Edebiyat, Ömer Seyfettin için ateşli fikirlerini savunabileceği, keskin zekâsıyla oyunlar oynayabileceği bir mecradır. Her biri hem bir eleştiri hem bir öneri içeren “Bomba” ve “Pembe İncili Kaftan” gibi öncü metinlerin bir araya geldiği bu kitap, yazarın çocukluğundan askerlik yıllarına, savaşın yarattığı kasvetten nefes aldıran ideallere dair izler taşır.


BOMBA

Ömer Seyfettin

1884’te Balıkesir’de doğdu. Babası Ömer Şevki Bey tarafından Eyüp Askerî Baytar Rüştiyesi’ne gönderildi. Mezun olduktan sonra Edirne Askerî İdadisi’ne, ardından da İstanbul’da Mekteb-i Harbiye’ye gitti. Teğmen olarak İzmir’de, üsteğmen olarak Rumeli’de görev yaptı. Askerlikten ayrılıp Selanik’e gelerek Genç Kalemler dergisinde yazmaya başladı. Balkan Savaşı’nda subay olarak tekrar orduya alındı. Savaş sırasında Yunan ordusuna esir düştü. Esareti sırasında da öykülerini yazmaya devam etti. Yazdıklarını Halka Doğru, Türk Yurdu ve Zekâ gibi dergilerde yayımladı. Esareti bitip İstanbul’a döndüğünde Dârülmuallimin’de (İstanbul Erkek Öğretmen Okulu) ve Kabataş Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptı. 6 Mart 1920’de İstanbul’da öldü. Ömer Seyfettin, öykülerinde çocukluk anılarını ve tarihimizdeki isimsiz kahramanları da anlattı. Tarih Ezelî Bir Tekerrürdür (1910), Ashab-ı Kehfimiz (1918), Harem (1918) ve Efruz Bey (1919) adlı kitapları yazar hayattayken yayımlandı. Ölümünden sonra yayımlanan Yüksek Ökçeler, Gizli Mâbet, Bahar ve Kelebekler, Beyaz Lale, Asilzadeler, Bomba, İlk Düşen Ak, Dalga, Nokta, Yüksek Ökçeler, Falaka en bilinen eserleridir.


Yayına Hazırlayanın Notu

Elinizdeki kitap, Ömer Seyfettin’in Eski Kahramanlar (“Başını Vermeyen Şehit”, “Büyücü”, “Ferman”, “Kızılelma Neresi?”, “Kütük”, “Pembe İncili Kaftan”, “Teke Tek”, “Teselli”, “Topuz”, “Vire”) ve Yeni Kahramanlar (“Kaç Yerinden?”) üst başlığıyla 1917’de Yeni Mecmua dergisinde yayımlanmış öykülerden oluşuyor. Bunların dışında sadece “Bomba” öyküsü 1911 tarihinde Genç Kalemler dergisinde yayımlanmıştır.

Öykülerin hazırlanmasında en çok dikkat edilen husus, yazarın özgün dilini korumaktı. Bunun için öykülerde kullanılan ama artık günümüzde kullanılmayan eski sözcüklerin bir sözlük hazırladım. Bu sözlükte Arapça, Farsça sözcüklerin anlamlarının yanında yer adlarını, unvanları, diğer yabancı sözcükleri ve ifadeleri açıklayan notlar koydum. Sözlüğü hazırlarken yararlandığım temel kaynaklar İlhan Ayverdi Kubbealtı Lugatı ile Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük oldu. Anlaşılmayan kimi sözcükler için hem süreli yayındaki orijinal metni hem de Latin harfli diğer baskıları kontrol edip Arap harfli metne uygun düzelttim. Bu sözcüklerin yazımı ve anlamı için Ferit Devellioğlu Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat ile Şemsettin Sami Kâmûs-ı Türkî kitaplarından faydalandım.

“Bomba” öyküsünün bulunduğu Genç Kalemler dergisine ulaşmamı sağlayan Ali Serdar’a teşekkür ederim.

İbrahim Öztürk


Bomba

Duvarları ve tavanı uzun bir kışın isleriyle kararmış bu yer odasında mahpus gibi duran bodur ve çirkin ocak, içindeki odunları sanki hiddetle yakıyor, bir an evvel yutmaya çalışıyordu. Hızla tutuşarak uzanan, sönen alevler mandolinle heyecanlı sosyalist marşını çalan genç Boris’i, karşısında ezelî, nihayet bulmaz millî çorabını ören güzel karısı Magda’yı hafif, akıcı bir kırmızıya boyuyor, bütün odayı kaplayan büyük ve kötürüm gölgelerini titretiyordu. Dışarıda vahşi, soğuk bir şubat gecesi vardı. Kudurmuş bir rüzgâr, küçük pencerenin örtülmüş kapaklarına çarpıyordu. Ortadaki kalın ayaklı kaba, iri masanın etrafında yine kaba ve biçimsiz sandalyeler duruyor, çalınan mandolinin keskin sesini dinler gibi uyukluyorlardı. Ocağın üstündeki harap, ihtiyar saat gece yarısının geçmiş olduğunu gösteriyordu. Boris mandolinini duvara dayadı. Ayağa kalktı. Birden tavanı kaplayan gölgesiyle gerindi. Magda seri tığların ucundan güzel gözlerini kaldırdı:

“Uykun mu geldi?”

Genç, iri Boris gerinmesinde devam ederek cevap verdi:

“Hayır, hiç uykum yok…”

Tekrar oturarak ilave etti:

“Bilmem niçin, içimde bu gece bir sıkıntı var.”

Magda birden durdu. Çorabını dizlerinin üzerine indirdi. Mütereddit,1 şüpheli İslav2 gözleriyle kocasına baktı. Kaşlarını çatarak:

“Benim de içimde bir sıkıntı var!” diye söylendi.

Boris ancak yirmi beş yaşında vardı. Baba İstoyan’ın bir tanecik oğluydu. Köyünde, Sofya’dan gelen muallimden okuduktan sonra, genç papazın delaletiyle3 kendisi de Sofya’ya gitmiş, orada tahsilini bitirmişti. Beş sene nihayetinde, potursuz ve kuşaksız dönen dinç, güzel Boris babasının evinde, ihtiyar anasının yanında çok oturmamış bir gün dağa çekilip gitmişti. Senede ancak birkaç defa geceleyin gelir, anasıyla babasıyla görüşür, gene kaybolurdu. Genç Türkler hiç beklenilmeyen Meşrutiyet’i ilan edince o da bütün arkadaşları gibi şehre inmiş, silahını hükümete teslim etmiş, köyüne gelmişti. Fakat anası yoktu. O üç ay evvel “Ah Boris! Ah Boris!” diye ölmüştü. Gözlerinin açık kaldığını, papaz eliyle kapamaya çalıştığı halde muvaffak olamadığını komşular söylüyorlardı. Issız ormanlarda, korkunç kayalıklarda, hep kamersiz gecelerin karanlıkları içinde geçen beş seneden sonra hür, serbest, parlak ve yeşil köyü pek hoşuna gitmişti. Artık, babası pek ihtiyardı. Tarlaları, çifti idare edemiyor, adamları onu aldatıyorlardı. İşleri eline aldı. Zaten sa’ye4 karşı derin bir muhabbeti vardı. Bir gün mektebin daskaliçesine5 rast geldi. Tanıdı. Bu kızcağız da kendisi gibi Sofya’da okumuştu. Konuştular. Çok sürmedi seviştiler. İzdivaç ettiler. Magda, Boris’e vardıktan sonra mektebi terk etmiş, hayatını evine, zevcine hasretmişti. Aşkları gittikçe ziyadeleşiyor, fikirlerinin uygunluğu onları daha şedit6 bir iştiyakla birbirlerine raptediyordu.7 İşte aylardan beri böyle gece yarılarını bulurlar, konuşurlar, sevişirler, uyumak istemezlerdi.


Boris tekrar mandolinini aldı. Çalmaya başladı. Magda çorabını örüyor, düşünüyordu. Üç ay sonra çocukları olunca kim bilir ne kadar mesut olacaklardı. Tığlardan ayırdığı gözleriyle kabarmış karnına bakıyordu. Eteğinin altında, karnında, kendi içinde Boris’in yavrusu duruyordu. Dirseklerini bu şişliğe temas ettirerek saadetten titriyor, ayıp bir şey yapıyormuş gibi gizlice Boris’e bakarak kızarıyordu. Ocaktaki odunlar çatırdayarak yıkılıyor, birden alevler çoğalıyor, sanki bütün oda kırmızı gölgelerle doluyordu. Boris gene sosyalist marşını çalıyordu. Bitirdi. Mavi gözleriyle karısına baktı. Marşın nakaratını tekrar etti:

“Dajivea trada…”8

Magda çok saçlı güzel başını kaldırdı. İnce kaşları, muntazam bir burnu, pembe, taze bir rengi vardı. Geniş omuzları, kabarık memeleri esvabının altından taşmak istiyor gibiydi. Alevlerle aydınlanan eteklerinin altındaki kalın bacaklarından sonra ayakları pek küçük, nazik kalıyordu. Gebelik onu daha güzelleştirmiş, daha nefis ve mükemmel bir kadın yapmıştı. Genç, iri Boris müştak9 gözlerle zevcesini süzüyor, ruhundaki sıkıntıyı atmaya, bu meçhul kederi unutmaya çalışıyordu. Konuşmak istedi:

“Yaşasın çalışıp yorulmak!” dedi. “Değil mi Magdacığım? Çalışan mesut olur. Acaba sosyalistlerin hayali ne vakit hakikat olacak!”

Magda başını salladı, gülümsedi:

“Hiç, hiç, hiçbir vakit… Onların hayali hep hayal kalacak! Gene insanlar fenalar elinde esir olacak, çalışmanın faziletini birçok adamlar inkâr edecek.”

Boris mandolinini kucağından bıraktı, ellerini pantolonunun cebine soktu. Ayaklarını uzattı:

“Evet, ben de bu hayalin hakikat olacağına kail10 değilim,” dedi. “Lakin bu hayaldeki insanlık fikrine meftunum! Düşün, muharebeler kalkacak, cinayetler olmayacak. Hain politika unutulacak, herkes kardeş olacak… Çalışacaklar, mesut olacaklar…”

“Heyhat…”

Boris de tekrar etti:

“Benden de heyhat! Hele burada, bu pis, vahşi yerde, bu zalim Makedonya’da rahatla çalışmak mümkün değil. Ah bu kanlı Makedonya…”

Magda boynunun altında ansızın bir acı duydu. Çorabını bıraktı. Boris’in yüzüne baktı. Kalbi hızla çarpmaya başlamıştı. Rüzgârın bir küfrü andıran şiddetli gürültüsünü işitti. Ocağın üzerindeki saatin kırık bir kalp gibi vuran kuvvetsiz, mahzun tik taklarını duydu. Ayağa kalktı. Boris’in boynuna atıldı:

“Ah yatalım,” dedi. “Böyle acı şeylerden bahsetme…”

Boris kolunu Magda’nın beline, kalçasının üzerine koydu. Onu kucağına çekti, oturttu. Dudaklarından öptü. Bir an, bir dakika, uzun bir dakika böyle kaldılar. Boris diğer eliyle karısının kabarık memesini tuttu, bütün avucunu dolduran bu yumuşak, nefis kabarıklığı yavaş yavaş, dalgalandırarak sıktı. İkisinin de gözleri küçülüyor, titriyorlardı. Magda’nın başı Boris’in kuvvetli göğsüne düştü. Boris dudaklarını bu çok, bu kumral saçların arasına koydu:

“Müsterih ol Magdacığım, artık hiç korkmayacak, mesut olacaksın!”

Genç kadın iri, çıplak bacaklarını kocasının kavi11 bacaklarına dolaştırdı. Sıktı. Bütün vücudu takallüs12 etti, sordu:

“Ah mesut olacak mıyız? Nasıl? Söyle nasıl?”

Boris mesut, mahzuz:13

“Anlatayım, inan,” dedi. “Artık buradan gideceğiz.”

“Kaçacak mıyız?”

“Hayır, hicret14 edeceğiz.”

“Nereye?”

“Amerika’ya.”

“Amerika’ya mı?”

“Evet, Amerika’ya, Magdacığım. İşte iki aydır hazırlanıyorum. Sana haber vermedim. Tam buradan çıkacağımız gün söyleyecektim. Babama nemiz varsa sattırdım. Şimdi sekiz yüz liramız var. Sekiz yüz lirayla Amerika’da bir insan çalışırsa çok mesut olur.”

Magda, kocasının bacaklarını daha ziyade sıktı, dönerek boynuna sarıldı:

“Niçin benden sakladın?” dedi. “Oh ne kadar mesut olacağız!”

Boris karısının dudaklarını öperek cevap verdi:

“Sebep vardı. Korkacaktın. Senden saklamaya mecburdum.”

“Söyle ne vardı? Neye korkacaktım?”

“Şimdi söylesem gene korkacaksın.”

“Söyle korkmam.”

Boris tereddütle anlattı:

“İki ay evvel, bir pazar gecesi eve geliyordum. Kapıda bir mektup buldum. Açtım. Bu, ihtilal komitesi tarafından yazılmıştı.”

“Ah…”

“Evet, ihtilal komitesi tarafından… ‘Ey dinsiz Boris!’ diye başlıyordu. ‘Vaktiyle dağlarda neşretmek15 istediğin sosyalistliği burada öğretmeye başladın. Hainsin! Vatanımızın düşmanısın! Bil ki o hain kafanı baltayla vücudundan koparacak; sana uyanların, seni sevenlerin eline vereceğiz.’”

“Ah…”

“‘Yahut bize dehalet et.16 Bizimle beraber Balkan’a çık. Büyük vatan için çalış,’ deniyordu. O vakit anladım ki burada, seninle, senin aşkınla yaşamak benim için mümkün değil. Hemen babamı kandırdım. Her şeyi sattırdım.”

Magda tekrar Boris’i öperek sordu:

“Ah ne vakit gideceğiz? Söyle, buradan ne vakit gideceğiz?”

“O kadar yakın bir zamanda ki… Söylesem inanmazsın. …

"

Bomba kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?

Bomba (1911)

Bomba

Klasikler Öykü
Yazar: Ömer Seyfettin  
İlk Basım: 1911