Hiçbir karşılaşma tesadüf değildir. Senin şu anda bu satırları okuyor olmanın tesadüf olmaması gibi, benim Afrika’ya araştırma yapmak için gidip orada bir sufiyle karşılaşmam ve ondan öğrendiklerimi bu kitapta derlemiş olmamın da tesadüf olmaması gibi.

“Dert insana daima yol gösterir” der sufiler. Önemli olan yolu yürümekten vazgeçmemek. Yolda olan için “umut var” demektir. Kader her an yeniden yazılır çünkü.

Kiminle ne zaman karşılaşacağını, neyi ne zaman bulacağını bilemezsin. Bazen istediğin şeyi aramakla bulamazsın ama bulanlar hep arayanlar olmuştur. Mevlana’nın dediği gibi: “Sen yola çık, yol sana görünür.”

Yoluma ortaklık eden hocalarımın ilhamıyla karşına çıktığım bu kitapta sıkıntılarından kurtulman, ilişki problemlerini çözmen ve hayata daha olumlu bakabilmen için sufilerin kullandığı pratik yöntemleri kendi deneyim süzgecimden geçirerek sunuyorum. Kitapta yer alan öğretiler bugüne kadar binlerce insana yardımcı oldu, sana da olacağına inanıyorum.

Şunu sakın unutma yol arkadaşım, kaç yaşında olursan ol, başından ne geçmiş olursa olsun; kalbin temizse hikâyen mutlu biter.


AFRİKA’DA BİR SUFİ İLE TANIŞMAM

Güney Afrika’da aslan kafesini temizliyordum. Nesli tükendiği için koruma altına alman beyaz aslanların yetiştirildiği bir kampa gönüllü olarak gitmiştim.

Neye niyet neye kısmet derler ya, Afrika’nın ücra bir köşesinde, aslanlarla gönüllü çalışırken bir sufiyle tanıştım. Giderken neyimi de götürmüştüm yanımda. Bir gün ney üflerken sesi duyup yanıma geldi ve benimle tanışmak istedi.

Kendisinden öğrendiğime göre Güney Afrika’da tasavvufa ve sufiliğe büyük bir ilgi varmış, bilmiyordum. Tanıştığım sufi uzun bir zaman tasavvuf eğitimi verdikten sonra artık inzivaya, sessizliğe çekildiğini anlattı.

Sufilerin “Bilenler konuşmaz, konuşanlar da bilmez” düşüncesiyle bir zaman sonra inzivaya çekilmeyi tercih ettiklerini biliyordum. İnzivaya çekilen sufiler, hayatlarının son dönemlerini yazarak ya da halvette (sessizlikte) geçirirler. Ne var ki üflediğim ney, tanıştığım sufinin inzivasını bozmuştu. Günlerce karşılıklı sohbet ettik birlikte.

Bilenler konuşmaz, konuşanlar da bilmez

Konuşmasını anlamakta güçlük çekiyordum ama ne demek istediğini anlıyordum aslında. Yani hem anlamıyorum gibi, hem anlıyorum gibi… Garip değil mi? Ama Mevlana der ya “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşır” diye. Sanırım benimki de bu türden bir anlayıştı.

Güney Afrika’nın Limpopo bölgesindeydik, Botsvana, Zimbabve, Mozambik gibi adını az duyduğum ülkelerin sınırındaydık. Issız bir bölgeydi burası… Bu ıssızlığın ortasında böylesine zengin ve geniş bir gönülle karşılaşmam elbette tesadüf olamazdı.

Ben hiçbir karşılaşmanın tesadüf olmadığına inanıyorum. Tıpkı bu kitabın satırlarını okuyor olmanın da tesadüf olmadığına inandığım gibi.

Birlikte vakit geçirdiğimiz sürece o güzel insandan çok şey öğrendim. Şimdiye kadar ne bilgisini bir kitaba aktarmıştı ne de notları vardı. Onunla karşılaşmasaydım bildikleri onunla birlikte ebediyete karışacaktı. Bir araya gelmemiz sayesinde ondan öğrendiklerim bu kitabın içeriğinin büyük bir kısmını oluşturdu.

Bu kitabın büyük bir kısmı, onunla konuşmalarımızdan aldığım notlar ve sonrasında üzerlerine eklediğim güncellenmiş bilgilerle oluştu.

Kitaptaki hikâyelerin çoğunu ilk kez okuyacaksınız. Bazılarını da duymuş olabilirsiniz.

O güzel gönül adamı internet ya da telefon kullanmadığı için ve ben de bir daha Limpopo’ya gitmediğimden dolayı onunla bir daha buluşamadık.

“Baki kalan bu gök kubbede hoş bir seda imiş” diyor ya şair, ben de o güzel gönlün hoş sedasını, sufi büyüklerinin diğer hoş sedalarıyla harmanlayıp üzerine kendi deneyimlerimi ve bilgimi de ekleyerek paylaştım sizlerle…

Hoş geldin yol arkadaşım.

Hadi başlayalım.

ARADIĞIN HAZİNE,
TAM DA ŞU AN DURDUĞUN YERDE

“Gönül, ey gönül! Bu yolculuk nereye?” demiş bir şair.

Çıktığın bu yaşam yolculuğunda attığın adımlar seni nereye götürüyor? Düşündün mü hiç?

Hangi güzergâh üzerinden, hangi hedefe doğru yürüyorsun?

Bunca çaban, bunca emeğin ve bunca zaman boyunca sarf ettiğin güç aslında ne için?

Bu sorular üzerinde durup uzun uzadıya düşünebiliyor olman çok değerli… Çünkü yaşadıklarının da, yaşamadıklarının da aslında bir anlamı var. Sen yeter ki seçtiklerinin ve seçmediklerinin farkında ol.

Hayat, mutluluğun varılacak bir hedef olmadığını, aslında bütün sırrın yaşanan süreçte gizli olduğunu anlayabilmek üzerine inşa edilmiş bir yol…

Bir tekâmül…

Süreci yakalamak, olmuş olanın içindeki hâzineyi görebilmek mutluluğun uzaklarda bir hedef olduğu yanılgısından kurtaracaktır seni.

Evet…

Dünya uzun yıllar boyunca çalışıp çabalamış, ulaşmak istediği şeylere zaten sahip olduğunu ancak fark edebilmiş milyonlarca insanla, milyonlarca deneyimle dolu… Ancak fark edebilmiş milyonlarca insanla, milyonlarca… Bir bilgenin dediği gibi:

Mutluluk daha fazla şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır.

Biliyor musun ki, hayatını soluksuz bir koşuşturmanın içinde geçirip sahip olmak istediği her şeyi elde edenler, bütün bunlara aslında ihtiyaç duymadıklarını anladıkları an, çok daha büyük bir yıkıma uğruyorlar.

Konuyla ilgili çok sevdiğim bir hikâyeyi paylaşmak isterim.

Amerikalı zengin bir işadamı, bir iş seyahati sırasında küçük bir kıyı kasabasına uğrar. Limanda gezerken, ağzına kadar balık dolu küçük bir teknenin içinde bir başına oturan balıkçı gözüne takılır.

Dayanamayıp yanına gider ve “Merhaba” der. “Bütün bu balıkları yakalaman ne kadar zamanını aldı?”

Balıkçı, hepsini üç saatte yakaladığını söyler. Adam “Neden daha uzun bir süre denizde kalıp daha fazla balık yakalamadın?” diye sorar bu kez.

Balıkçı, ailesinin geçimini sağlamak için bu kadarının kâfi geldiğini söyler.

İşadamı iyice meraklanmıştır. Üç saatlik avdan sonra günün geri kalan zamanını nasıl geçirdiğini sorar balıkçıya.

“Sabah balıklarımı yakaladıktan sonra çocuklarımla oynarım” der balıkçı. “Öğlen de karımla oturur, sohbet ederiz, dinleniriz. Akşamları kitap okur, sohbet ederiz. Gece geç vakitte yatarım. Gördüğünüz gibi gayet dolu ve meşgul bir yaşantım var.”

“Ben üniversitede ekonomi okudum” der işadamı. “İstersen daha çok para kazanmak konusunda sana yardım edebilirim. Zamanının daha büyük bir kısmını balık tutmaya ayırmalısın. Kendine daha büyük bir tekne almalısın. Gelirin arttıkça teknen de büyümeli. Teknen büyüdükçe yanına bir de yardımcı alırsın. Kasabadaki bütün restoranlara balık satabilirsin, hatta civar kasabalara satış yapmaya başlarsın. Bu şekilde gelişmeye devam ederse kısa sürede bir balıkçı filosuna sahip olabilirsin. Böylece yakaladığın balıkları aracılara değil doğrudan işletme tesislerine satarsın. Hatta kendi balık fabrikanı bile kurabilirsin.”

Balıkçı, adamın konuşmasını kesmeden dinler. Adam, ciddiye alındığını fark edince daha da iştahlanır anlatırken.

“İşlerin büyümeye başladığında bu küçük balıkçı kasabasını terk edip büyük bir şehre taşınmalı ve dünyaya açılmasın. Kısa zamanda zengin olabilirsin ve milyonlar kazanabilirsin!”

“Anlıyorum” der balıkçı. “Milyonlar, başka şehirler… Peki ya sonra?”

“Zengin bir hayatın olur” der adam. “Sonrasında emekli olursun. Huzurlu bir emekli… Geceleri geç vakitlerde uyuyabileceğin, çocuklarına vakit ayırabileceğin, sevdiklerinle baş başa olabileceğin güzel günlerin olur. İstersen bir balıkçı kasabasına yerleşirsin, bundan sonra zevk için balık tutarsın, çocuklarınla oynarsın, karınla baş başa olmak için zamanın olur, akşamları sohbet edip kitap okursunuz, tatlı bir hayat sürersiniz. Mükemmel değil mi?”

“Kesinlikle mükemmel” der balıkçı. “Zaten ben de tam olarak o hayatı yaşıyorum.”

Şimdi sen de durup hayatına bak ve sahip olduğun ayrıcalıklara odaklan. Mutluluğun süreçte saklı olduğunu fark et. Yaşadığının seni sen yapan değerler olduğunu anladığında, bir şeylere “sahip olmak” uğruna gözden çıkaracağın şeyin zaten sahip oldukların olduğunu fark et.

Aktör Jim Carey’nin kariyerinin zirvesindeyken söylediği şu sözler beni çok etkilemişti: “Dilerim herkes bir gün zengin ve ünlü olur ve hayalini kurduğu her şeye kavuşur, böylece aradığı asıl cevabın bu olmadığını anlar.”

Aradığın şey sahip olmak istediklerinde değil, zaten sahip olduklarının içinde…

Sağ u solum gözler idim dost yüzünü görsem deyü / Ben taşrada arar idim ol can içinde can imiş” der Niyazi Mısri… Yani yıllar boyunca her yere baktım, her yeri aradım dostun yüzünü görebilmek için. Ben onu taşrada, sağda solda, uzak şehirlerde ararken o benim içimdeymiş.

Yokluğunu hissettiğin her şeyi önce kendinde aramaya başlamanı dilerim.

Şairin dediği gibi:

Ey Gönül! Define sandığının üzerinde oturup dilencilik yapıyorsun.

"

Kalbin Temizse Hikayen Mutlu Biter kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?

Kalbin Temizse Hikayen Mutlu Biter (2018)