“Başımızdan geçen hikâyelerle,
kafamızdan geçen hikâyeler arasında
hiçbir fark yoktur.”
R. L. Stevenson
Not: Bu kitaptaki 27 öyküden 15’i “Bir Yaz Gecesi Kâbusu” kitabında (Oğlak Yayınları, 2005) yer alan öykülerin gözden geçirilmiş versiyonlarıdır. Diğerleri ilk kez kitaplaşmıştır.
Gözden Geçirilerek Tekrar Basılan Öyküler:
Misafirperest, Telaş, Evrak Çantası, Karanlık Mesai, Çalar Saat, Tesadüf Beklentisi, Rande vu, Hande’ye Tecavüz, Köpekadam, Helikopter, Özel Gösterim, Gizli Kamera, Dikkat Bebek Var, Paranormal Domates, Bir Yaz Gecesi Kâbusu.
Ben Tek Siz Hepiniz
Nakavt
“Mutluluğun anısı kişiye mutluluk vermez.
Acının anısı ise acıyı yeniden duyurur.”
L. Byron
10
Geçen hafta karımın çarpılmış suratının yansımasını karşımdaki mağazanın vitrin camında görünce, onun bu haliyle ilk karşılaştığım an tüm dehşetiyle içimde ayaklandı.
Cesaretimi toplayıp ilk defa görüyormuşum gibi baktım. Az aydınlatılmış sofistike vitrine gölge düşüren lanetli bir hayalet gibi boşlukta asılı duran ifadesiz bir yüz… Yeni koleksiyonu plastik bir gururla tanıtan vitrin mankenlerininki kadar donuk… Sanki daha bile hareketsiz… Onlarınki gibi kusursuz değil ama… Yamuk yumuk… Ağzı biçimsizce açık ve çenesi yana kayık… Bir gözü diğerinden çok daha büyük… Bir kaşı daha yukarıda… Dudağının hemen yanındaki kaslar aşırı gergin… Kopacakmış gibi… Boynu birbirine düğümlenmiş mavi yeşil damarlarla dolu…
Tekerlekli sandalyesinin tutma yerlerini sıkmakta olduğumu fark ettim. Onu bu halde ilk gördüğüm anı hatırlamanın etkisiyle olsa gerek. Haberi aldığım gibi hastaneye koşmuştum. İlaç ve çiçek kokularının huzursuzca birbirine karıştığı aşırı beyaz koridordan silik bir ruh gibi geçmiştim. Odaya girmiştim. İçerde ne ses vardı ne hareket…
Aşık olduğum kadının yüzü kasılıp kalmıştı. Diyalogunun orta yerinde dondurulmuş bir film karakteri gibi. Doktor elindeki beyaz kumandayı ona çevirip bir düğmeye basmıştı. Hareketlenen karım değil, yatak olmuştu. Sinir bozucu bir cızırtı eşliğinde… Yatağın sırtı dikleştikçe karım oturur pozisyona geçmeye başlamıştı. İfadesi değişmeden… Ağır ağır… Tabutundan doğrulan bir ceset gibi… Yaşayan ölü… Bu harekete paralel bir bulantı yükselmeye başlamıştı içimde. Kusmamak için kendimi zor tutup yutkunmuştum. Boğazım düğümlenmiş, ağzımın içi kupkuru olmuştu. Başımın da dönmeye başlamasıyla gözlerimi sımsıkı kapatıp yatağın kenarına tutunmuştum. Gözlerimi açtığımda yine karşımdaydı. Bıraktığım gibi… Kocaman soluk renkli çiçeklerin arasındaki daracık yatakta hareketsizdi. Nefessiz kalmıştım. Karımın yüzünde zaman durmuştu. Saat sabahın yedisiydi. Doktor beyaz kumandayı bir kenara bırakmıştı.
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
9
Karımın çoğuna hayran olduğum yüzlerce ifadesinden geriye bir tek bu kalmıştı. Daha önce hiç görmemiş olduğum bu ifade… İfade de değil… Bir mimikten bambaşka bir mimiğe geçerkenki ara form… İki kat arasında kalmış asansör, sallanırken boşluğa takılmış salıncak, bir elin çarpıp devirdiği ama bir şekilde yere düşmeyen su bardağı gibi… Bir saniye öncesiyle bir saniye sonrasının iki ayrı anlamı olacakken o anki görüntünün hiçbir yorumu yoktu. Sanki şiddetli bir hapşırmanın tam ortasındaydı. Yüzü ürkmüş bir at gibi şahlanmış, geri inememişti. Ölümüne asimetrikti. Korku, şefkat, acıma, şaşkınlık, nefret, kınama, utanma, ağlama, bağırma, iç çekme, yırtınma, fısıldama… Hiçbiri değildi. Daha korkuncu, aynı anda hepsiydi.
Yüzündeki bu müthiş karmaşa, o anki iç dünyama benziyordu. Ne hissedeceğimi bilemiyordum. Zihnim karımın yüzü gibi kasılıp kalmıştı. Durmuştu. Saçma sapan bir şeyler söylemiştim. Tepki veremediği için bir şey anlayıp anlamadığını anlayamamıştım. Dışarı çıkıp doktorun odasına geçmiştik. Doktoru dinlerken kulağımın çınlamasına engel olamıyordum.
Çıldırmamak için kendimi zor tutuyordum.
8
Sabır diye bir kavram gelip hayatımın merkezine oturuvermişti. Diğer her şey onun gölgesinde kalmıştı. Daha önceleri gündelik yaşantımda yeri olmayan bu soyut kelime, kapkara bir bulut gibi kurduğum ve duyduğum her cümlenin içine sızmıştı. Zamanla elle tutulur, boğaza sarılır, kuvveti hissedilir bir hâl almıştı.
Karımın yeni görüntüsüne alışmaktan başka çarem yoktu. Ancak her sokağa çıktığımızda bunun imkânsız olduğunu fark ediyordum. Tekerlekli sandalyenin ikiye ayırdığı insan nehri bizi bir an için bile rahat bırakmıyordu çünkü. Her kafa en az bir kere dönüp bakıyordu. Son anda… Tepkileri göremiyordum. Onlar hep geride kalıyordu. Sadece bakışlar… Görüş alanımdan çıkmak üzereyken ona dönüp büyüyen gözbebekleri. Bembeyaz göz akları… Merakla köpüren, sabrımı taşırmaya çalışan azgın bir nehir…
Yetişkinlerin bu hesaplı refleksinin aksine çocuklar doğrudan gözlerini dikip bakıyorlardı. Hemen hepsi… Uzaktan takılan küçük bakışlar görüş alanımdan çıkana kadar karımın yüzünde kalıyordu. Merakla korkunun acayip bir karışımı… Kimisi en yakınındakinin koluna sokuluyordu. Kimisi hiç aklında yokken hızla annesinin eline yapışıyordu. Sımsıkı…
Aşık olduğum yüz, çocukları korkutuyordu.
7
Olanların tek sorumlusu bendim. Boks maçında aldığım o darbe… Benimle aynı anda o da televizyonun karşısında yemişti yumruğu. Ekranda canlı yayın devam etse de oturma odasında görüntü donmuştu. Zaman durmuştu. Belki de sonsuza kadar… Yumruk benim suratıma inmişti. Dağılan onunki olmuştu. Benim yüzümden onun yüzü yamulmuştu. Çenesi, darbe alan boksör fotoğraflarında olduğu gibi yana kaymıştı. Ve bu fotoğraf karesi, hızla devam eden hayatın ortasında, tekerlekli sandalye biçimindeki çerçevesinin içinde asılı kalmıştı.
Ben bir gece hastanede yatıp toparlanmıştım. Karımsa o dehşet anının içinde sıkışıp kalmıştı. O korkunç an, camdan duvarlara dönüşerek etrafını sarmıştı. Yüzü cama bastırılmış gibiydi. Televizyon camına… Kıracak gibi…
Haberi aldığım gibi hastaneye koşmuştum. Kendi hastanemden onun hastanesine… İki hastane arasına doluşan hastalıklı dünyanın içinden iltihap gibi akmıştım. Kiralık/satılık tabelalarıyla kaplı sokaklar, köpek dolaştıranlar, sokak kedileri, taze aşıklar, korsan DVD’ciler, torunuyla gezmeye çıkan ihtiyarlar, boş taksiler, dolu taksiler, toplantıya yetişenler, vitrinler, indirimler arasından…
Odaya girmiştim. İçerde ne ses vardı ne hareket. Zaman donmuştu. Karımın yüzü gibi… Karşımdaki vitrinin camındaki… Yine tekerlekli sandalyesinin tutma yerlerini sıkmakta olduğumu fark ettim. Onun yüzünü gören çocukların annelerinin ellerine yapışması gibi.
Sımsıkı…
6
Ve hâlâ devam ediyordum. Onun yüzüyle birlikte benim de düşüncelerim felç olmuş olmalıydı. Nasıl devam edebiliyordum? Yine ringde, spot ışıkların altındaydım. Başka bir boksörün karşısında… Ter içinde… Buz gibi…
Etrafımsa simsiyah bir kalabalıkla çevriliydi. Top top zifiri karanlık kafalar… Hastalıklı bir zevkle birbirimizin suratını yumruklamamızı izliyorlardı. Mümkünse kan çıksın istiyorlardı. Maç puanlamaya falan kalmasın, seyir değeri yüksek bir nakavtla bitsin diye dua ediyorlardı. Ne kadar çok canımız yanarsa, buradan o kadar mutlu ayrılacaklardı. Ringdekilerden biri beyin sarsıntısı geçirirse o maçın keyfine diyecek olmazdı. Birimizin yere yığılmasını şiddetle istiyorlardı. Şiddet istiyorlardı. Çığlık çığlığa bağırıyorlardı. Biz birbirimize vurdukça… Zevkle inliyorlardı. Abartılı makyajlı kadınlar, yüzümüzün renkten renge girişini izlemeye gelmişlerdi. Gözlerinde mor farlar, dudaklarında kıpkırmızı rujlarla morarmış gözlerimizle kanlı diş tükürüşümüzü dikizlemek için arkalarına yaslanmışlardı. Götlü göbekli, takım elbiseli adamlar vücutlarımızın aldığı darbelerle bok çuvalına dönmesinin tadını çıkarmak için bekliyorlardı.
Dayak görmeye gelmişlerdi; dayağın kralını göreceklerdi.
5
Rakibimin karnına sağlam, kural dışı bir tekme indirip üzerinden atladım. Hakeme küçücük bir dirsek darbesi yetti de arttı. Hayranlarıyla kucaklaşmak için sahneden atlayan bir rock yıldızı gibi ringden dışarı fırladım. Kısa bir süre gözümün karanlığa alışmasını beklemek zorunda kaldım. Alışınca gözlerimi kararttım. En önde oturan seyircilerden birine ilk yumruğu indirdim. Allah insanı ne kadar dayanıksız yaratmış. Bu yumruk her şeyin başlangıcıydı. Başlama vuruşu!
Çığlık çığlığa kaçışan insanların peşinden koşup yumruğumu yetiştiğime indiriyordum. …
Ben Tek Siz Hepiniz kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.
Ben Tek Siz Hepiniz (2011)
Edebiyat
Öykü
Yazar: Hakan Bıçakcı
İlk Basım: 2011
Yayınevi: İletişim Yayınları