“Rüzgârlar gibidir hayatımızın imkânları, yine de insan neden cesaret etmez ki yelken açmaya? Her şey yaşanmamış bir hayattan daha iyidir, hatta felaket bile – acı, ümitsizlik, cürüm, her şey ama her şey boşluktan daha iyidir!”
Sessizliğin Yanıtı hayatın sıradanlığına, beyhudeliğine katlanamayan otuz yaşındaki bir adamın varoluşunun sınırlarını zorladığı bir kendini arayış hikâyesi. Max Frisch, kendi yaşamından da ipuçları barındıran bu ilk dönem eserinde, heba edilmiş bir hayatın tek sorumlusunun o hayatın sahibi olduğunu gösteriyor bize.
“Sessizliğin Yanıtı burjuva dünya görüşünün hayata geçirilmesi fikriyle uzlaşmanın peşi sıra gelecek krizi daha başından ele alır.”
Peter von Matt
Ya da belki de sadece geçmişi düşünüyor yalnız dağcı; uzun bir vadi bu, on üç yıl da uzun bir zaman, şimdiyse sürekli ilerleyerek hatıralarında yol alıyor. Bazı şeyler onu gülümsetiyor; hafif bir gülümseme, utançtan ya da içten içe duyumsanan bir kıskançlıktan: Ahşap köprüde şimdi; bu köprüde, o zamanlar yeni nişanlanmış yetişkin ağabeyine gençliğin verdiği cüretle evlenmenin sıradan bir şey olduğunu, asla evlenmeyeceğini söylemişti daha on yedi yaşındayken, çünkü o sıradan biri değil, bilakis bir sanatçı, mucit ya da buna benzer bir şeydi.
İşte ilk kez o zaman bu ahşap köprüde düşüncelerini birine açıklamıştı; ağabeyi ise sanatın hangi türüyle ilgilendiğini yaratımının neler olduğunu sormakla yetinmişti. Ama gayet doğal olan bu soru genç adamı öylesine yaralamıştı ki yanıt verememişti çünkü henüz yarattığı bir şey yoktu. Sadece diğerleri gibi olmadığını hissediyordu; örneğin nişanlı olduğu için sıradan bir insan olarak görüp küçümsediği ağabeyi gibi olmadığını.
Bazen yosunlu bir soğukluğun hâkim olduğu ormanın içinden geçiliyor, hava ya mantar ya da reçine kokuyor. Dallardaki gri yeşil likenler rüzgârda hafifçe salınan çok eski zamanlardan kalma sakalları andırıyor, insan onların arasından maviye boyanan vadiye bakabiliyor.
Ağabeyi daha sonra evlenip Afrika’ya göç etmiş, orada bir çiftliği ve pek çok çocuğu olmuştu; o ise, daha genç olanı, gençlik parmaklarının arasından kayıp giderken umudunu yitirmemiş, planlar yapmaya devam etmişti. Çatı katında geçirdiği onca zamana karşın mucitlik arayışlarından sonuç alamayınca oyunculuğu denemiş, olmayınca eline fırçayı almıştı, o da olmayınca kemanı. Günün birinde okulu da bırakıvermişti, ne de olsa muhtemelen büyük bir mucitti, fakat o zamanlar keşfettiği tek şey parasının uzun süre yetmeyeceği ve tüm bunların birer yanılgıdan ibaret olduğuydu, yine de tıpkı sıradışı insanlar gibi kendini çoğu zaman çaresiz hissetse de canına kıymıyordu. Kendi kendine hâlâ şöyle söyleyebiliyordu: Henüz yirmi yaşındasın, halen her şeyi yapmak mümkün ve insan nasıl da gurur duyar her şeyin mümkün olmasından!
Daha sonralarıysa, yirmi beş yaş mı, o da yaş mı canım demiş ve yirmi beş yaşında, olup da henüz hiçbir başarı sağlayamamışlar hakkında, ki bu alışılmadık bir şeydir, severek bir şeyler okumuştu; sözkonusu bu kişilerin çevresindekiler onların şu ya da bu herhangi bir başarı elde edeceğine ihtimal vermemişti. Gerçi kendisi hangi alanda başarı elde edeceğini bilmiyor ama bu esnafla sıradan vatandaşın yapmayı akıl edemeyeceği şekilde şapka ve kravat takıyordu; zaman zaman gülünç duruma düşeceği korkusuna kapılıyordu, hatta belki de deli olduğu ve dünyadaki tüm insanlardan daha gülünç, daha çılgın, daha kötü, daha değersiz olduğu korkusuna; bu düşünce ne denli acı verirse versin yine de insanı teselli eden tatlı bir yanı da vardı , en azından bu şekilde bile olsa özel biriydi; belki bir caniydi fakat kötülük de yapamadığını görünce, ki aslında bu diğerlerinin de yapabildiği bir şey değildi, tesellisi olmayan yeni bir korku yer ediyordu içinde; her şeyin sonuçsuz kalabileceği korkusu.
Öyle basitçe sonuçsuz kalabileceği. O gün bugündür başladığı her şeyde bir telaştır gidiyordu, bir sabırsızlık, öylesine ateşli bir hırs, fakat böyle bir hırs nadiren verimlidir. Gerçekten de inanamıyordu bu denli yoğun bir hasretin, gençliğe özgü iyimserliğin böylesine yoğun duyguların ve gururlu sözcüklerin karşılıksız kalmasına, beyhude ve sıradan olmasına. Ancak günün birinde istekleri mutlaka gerçekleşmeliydi. Her ne kadar artık yavaş yavaş yaşlansa ve konuşmalarında daha dikkatli olsa da bu inancı halen taşıyordu. Lütuf zorlanmaya gelmez, insan bunu zamanla idrak eder, bazen zor olsa da sabrı öğrenir; de onu geleceğine bakarak değil de sadece şimdiki zamanı içinde değerlendirmeye tabi tutanlar arasındaysa. Fakat insan susup bekler; beklerken de diğer sıradan insanlar ne yaparsa onu yapar, pek tabii ki için için gülümser çünkü sadece öyleymiş gibi yaptığını ve sıradan biri olmadığını bilir; aslında sadece beklediğini bilir, olağanüstü bir şeyi, bir başlangıcı, hareketi, lütfu, doygunluğu, manayı beklediğini…
Sessizliğin Yanıtı kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.
Sessizliğin Yanıtı
Roman
Yazar: Max Frisch
Yayınevi: Kolektif Kitap