Zeliha, hesapta son bohça çayı toplayacak, çay makaslarını yanına alacak, annesinin ardı sıra alım yerine gelecekti. Genç kız alelacele sıktığı bohçayı annesinin sırtına yüklerken böyle söz vermişti. Oysa bir saatten fazla geçmiş, Zeliha gelmemişti. Annesi Mukadder, gözlerini gökyüzüne çevirdi. Kırılgan bir güneş, gri ile lacivert arasında kararsız kalan yüklü bulutları, bulutlar da çaylıklarda tek tük biten mandalina, hurma ve karayemiş ağaçlarını yalayıp geçti.

İsmail Saymaz, Ovit Dağı’nı aşmaya çalışanların, aşıp da hayata iyi kötü tutunanların izini sürmeye çağırıyor bizi. Bu iz boyunca çay tarlasındaki mevsimlik işçiye, tezgâhının başında sıkıntıdan her şeye ama her şeye bahis tutan hamsiciye, Rus Pazarı’nda orak çekiçli rozet satan Matmazel Loya’ya, şeyhine ulaşmak için rabıtaya durup da onun yerine bir otel odasından hatırladığı Olga’yı gören “sofi”ye rastlayacaksınız.

Karayemiş ağaçlarının, çaylıkların arasından kentin dar sokaklarına, ormanları yağmalayıp yapılan geniş otoyollara…

Çay Güzeli, siyah beyaz fotoğraflarda başka renklerin de olduğunu gösteren hikâyeler.


Dedem İshak Tanrıverdi’ye…

Erzurum’da rençper, Rize’de hamal, İstanbul’da hamsiciydi. Bu dünyadan ayrılırken, geriye sadece bir Kore madalyası bırakabildi. Mekânı cennet olsun.

“… bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler”
NÂZIM HİKMET

ÖNSÖZ

Size çocukluğumun Rize’sini anlatacağım. Çay bohçasının altındaki kadını, çay fabrikasına mevsimlik işçi yazılan adamı, sokakta tahta el arabasında balık satan oğulu ve daha on sekizine girmeden dünya evine giren peştamallı kızı anlatacağım. Benim ailem gibi, yüz yıl önce Ovit Dağı’nın arka yüzünden Rize’ye göçen İspirli hamalları anlatacağım. Dağ yamaçlarına yayılmış tuğladan evlerde bir sahan mıhlama ile uyanılan sabahı, bir tava hamsiyle girilen akşamı anlatacağım. İki caddeden ibaret bir mecburiyeti, yalnızca erkeklerin yüzdüğü masmavi bir denizi, insanı sırılsıklam eden yağmuru, elektrik verilmişçesine oynanan horonu ve daldaki kara- yemişi anlatacağım. Çoktan unutulan “Çay Güzeli”ni anlatacağım size…

Ancak bir hatırlatmada bulunmam gerekiyor.

Ben edebiyatçı değil, gazeteciyim. Gerçeğin; olduğu gibi, söz oyununa başvurmadan, yalın ve anlaşılır şekilde aktarıldığı bir mesleği icra ediyorum.

Gazetecilik Yaşar Kemal gibi bir dehayı çıkarmış olsa da, kurgunun ve imgenin dünyası olan edebiyatta iddialı olmadığımı belirtmek istiyorum. Benimki, doğup büyüdüğüm şehri, köklerimi ve tanımaktan onur duyduğum “sıradan insanların sıra dışı öyküsünü” anlatma çabasıdır.

Bu yüzden, iki yıldan beri Kafa dergisinde başlayıp Bavul dergisinde yayımlamaya devam ettiğim metinleri Çay Güzeli adlı kitabımda bir araya getirdim. Kitabın ilk bölümü, otobiyografik anlatılardan oluşuyor. Bu bölümde anlatılanlar da, kahramanlar da gerçektir. Rize’de doğup büyümüş bir çocuğun çektiği, 80’li ve 90’h yıllara ait siyah-beyaz fotoğraflardır.

İkinci bölümdeki kurmaca öykülerse Rize’deki herhangi bir işçinin ve Erzurum’daki herhangi bir rençperin hayatından damıtılmıştır. Deniziyle olan bağı otoyollarla koparılanların, HES’lerle deresi kurutulanların, yaylasına kastedilenlerin ve özelleştirme tehdidiyle çayına göz dikilenlerin öyküsüdür. Başbakan ve cumhurbaşkanı çıkarırken, köyünde sele ve heyelana kurban gidenlerin; müteahhitleri metropole inşaatlar dikerken, üstgeçitlere şehit oğullarının isimleri yazılanların öyküsüdür. Erzurum’daki toprağı para etmediği ve kırkılacak kuzusu kalmadığı için Rize’ye göçenlerin ve tahta el arabasının ardında ömür tüketen İspirli hamalların öyküsüdür.

Çay Güzeli bugüne kadar bir öyküsü bile yazılmamış olanların öyküsüdür.

"

Çay Güzeli kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?

Çay Güzeli