantel bir sutyen g-string takımı, beyaz ve siyah birer takım daha, birkaç çorap, grili pembeli ipek bir eşarp, kemer, kısacık bir siyah etekle içi naylon kaplı bez torbaya konmuş bir çift kahverengi/ klasik kısa topuklu -otuz sekiz numara- ayakkabı, Pantolon uzunluğundan valiz sahibinin boyunun bir yetmişer civarında olduğu anlaşılıyordu. Küçük tuvalet çantandaki kozmetik pahalı ve iyi cins, kadife torbadaki gümüşler geldi- Hele aralarındaki biri yakut diğeri zümrüt gömme taşlı iki kaim altın yüzük olağanüstüydü.
Takıları yatağın üstüne dizdiğinde içinde şıkırdayan bir şeyler daha olduğunu anlayıp keseyi örtünün üstüne boşaltmıştı. Bir avuç eski paraydı dökülen. On altı adet gümüş sikke…
Şaşırtıcı mıydı? Emin değildi Volkan, ancak yüzüklerle sikkelerin Çok değerli olduklarını tahmin edebiliyordu. İnsan bunların benzerlerini ancak müzelerde, eski eserler arasında görebilirdi. Doğrusu valiz hiç de uygun bir yer değildi bu tür nesneleri taşımak için.
Taklit olabilirlerdi ama özellikle sikkeler tarihi eserse alışılmışın dışında, tersine bir yolculuğu işaret ediyorlardı. Belki de satılmak üzere yurtdışına çıkarılmış, bir nedenle geri dönmüşlerdi. Daha çok sayıda gitmiş, az dönmüş de olabilirlerdi ayrıca. Her ne idiyse bunları valizde tutmak cesaret işiydi. Öte yandan valiz, el çantasından daha elverişli, daha az dikkat çekici de olabilirdi. Bu konularda deneyimi yoktu.
Zulasma sahip çıkamayan bu dalgın kadın nasıl biriydi acaba?
Kendi valizinin dış cebinde bu tür karışıklıklara önlem olarak şirket antetli bir kimlik kartı bulunduruyordu. Havayoluna kayıp bildiriminde bulunmadan önce kadından bir-iki gün haber beklemek doğru olacaktı. Karar veremiyordu aslında. Valiz tehlikeli olabilirdi, bela aranmaya, basma dert açmaya gerek yoktu.
Kendini yazılacak polisiye bir öykünün kapı eşiğinde bekliyormuş gibi hissetti. Ofisteki odasında yalnızdı. Her zamankinin tersine sakin bir öğleden sonraydı. Kocaman bir salonu andıran zevkle döşenmiş çalışma odası beşinci kattaydı ve dış dünyadan özenle korunmuştu. Pencere önünde durduğunda caddeden geçen araçların, insanların, otobüs durakları, kavşaklar ve trafik lambalarının başını döndürecek kadar aşağıda kaldığını görüyordu. Bazen paniğe kapıldığı, bir an önce yeryüzüne inip kalabalığa karışmak istediği de oluyordu ama bu odada hissettiği şey ayrıcalık ve iktidardı. Aşağıdaki karıncalar ordusunun çok uzağında sanal bir iktidar!
Koltuğuna gömüldü. Önündeki ekrana, holdingin çalışma alanlarını gösteren çizelgeye baktı. Finansman işlemleri, borsa ve çokuluslu şirketlere fon danışmanlığı, menkul ve büyük çapta gayrimenkul alım satımı, yatırımı. Özelleştirme kapsamındaki kuruluş ve kamu arazileri pazarlamasında aracılık. Kesinlikle her zaman büyük kazanç. Birtakım bayağı gerçekler ve alçakça durumlar.
Önemli bir satış yarın sonuca bağlanacaktı. Ayrıntıları bir kez daha gözden geçirmek gerekiyordu. Birtakım sayın baylar inandırılacak, hep birlikte durum sağlama bağlanacak, kime ne kadar rüşvet verileceği yeniden konuşulacak ve imzalar atılacaktı karşılıklı. İşi buydu Volkan’ın. Beş yıldır başkası adına ama çapını genişleterek aynı işi yapıyordu ve yaptıklarını değil, sürekli yapacaklarım düşünmekten ataklık ve cesarete fazlasıyla alışmıştı.
Şirkette yeniyken her başarılı iş sonrası kendini bir matematik dehası gibi görürdü. Raporlar, grafikler üzerinden pazarlık yapmak, şirket lehine ilk bakışta göze görünmeyecek avantajlar yaratmak, komisyon Hesaplarının içinden bir solukta çıkmak kolayca becerebildiği şeylerdi. Öte yandan asıl başarılı olduğu alan insan ilişkilerinde gösterdiği sıcak, ikna edici yaklaşımdı. Bu işte insanı çabuk sonuca götüren en önemli şey birikim ve kıvrak bir zekâyla birlikte sevimli ve güvenilir görünmekti. Kimse kimseye güvenmese herkes öyle görünmeyi gerekli saysa bile çok yönlü, çok yüzlü ve deneyimli olabilmek önkoşuldu. Volkan, doğuştan yetenekli olduğuna inanıyordu. İnsanların söylediklerini aşırı bir dikkatle, nezaketle dinlemekte, sabrını ve soğukkanlılığını korumakta hiçbir zaman zorlanmamıştı.
Yakınlarda bir yerde bir kompresör vızıldıyor, durup durup yeniden başlıyordu. Kalkıp pencereye yaklaştı, aşağı doğru baktı. Bir açıp bir kapayan bir hava, ince, kararsız bir güz yağmuru vardı dışarıda. Caddenin öte yanındaki bir bahçeden görünen ağaçların tepeleri ıslak ıslak parlıyordu. Aşağıya, bodur çalı bitkileri ve doğal, heykelsi kaya parçalarıyla düzenlenmiş giriş avlusuna baktı. Başı döndü. Hiçbir şey düşünmemeye, kafasını yağmurla, ağaçlarla, rüzgârlarla doldurmaya çabaladı. Ne ki kompresörün sesi kesilmiyordu. Yine yollan deliyorlardı.
Çok az uyumuştu dün gece. Uyku hapı ya da içkiyle uyumak zorunda kaldığı geceler gitgide çoğalmaktaydı. Bazen tam uykuya dalacakken ayağı sekmiş de korkutucu bir uçurumdan düşüyormuş, ya da asla uyumaması gerekiyormuş duygusuyla sıçrıyordu. Gün içinde üzerinde durmadığı bir konu, söz ya da olay gece yansı ciddileşip hortluyor, kafasını meşgul ediyordu. Bütün ayrıntılar, aldırmazlıklar aşın önem kazanıyor, öfkeler, nefretler, duygusallıklar keskinleşiyordu.
Yine öyle olmuş, uyumama fırsatı çıkmış gibi bütün gece valizin, içindeki giysilere sinmiş hoş kokunun ve o iç gıcıklayıcı çamaşırların nasıl bir kadına ait olabileceğini düşünmüştü. Uyuyamamak, yatakta karanlığın içinde dönüp durmak zihni iyice bulandırıyor, insanı tam anlamıyla sersemletiyordu.
Rüya görmüyordu çoktandır. Ya da yıpratıcı pazarlıklar, tumturaklı cümleler, rakamlar, karmakarışık ve batık borsa tahtaları görüyordu daldığında. Tuvaleti olmayan otel odaları, kalabalık caddelerde yalınayak ya da çırılçıplak kalmalar, etine gömülmüş irin toplamış kıymıklar. Hep bir çaba, telaş, kaygı. Bir kez de penisinin elektrikli olduğunu görmüş, tanımadığı bir kadınla yatacağı sırada alet kıvılcımlar çıkararak kontak yapmıştı. Doğal. Çünkü çoktandır bir kadının koynuna girmemişti.
Telefon çaldı. Bir bayan ‘karışmış valizleri için’ arıyordu. İyi bağlayın!
“Volkan Bey? Ben Melike Eda. Valiziniz bende. Umarım benimki de sizdedir.”
“Bende bir valiz var, isimsiz. Aramanızı bekliyordum.”
“Emin olmanız için içindekileri sayayım mı?” Şıkırtılı bir kahkaha.
“Bir üçüncüsü de olabilir diye mi düşünüyorsunuz? Bu kadar karışıklık fazla olmaz mı?”
“Haklısınız, fazla olur.., Yine de söyleyeyim, kadife bir torbada takılarım vardı.”
“Evet öyle. Kime ait olduğunu anlamak için valizinizi karıştırmak zorunda kaldım,”
Safran Sarı kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.
Safran Sarı
Roman
Yazar: İnci Aral
Yayınevi: Can Yayınları Kırmızı Kedi