Ve hayat belki de şu anda birilerine yeni, hiç tecrübe edilmemiş ve nasıl bir neticeye varacağı kestirilemeyen yeni cilveler hazırlıyor. Bunu düşünmek bile hayat denen maceranın hakikaten macera olduğuna inanmama kâfi geliyor.

“Yedi Uyuyanlar” efsanesini öğrendikten sonra yedi sayısına takan ve sakinlerinden kurtulup uykuya dalmayı isteyen Ayyıldız Apartmanı.

Üst kattan gelen anne oğul tıkırtılarının tekrar hayata bağladığı, intihar niyetlisi.

Küçük bir şehirde, incelikli iç dünyasını anlamaktan uzak insanların sonunda cinnete ittiği Müeyyet Bey.

Bütün dostları ölünce, hayat, zamanın içinde manasız bir seyahat haline geldiği için kendisi de göçüp gitmek isteyen ama yaşlı bir kadının dostluğuyla tekrar hayata tutunan bir adam.

Küçük bir kıyı kasabasında bir gece yaşadığı derin şeyi aşk zanneden ve yanılan genç.

Konservatuvarda hademelik yaparken klasik batı müziğine tutulan hüzünlü apartman kapıcısı.

Pansiyoncu, kadın çamaşırları satıcısı ve diğerleri. Bütün bu öykü kişileri Ayfer Tunç’un “edebiyatımın anlamlı başlangıcı” diye nitelediği Mağara Arkadaşları’nda bir araya geliyor. İlk baskısı 1996’da yayımlanan bu kitap Ayfer Tunç’un dil ve insan merkezli edebiyat yolculuğunun ilk anlamlı durağı.


MAĞARA ARKADAŞLARI

Ayyıldız Apartmanı yedi katlıdır. Gökyüzünün de, yeryüzünün de yedi katlı olduğu söylenir. Bir hafta yedi gündür ve yedi kez okunup üflenir insan. Renk çarkında yedi renk vardır. Pythagoras felsefesine göre yedi, dörtle üçün toplamıdır ve bu, insanın tanrıyla birliğini ifade ettiği için kutsal sayılır. Elbette ki, Ayyıldız Apartmanı’nın Pythagoras felsefesinden haberli olduğunu ve bu felsefeye dayanarak yedi sayısına taktığını söylemek mümkün değildir. Ayyıldız Apartmanı, çeşitli vesilelerle karşısına çıkan yedi sayısıyla, kendisinin yedi katlı oluşu arasında, tamamen tesadüfi olarak bir bağıntı bulmuş, bunda bir hikmet olduğu varsayımından hareket ederek, epeydir içinde bulunduğu, kendisini kedere ve ümitsizliğe sevk eden acıklı durumdan kendisini kurtaracak köklü bir kurtuluş arama, daha doğrusu bekleme dönemine girmiştir. Nedir Ayyıldız Apartmanı’nı kedere ve ümitsizliğe sevk edecek kadar acıklı olan durum? Buna daha sonra geleceğiz.

Bir, üç, yedi, on, kırk bir gibi sayılara, her biri kendine göre bir kutsallık atfetmiş olan üç büyük dinin, vaktiyle buluştuğu İstanbul şehrinin yedi tepeli olmasına, Ayyıldız Apartmanı’nın da bu tepelerden birinde bulunmasına tesadüf gözüyle bakılabilir mi? Bu şehrin yedi tepeli olmasına bir tesadüf dense bile, plaka numarasının otuz dört, yani dört artı üç, eşittir yedi olması da mı bir tesadüftür? Niye sekiz veya altı etmez o plaka numarasındaki sayıların toplamı da, yedi eder? Ayyıldız Apartmanı yedi sayısının karşısına çıkardığı, cevapları doyurucu olmayan gizemli soruları, bu yediye takma dönemi içinde alabildiğine çoğaltmıştır.

Ayyıldız Apartmanı, yedi sayısının kendisi için önemini keşfettiği günlerde, karşısına hep yedi sayısının çıkmasını, bir tesadüf olarak görmemektedir. Aynı günlerde, yedinci katta oturan Ayyaş Yazar’ın bütün randevularını iptal edip, yudum yudum içki içerken hayranlıkla seyrettiği filmin adının Yedi Samuray, beşinci katta oturan, yatak odasını salona taşımış bunak ve pis ihtiyarın, yatağının hemen yanı başına koyduğu küçük tüp gazın üstünde patlattığı mısırları yatağına uzanmış bir halde atıştırırken seyrettiği müzikal filmin adının Yedi Kocalı Hürmüz ve ikinci katta oturan, henüz yirmi bir (ki üç kere yedi yirmi bir eder) yaşındaki, hafifmeşrep genç kızın, yüzüne haftada bir uyguladığı yoğurt, bal ve kivi püresi maskesini hazırlarken seyrettiği filmin adının Yedi Kadın olması da mı bir tesadüftür? Ayyıldız Apartmanı için, bunlara tesadüf demek mümkün olmadığı gibi, bütün bunların arka arkaya gelmesi, üç veya kırk bir kadar ulvi bir sayı olan yedinin kutsallığının, kafasına dank etmesi için verilmiş işaretlerdir.

Ayyıldız Apartmanı yedi kattan müteşekkil olmasının kendince önemli olduğunu Ayyaş Yazar’ın, sahafların raflarında unutulmuş birtakım eski yazı kitapları, fotokopileri, çeşit çeşit ansiklopedileri karıştırıp, dinî bir hikâyeden hareketle, büyük bir özen ve de eleştirel bir gözle yeni bir hikâye yazması sırasında fark etti. O zamana kadar, daha sonra belirtecek olduğumuz, içinde bulunduğu çıkmaza hayıflanmakla yetiniyor, bundan bir kurtuluş olamayacağına inanarak, kaderin hazin sonunu hazırlamasını bekliyordu. İşte tam o sıralarda kasıtsız olarak, gelişigüzel bir şekilde, yedi sayısına takmak üzereydi. Yedi katlıydı. Pencerelerini topladığında yedinin katlarına ulaşıyordu. Kapılarını topladığında da öyle. Tam yetmiş yedi basamağı vardı. Bin dokuz yüz kırk iki yılında yapılmıştı, rakamları tek bir sayı elde edinceye kadar topluyor, karşısına yedi çıkıyordu. Elli iki yaşındaydı, yine rakamları toplayınca yediyi buluyordu. Müteahhidi yedi kardeşin en büyüğüydü. Bulunduğu şehrin plaka numarası zaten malumdu. Sokağında tam yedi apartman vardı. Bunun gibi birkaç tecrübeden sonra, karşısına hep yedi sayısının çıktığını fark etti. Başlangıçta bunu pek de önemsemedi. Bunun bir tür “aritmomani” yani rakamlarla kafayı bozma olduğunun bilincinde değildi, hiçbir zaman da böyle düşünmedi. Ancak içinde bulunduğu durumu feleğin bir sillesi, büyük bir bahtsızlık olarak değerlendirdiği için Ayyaş Yazar’ın yazdığı hikâyeyle birlikte, yedi katlı olmasının bir tesadüf olmadığına, bunun bir anlamı olduğuna kendini kolayca inandırdı. Yedinin içerdiği uyum kendisinde mevcuttu. Bu bir tesadüf olamazdı. Dolayısıyla hemcinslerinden, yani şehre şöyle bir tepeden baktığında –gerçi artık tepeden bakamıyordu, çünkü yeni yapılan bütün binalar kendisinden uzundu– gördüğü şık, yeni ve kibirli bütün apartmanlardan daha üstün bir tarafı, adeta kutsanmış bir yanı vardı. Aynı Meryem Ana’nın bütün kadınlardan daha güzel olmadığı, ama bir azize olduğu için hepsinden üstün oluşu gibi. Her ne kadar küçük bir ayrıntı yedi sayısının getirdiği ve bir tek kendinde var olan uyumu bozuyorsa da, ki Ayyıldız Apartmanı buna pek önem vermiyormuş gibiydi, beklediği son gerçekleştiğinde, adeta bir efsane haline gelip, dillerde dolaştığında hemcinsleri “Evet, bizim kadar şık, hoş ve yeni değildi ama, kutsaldı,” diyecekler, genç yüzlerine belli etmemeye çalıştıkları kıskançlık gölgeleri düşecekti.

Söz konusu dinî hikâye, “Yedi Uyuyanlar”dı. İşte Ayyıldız Apartmanı’nın dikkatini Ayyaş Yazar’a yöneltmesinin ve uzun zamandır sinirine dokunan, bir sakini olmasından utandığı bu adamla ilgilenmeye başlamasının nedeni, yaygın olarak bilinen bu hoş hikâyenin adı olmuştu. Aslında Ayyıldız Apartmanı, Ayyaş Yazar’a edebiyat konusunda hiç güvenmiyordu. Edebiyattan anladığından değil, Ayyaş Yazar’ın başarı derecesini gördüğünden dolayı. Edebiyatçı olarak önemli sayılan bir isim olmadığını anlaması, epeyce zamanını almıştı. Oysa başlangıçta ona çok güvenmiş, inanmış, bu ilginç kişilikli edebiyat adamının, yılların kaybettirdiği itibarını geri getirebileceğini ummuştu. Bu beklenti o kadar ileri gitmişti ki, Ayyaş Yazar’ın, yaşı henüz genç olduğu halde, ölmesinin ve kendisinin bir müzeye dönüştürülmesinin an meselesi olduğunu zanneder hale gelmişti. Ama bir süre sonra, Ayyaş Yazar’ın bizzat kendisinin bir itibar sorunu olduğunu anlayınca, bütün ümitleri kırılmış, onun sayesinde kurtulmayı beklediği çıkmaza sessiz sedasız geri dönmüş, kaderine boyun eğmiş ve Ayyaş Yazar’a ümitlerini boşa çıkardığı için küsmüştü. İşte bu nedenle Ayyaş Yazar’a ve yazdıklarına güvenmez, her hikâyesinin bir önceki gibi sıradan, hiçbir özgünlük içermeyen, kıymeti harbiyesi olmayan şeyler olacağını düşünürdü. Bu defa Ayyaş Yazar’ın yazdığına ilgi göstermesinin nedeni de, Ayyaş Yazar’ın kendisi veya yazdıklarına birdenbire edebî bir değer gelişi değil, kaynak olarak aldığı “Yedi Uyuyanlar” hikâyesiydi.

Ayyıldız Apartmanı’na göre, Ayyaş Yazar’ın yeni bir hikâyeye başlamasıyla birlikte, kâğıt ve daktilo şeridi israfına, bir de aylar sürecek bir bekleyiş, yani zaman israfı eklenecek, bu bekleyiş sırasında Ayyaş Yazar çeşitli evrelerden geçen bir bunalım yaşayacaktı. Ayyıldız Apartmanı, Ayyaş Yazar’a bir göz atarak, onun bunalımının hangi evresinde olduğunu rahatlıkla anlayabiliyordu. Bu bunalımın süresi ve evreleri üç aşağı beş yukarı hep aynı oluyordu. Bunalıma neden olan hikâye yayımlansa da, yayımlanmasa da, Ayyıldız Apartmanı’nı eğlendirerek oyalayan bu temelsiz, yapmacık bunalım, belli bir süre sonra bitiyordu.

Ayyaş Yazar’ın, hikâyesini bitirip, üzeri daktilo şeridi boyasıyla boyanmış parmak izleri ve sigara külü lekeleriyle dolu kâğıtları, büyükçe sarı bir zarfa koyup, postaya vermesiyle başlayan bunalım süreci; bir gün bir edebiyat dehası olduğunu dünya âleme ispat edeceğine olan inancı zaman zaman zayıflasa da asla yok olmayan adamın, bir ay kadar son derece neşeli, havai bir hayat yaşamasıyla devam ediyor; ama bekleyişin uzamasıyla şekil değiştiriyordu. Ayyaş Yazar her ay başı gidip aldığı dergilerde hikâyesini göremeyince, yavaş yavaş solan bir çiçek gibi evine kapanıyor, dışarıya çıkışlarını bir günden iki güne, derken bir haftaya çıkarıyor, kapıcı Rüstem Efendi aracılığıyla, yaşaması için gerekli olan şeylere –içki, ekmek, sigara gibi– kavuşuyor, bu süre içinde zayıflıyor, sakalları uzuyor, banyo yapmayı unutuyor ve hemen hemen bütün gününü yatakta geçiriyordu.

Derken, bir ay başı istediği dergiyi Rüstem Efendi getirdiğinde ve adını daha derginin kapağında gördüğü anda, o solmuş, adeta yaşlanmış, can çekişen adam, damarlarından hayat iksiri verilmiş gibi canlanıyordu. Birden boy atan ve yaprakları açan bir çiçeğe benziyor, dairenin içinde tepine tepine dans ediyor, eline aldığı kırmızı bir kalemle bütün tashih hatalarını işaretleyerek hikâyesini okuduktan sonra, sesindeki neşeyi önlemek için büyük bir çaba harcayarak dostlarına telefon ediyor, önce havadan sudan, sonra da hikâyesinden söz ederek herkesin bu önemli ve mutlu olaydan haberdar olmasını sağlıyordu. Daha sonra soyunup, banyoya giriyor, bir yandan tıraş olurken, bir yandan da ayaklı küveti sıcak suyla dolduruyor, küvete boylu boyunca yatıyor, neşesi duruluyor, bu sefer tashih hataları yüzünden dergiyi çıkaranlara kızmaya başlıyor, yazara tashih hataları yoluyla yapılan saygısızlık konusunda dergiye yazmayı planladığı yazıyı yüksek sesle düşünüyordu.

Bundan sonrası da pek değişmiyordu. Banyosunu yaptıktan sonra, giyinip kuşanıyor ve dışarı çıkıyordu. Ayyıldız Apartmanı, onun dergideki hikâyesini görmüş olması muhtemel olan çevresinin bulunduğu kahvelere gittiğini sanıyordu. Böyle zamanlarda, gece çok geç bir saatte yanında mutlaka uzun saçlı bir kızla eve dönüyor, herhalde yanında getirdiği kıza ayıp olmasın diye, biraz edebiyat muhabbeti yapıyor, edebiyat dünyasının isimlerini kendisi başta olmak üzere, göklere çıkardıktan sonra, yatağa giriyordu.

Eğer hikâyesinin yayımlanmasından ümidini kestiyse, durum biraz değişik oluyordu. Ayyaş Yazar’ın belli bir bekleme süresi vardı. Bu sürenin sonunda dışarıya çıkışlarını nasıl azalttıysa, öyle çoğaltıyor, yeni hikâyesi üzerindeki çalışmalarını artırıyor, bu dışarı çıkışlar her güne ulaştığında, bunalım da bitmiş oluyordu. Bunalım sürecinin son sabahında banyo yapıyor, bu arada neşeli şarkılar söylemek yerine herkese küfrediyor ve yine dışarı çıkıp bir kızla eve geldikten sonra, edebiyat muhabbeti yapıyor, ancak bu sefer edebiyat dünyasının büyük başlarını, kendini büyük baş kabul ettiği halde ayrı tutarak, yerin dibine batırıyordu.

Bunalımlarına kendince bir süre biçen, zamanının büyük çoğunluğunu yazıyormuş gibi görünmekle geçiren Ayyaş Yazar, “Yedi Uyuyanlar” hikâyesini, Ayyıldız Apartmanı’nın on tane olduğunu bildiği halde, sık sık el parmaklarını sayan insanlar gibi; her şeyi, basamaklarını, pencerelerini, su borularını, duvarlarını saymaya başlaması ve yedi sayısına takması sırasında yazmaya başlamıştı. Aslında o sırada Ayyaş Yazar da yediye takmış durumdaydı. Gerçi onun için yedinin ilahî bir tarafı falan yoktu. “Yedi Uyuyanlar”dan sonra “Yedi Ulular”ı, daha sonra da “Yedi Âlimler”i kendine göre yorumlayarak yeniden yazacaktı. Bu onun için bir biçim meselesiydi, hikâye kitabına bütünlük verecek bir çalışmaydı.

Oysa Ayyıldız Apartmanı için hiç de böyle olmamıştı. Yakalandığı sayma hastalığı sırasında; “Yedi Uyuyanlar,” “Yedi Âlimler,” “Yedi Ulular,” “Yedi Kadın,” Yedi Samuray ve Yedi Kocalı Hürmüz adlı eserlerle karşılaşan Ayyıldız Apartmanı, oldukça derinden sarsılmıştı. Uzun uzun düşünmüş ve bunların kendisine gönderilmiş işaretler olduğuna karar vermişti.

Yedinin önemini keşfetmişti, iş buraya kadar tamamdı, ancak açıklayamadığı bir şey vardı, bodrum kat. Yukarıda sözünü ettiğimiz küçük ayrıntı. Ayyıldız Apartmanı’nın önemsemiyormuş gibi göründüğü, ama gerçekte yedi uyumunu bozan şey. Bodrum katı sayarsa sekiz katlıydı. Ancak bodrum katın yarısı toprağın altındaydı ve orası her şeyiyle diğer dairelerden farklıydı. Saysa bir türlü, saymasa bir türlüydü. İşte, Ayyıldız Apartmanı’nın ilgisini “Yedi Uyuyanlar” üzerinde yoğunlaştırmasının ve gerçek uyumu şimdi bulduğuna inanmasının nedeni, yine bu küçük ayrıntı, bodrum kat oldu. Böylece, yukarıda sayılan bütün hikâyelerin içinden, hem gerçek uyumu bulduğu hem de durumuna uygun düştüğü için, “Yedi Uyuyanlar”ı seçti.

“Yedi Uyuyanlar” hikâyesi kısaca şöyleydi: Adları Yemliha, Mekselina, Mesliha, Mernuş, Debernuş, Sazınuş, Kefaştateyuş olan, ilk Hıristiyanlardan yedi dindar genç; İslam kaynaklarında adı Dekyanus olarak geçen, Roma İmparatoru Decius’un baskısından kaçmaya karar vermişler ve bir mağaraya sığınmışlar. Yanlarında Kıtmir adındaki köpekleri de varmış. Bu inanmış yedi genç, İzmir yakınlarında, Efes’te olduğu söylenen, ancak değişik kaynaklarda Urfa’da, Tarsus’ta, Antalya’da ve Afşin’de olduğu da iddia edilen mağarada; güneş yılına göre üç yüz, ay yılına göre üç yüz dokuz yıl uyuduktan sonra, kendiliklerinden uyanmışlar ve yanlarında bulunan, onlar derin uykularındayken tedavülden kalkmış bir parayı içlerinden birine vererek, onu ekmek alması için şehre göndermişler. Bu para şehirde büyük bir heyecan yaratmış, ahalinin bir kısmı bu gençlere, yani mucizeye inanırken, bir kısmı da inanmamış. Hem İslam, hem Hıristiyan kaynaklarında değişik biçimlerde yer alan bu hikâyeye, “Yedi Uyuyanlar” ya da “Eshab-ı Kehf” yani “Mağara Arkadaşları” adı verilmiş.

Ayyaş Yazar, gazete kuponları biriktirerek elde ettiği bir ansiklopediyi karıştırırken, “Yedi Uyurlar” ya da “Yedi Uyuyanlar” maddesini görmüş, İzmir civarı seyahati sırasında uğradığı Yedi Uyuyanlar Mağarası’nı hatırlamış ve birdenbire beyninde adeta bir kıvılcım çakmıştı.

“Yedi Uyuyanlar”dan hareketle, yepyeni bir hikâye yazabilirdi. Şimdiye kadar yazdıklarını tümden silecek, yazarlığına müthiş bir damga vuracak bu yepyeni hikâyeyi yazmak için, hemen çalışmaya başlamıştı. Doğrusu kaynaklar kıt, kütüphaneler yetersiz ve zaman dardı. Bu nedenle geniş bir araştırma gerektiren kaynaklardan çok, sıradan ansiklopedilere başvuruyordu. İşte, Ayyıldız Apartmanı’nın yedi sayısı konusundaki şüphelerini doğrulamasında yardımcı olan “Yedi Ulular” ve “Yedi Âlimler” hikâyeleri de, söz konusu ansiklopedilerde bulunmaktaydı.

“Yedi Ulular,” Alevi ve Bektaşi tarikatlarında kutsal sayılan yedi şairdi. Ayyaş Yazar, “Yedi Ulular”ı yeteri kadar cazip bulmamıştı, ama “Yedi Âlimler”den etkilenmişti. Gerçekten hoş bir hikâyeydi bu. Üvey annesinin iftirasına uğramış bir şehzade, ölüme mahkûm edilmişti ve bu cezadan kurtulabilmesi için yedi âlim, yedi gün boyunca kadınların hilekârlığı konusunda yedi masal anlatmışlar ve sonunda şehzadeyi ölümden kurtarmışlardı. Kadınlarla arası pek de iyi sayılmayan Ayyaş Yazar, bu hikâyeyle şimdiye kadar kalbini kırmış ve onu böyle hastalıklı bir yalnızlığa mahkûm etmiş olan kadınlardan, gizli ve edebî bir öç almak için, “Yedi Uyuyanlar”dan sonra, “Yedi Âlimler”in hikâyesini yazmaya karar vermişti ki, bu da yedi kadın hikâyesi olacak ve Ayyaş Yazar’ın tahminine göre sönmeye yüz tutmuş feminizm ateşini canlandıracak, feminist kadınların göstereceği büyük tepki, Ayyaş Yazar’ın adını dillere destan edecekti. Bunu düşündükçe ağzı sulanıyordu ancak, şöyle eli yüzü düzgün, gerçekten ilgi çekici yedi kadın hikâyesi bulmak göründüğü kadar kolay olmadığı için, şimdilik “Yedi Uyuyanlar”ı bitirmeyi kafasına koymuştu. “Yedi Uyuyanlar”ı yazma, Ayyaş Yazar’a bir “yedileme” fikri vermişti. Yediyle ilgili yedi hikâyeden oluşacak kitabının adı hazırdı: “Yedileme!” Şimdilik elinde dört hikâye konusu vardı. Uyuyanlar, âlimler ve ululardan başka, Yedi Samuray’ı da yeniden yorumlayarak yazmayı düşünüyordu.

Uzunca bir süredir arkadaşlarıyla toplumun duyarsızlığını tartışan, bundan sızlanan, oturup içerek aydınların, sanatçıların, bilimadamlarının bu duyarsızlık ve vurdumduymazlık karşısında suskun kalışlarını eleştiren Ayyaş Yazar’ın yepyeni olacağını iddia ettiği hikâye, …

Kitaptan tadımlık bir bölümü okumak için aşağıdaki PDF bağlantısına tıklayın.

PDF indir
"

Mağara Arkadaşları kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?

Mağara Arkadaşları (2006)

Mağara Arkadaşları

Öykü
Yazar: Ayfer Tunç  
İlk Basım: 2006
Yayınevi: Can Yayınları