“Tabii ki birebir aynısı değildi; Marat’nın başındaki sargı, küvetteki örtüler, yandaki küçük masa, sağ elindeki tüy kalem, sol elindeki kağıt yoktu Fikret’te ama gözlerinin aralık olmasından mı, yeşil duş perdelerinden mi, o küçük pencereden giren ışığın banyoyu aydınlatışından mı bilmiyorum, bir şekilde aynıymış duygusu uyandırıyordu bakarken.”

Bir renk neyi reddedebilir; yahut bir ressam, resimlerinde maviden başka renk kullanmayarak ne anlatır? Üstüne üstlük “Marat’nın Ölümü” gibi ölmüşse… Diyelim bu sorular cevaplandı, Marat’dan bihaber bir başkomiser nasıl olur da bunun bir cinayet olduğunu düşünür? Soruşturduğu tüm cinayetlerde aşklarını ve unutamadıklarını bularak, peşinde ağır bir yük sürükleyerek, her taşın altına baka baka…

Ahmet Karcılılar, tuhaf bir ölümü anlatırken okuyucuya bir resmin monografisini sunuyor. Mavinin Reddi uzun bir sessizliğin ardından gelen derin, akıntılı, sert bir polisiye.


Mavinin Reddi

Birinci Bölüm

Artık bu sırrın benimle yitip gitmesini göze alamam.

Olup biten her şeyi yazıp üstü kapatılmış bir olay hakkında gerçeklerin bilinmesini sağlamak zorundayım. Nasılsa anlatacaklarım yüzünden zarar görecek ya da bu sır ortaya çıktığında hesap sorutabilecek benden başka kimse kalmadı.

On yıl oluyor, kimseye anlatmadım, ölene dek anlatmamaya da kararlıydım. Şunu kesinlikle söyleyebilirim, otuz yıllık meslek hayatım boyunca yasaların çizdiği sınırları hiç çiğnemedim, bu olay hariç. Doğru karar verdiğimden öyle emindim ki on yıl boyunca kuşkuya düştüğüm bir an bile olmamıştı, aksine ne zaman aklıma gelse farklı ve özel biriymişim gibi hissettirdiğini itiraf etmeliyim. Dün, telafisi mümkün olmayan bir yanılgı içinde olduğumu anladım. Beni bağışlatır mı bilmiyorum ama aşkı gördüğümü sanmıştım.

Bu sabah emeklilik dilekçemi verip elimdeki dosyaları teslim etmek için arkadaşları odama çağırdım. Asayiş’te on bir, Cinayet Büro’da on sekiz yılı aşkın lekesiz bir kariyerden sonra büro amirliğine atanmam neredeyse kesinleşmişken birdenbire emeklilik kararı almam herkesi şaşırttı. Özellikle büro amiri çok bozuldu, yerine geçecek adamın emekli olması büyük olasılıkla kendi atamasını da aksatacaktı. Veda etmek için odasına gittiğimde şube müdürünün de epeyce sıkıntılı olduğunu gördüm, tam da her şey ayarlanmışken şubedeki tüm terfi ve atamaları şimdi yeniden planlaması ve onaylatması gerekiyordu.

Öğleye doğru tanıdığım hemen herkesle vedalaşmış çıkıyordum ki santraldeki çocuklardan biri koşarak gelip emniyet müdürünün beni görmek istediğini söyledi. Binada olup olmadığını sordum, binadaymış. Dönüp yanma çıktım. Ankara kökenliydi, iki yıldır görevde olmasına rağmen hiç konuşmamış, hatta bir iki seminer dışında pek karşılaşmamıştık. Kısa bir görüşme olmasını bekliyordum ama öğle yemeğini birlikte yemeyi önerdi. Yemek sırasında beni ne kadar önemsediğini göstermek için annemin nasıl olduğunu, yeterince ziyaret edip edemediğimi sordu. İşlerin sarkmadığı bayramlar ve yıllık izinlerde ancak görebildiğimi söyledim. Bir süre doğduğum şehrin ne kadar çorak fakat lojistik olarak ne kadar önemli olduğundan söz ettik. Sonra geçtiğimiz iki yıl içinde çözülmesi zor olsa da kapatabildiğimiz birkaç dosya üzerine konuştuk; bu olaylarda gösterdiğim başarının suç biliminin çok geliştiği ülkelerde bile örneğine pek rastlanmadığını öne sürse de bir başarı söz konusuysa birlikte çalıştığım ekiplere ait olduğunda ısrar ettim. Sonra da yazdığım raporlarda gösterdiğim titizlik nedeniyle savcı ve hâkimlerden sürekli teşekkür notlan aldığını söyledi. Yol yordam bilen bir adamdı, yemek sonuna dek emeklilik başvurumla ilgili en küçük bir imada bile bulunmadı.

Ne zaman ki kahveleri içtik, bana doğru eğilip biraz da sesini alçaltarak yıllardır tanıdığı bir arkadaşına söylüyormuş gibi içten bir dille dilekçemi geri almamı istedi. Emniyet içindeki temizlik operasyonları yüzünden kıdemli amir sayısı oldukça azalmıştı. Büro amirliği bir yana, daha üst makamlar için bu kadar uygun bir dönemdeyken neden emekli oluyordum ki? Şüphesiz bunları kara kaşım kara gözüm için değil etliye sütlüye bulaşmamış emniyet amirlerini elinde tutması gerektiği için söylüyordu. Söze annemle başladığına göre oradan devam edebilirdim. Bana duyduğu güven için teşekkür edip annemin yardıma ihtiyacı olduğunu söyledim; yalnız yaşıyordu ve kendine bakamayacak kadar yaşlanmıştı ama doğduğu topraklardan ayrılıp İstanbul’a gelmek de istemiyordu. Emekliye ayrılıp yanma taşınmak zorundaydım. Başka bir nedenim olsa asla kabul etmeyeceğini ama anneler söz konusu olduğunda akan suların durduğunu söyledi. Sonraki hayatımda başarılar diledi, tokalaşıp ayrıldık.

Gece hiç uyumamıştım ama uykum da yoktu. Vapurla Üsküdar’a geçerken bir an önce eve gidip kendimi yatağa atmanın kötü bir fikir olduğunu düşünmeye başladım. Ne kadar yorgun olsam da uyuyamayacağımı, bu saatte uyusam bile gecenin bir yarısı uyanıp kaldığım yerden kendimle hesaplaşmaya devam edeceğimi biliyordum. Vapurdan indiğimde Sultantepe yokuşu gözümde büyüdü, eve gitmek yerine iskelenin yanındaki banklardan birine oturup neredeyse kıpırdamadan denizi seyretmeye başladım. Dünkü lodos hızını kesmiş, hava açmıştı ama keskin bir ayaz vardı. Paltoma iyice sarınıp ellerimi cebime soktum. Daha önce de hiç uyumadan yeni güne başladığım, üstelik ertesi günün gecesine dek çalıştığım çok olmuştu, şimdi neden bu kadar yorgundum? Bankları dolaşan garson yanıma çay bıraktı, şekeri içine atıp karıştırmaya gücüm yoktu; öylece çay bardağına bakıyor, elimi cebimden çıkarmaya üşeniyordum. On yıldır kolaylıkla katlandığım, katlanmak da değil ağırlığını hissetmekten hoşlandığım bir yük taşıyordum ama dünden bu yana öyle değişmiş ve ağırlaşmıştı ki kurtulmayı başaramazsam altında ezilecektim. Kurtulmanın tek yolu vardı, anlatmak.

"

Mavinin Reddi kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?

Mavinin Reddi