Kıyısızlar, Kaybedenlerin ve yalnızların kitabıdır. Ve her kaybedenin mutlaka söylemek istediği son bir sözü vardır. İşte o sözler, “Katilime Mektuplar” olarak yer alıyor kitapta… Hikâyeleri okurken, satırlar arasında bir o yana, bir bu yana savrulacaksınız. Katiline âşık olduğu için kaybetmeye mahkûm olan insanların hüznüne, isyanına, içsel sorgularına, çelişkilerine ve nasıl tutunamadıklarına şahitlik edeceksiniz. Son yıllarda kendine has bir okuyucu kitlesi yaratıp, bu alanda bir fenomen haline gelen Kahraman Tazeoğlu, Kıyısızlar’la okuyucusuna yeni bir “Yara” sunuyor ve şöyle diyor: “Kimi yaralar kapanır ‘İzi’ kalır, kimi yaralar kapanır ‘Sızı’ kalır.”


Kıyısızlar

ÖNSÖZ

“Aşk çay,
karşılığı şeker,
tiryakiler çayı şekersiz içer.”
Ve kıyısızlar karşılıksız sever.

Karşılıksız sevmek, sahip olunmadan sahip olmaktır bir ha­yale. Karşılıklı olmalıdır bu karşılıksızlık. Karşılıksız sevmek, yanında olmasına gerek duymamaktır. Yanında olmadan, yanındalığıyla senin sevgine karşılık vermesini istemeden sev­mektir. Seni seviyorum cümlesine karşılık beklememektir. Bu bir soru cümlesi değildir çünkü. Karşılıksız sevmişsen, bu sorunun cevabı da seni ilgilendirmiyor demektir. O karşılık, bir kelime israfıdır o zaman. Aşk kelimeleri israf için değil, hediye etmek içindir. Ne olmak, ne de ölmektir.

Kendini hiçe saymaktır. “Benim ol” diye başlayan cüm­lelerini öbek öbek yutmaktır. Karşılıksız sevmekten hasret­ler çıkartmaktır. Ve hasret aşkın anadilidir. Hep karşı kıyıda kalmak, yine de kadere isyan etmemektir karşılıksız sevmek. Sevdiğinin gözlerine her sabah sandalla açılmak, dümeni unutmak, kürekleri denize atmak, o gözlerin başkasına baktı­ğını bilmek, yine de o gözler için her sabah yeniden ummana açılmaktır… Zaten zaman denen dalga, vuracaktır seni kendi kıyısızlığına.

Beklentisizliktir karşılıksız sevmek. Yenilmektir bile bile… Ve keyfini sürmektir bu yenilginin. Hiçbir zaman karşılıksız sevdiğini söylemeyeceksin ona… Susacaksın… Söylediğin an karşdık beklemek olur, bu bilesin… Yoksa seninle gurur duyar ama başkasını sever. Böyle bir aşkın karşılığı acı değil, hüzün olmalıdır. Çünkü acı geçer, hüzün kalır. Karşılığını kendi ru­hunla ödediğin bir şarkıdır o.

Karşılıksız sevmekten bugün ölmediysen, yarın da sevme­ye devam edebilirsin. Korkma, daha sonra da ölmezsin. Ya­raların yara alır yeniden. Sen sussan, saklasan yaraların ko­nuşur. Belki yok olmazlar ama iyileşir yaralar. Öptür yaranı hayalindeki sevgiliye. “Öp ama geçmesin” de. Kimi yaralar kapanır, “izi” kalır; kimi yaralar kapanır “sızı” kalır. Yaş iler­ledikçe aşkın karşısında nasıl da küçülür insan. “Keşke aynı aşkın içinde birbirleriyle hiç karşılaşmayacak olan iki yalnız olarak kalsaydık” dersin. Vazgeçmeyeceksin! Yanlış kapının anahtarı olmak üzmez de; kendi doğurduğunu öldürmek ko­yar adama. Evet! Kendi doğurduğunu öldürmektir vazgeç­mek. Vazgeçmeyeceksin! Bu acıya ancak kendini daha çok kanatarak katlanabilirsin.

Karşılığı alınmışsa bir aşkın, mutlaka sonu da gelir… Karşı­lıksız olandır sonsuz aşk. Ona şöyle yaz: “Kimse benim kadar karşılıksız sevemeyecek ve kimse benim kadar bensiz bıraka­mayacak seni. Ben hep aynı şarkıyı dinliyorum, belki bir gün farkına varmam diye… Farkında olmasan bile, ben böyle kat­lanıyorum her türlü derde. Birbirimiz için yaratıldığımızdan yalnızca benim haberim var. Bu yüzden seni kendime borç verdim… Kimse hak etmeden sevemez ve karşılıksız sevme­yen Kahraman olamaz.”

Geride bıraktıkların her zaman bir geçmiş yaratmaz sana.

Geçmişte kalmış bir sürü şey vardır ama belki geçmiş olma­mıştır daha. Kıyısızlar, her karşılıksız aşkta dört taraflarına kendi elleriyle duvarlar örerler. Ve o duvarların ellerinden daha güçlü olduğunu bilirler. Kıyısızlar, kendi duvarlarının arkasında, kendilerinden bile gizlenerek ağlarlar. Gözyaşlarındaki tuzu yaralarına basarlar. O yaşlarla yazdıkları şiirleri hep başka gözler eskitir, okur. Sonuçta gözyaşı da bir sudur.

Ve bir gün kurur.

Oluruna bıraktım seni; Olmazların bende kaldı.

Seni ilk gördüğümde balkon kapısına yaslanmış, t0zlu bir yola yatırmıştın gözlerini. Kimdi beklediğin bilmi­yordum ama ben çıkmıştım karşına ve çok sonra anlamıştım beklenen olmadığımı. O kadar sevdim ki seni, o beklediğin olmak istedim hep. Kalbinde bir misafir gibi değil, bir aşk gibi kalmak istedim. Ama ben misafirdim ve bir gün gidecektim. Önce kalbinden, sonra gözlerinden silinecektim. Bunu biliyor ve susuyordum hep. Bak işte, dilde duran dillenemiyor her za­man. Çok isterdim seninle ikimiz için kavga edebilmeyi. Çok isterdim gerçek sebeplerin “biz” olmasını. Ama öyle değildi işte. Sen, beklediğin gelmedi diye, ben beklediğin ben deği­lim diye isyan ettim hep. Sonrası o bildik son işte. Tek suçum, suçlarını saklamaktı. Seninse yüreğinde bütün olmazlara bir sığmak vardı.

Oluruna bıraktım seni; olmazların bende kaldı.

Ne inceldiğim yerden kopabildim, ne de oraya sıkıca tu­tunabildim. Giden rolü biçilmişti ömrüme, gönderilen oldu­ğumu hiç bilmeyeyim diye. Üstü kapalı vedalar, içine teselli yerleştirilmiş uğurlama cümleleri. Hepsi zihnimde çakılı kal­dı. En çok da şu sorunun cevabı merakıma asıldı; senden gi­dişim sana neyi getirdi? Ne kimse kimseyi yenebildi bu aşkta, ne de beraber kalabildik yan yana. Gelecekten de pek umutlu değilim artık. Adı gelecek olsa ne olur, seninle gelmedikten sonra… Hayata tutunabilmek için birçok sebep bulunabilirdi belki… Belki “yeniden” diyerek başlanabilirdi yeni ve sensiz bir hayata. Üç- beş yıl sonra unutulurdu ama benim ayakta kalabilmek ve yaşamak için sebebe değil, sana ihtiyacım vardı.

Oluruna bıraktım seni; olmazların bende kaldı.

Son sözlerindi. “Zamanla her şey düzelir, belki yeniden başlarız bıraktığımız yerden” dedin ama zaman, bize bir daha vakit ayırmadı. Son sözler hiç unutulmazmış. Hiç unutma­dım beni senden uğurlarken söylediklerini. Ömür denen yol­da hep ayaklarımın altına seriliydi o sözler. Hâlâ o yolda ve kelimelerinin üzerinde yürüyorum, biliyor musun? Evet! Ke­limelerinde yürüyorum, ayaklarımda kesikler… Şimdi uzan­sam şöyle anıların üstüne… Biraz kendimi dinlesem, biraz kendimsizliği. Diner mi acaba bedenimin bu yorgunluğu, bu bitkinliği? Bedenim dinlense ne çıkar, ruh komada değil mi? Seni sevmek, bir şiiri kumlara yazmaktı silineceğini bile bile. Silindi ve gitti her şey seninle… Geriye senden alacaklarım kaldı. Hiç geri vermeyecek olsan da bir de sende kalan kalbim vardı.

Oluruna bıraktım seni; olmazların bende kaldı.

Eğer bir gün geri dönecek olursan sana söz veriyorum, bıraktığın değil, bulacağın yerde olacağım. Gururumu dü­şünme. O da seninle birlikte yok oldu. Hep sonraya atılan ve hep sonralardan artakalan olmaya razıyım ben. Beni biraz sev, ben birazla da yetinebilirim. Bir tanecik umutla bin yıl daha yaşayabilirim. Zaten umut değil mi bizi kapı eşiklerinde bunca bekleten? Kapımı çalan sensizlikler hiç hoş gelmiyor. Bak, yokluğunda varlığını büyütmeye çalışıyorum. Yoruldum artık kendi cinayetime intihar süsü vermekten. Yarım kalan masalımızın “bir yokmuş”u olma. Sonlar bende bu kadar aşikârken, beni sebeplerle yorma. Sevdim seni bir kere ne ge­rek var sebebe?

Bir balkonda görmüştüm seni. Gözlerin tozlu yollardaydı. O yüzün hep bende kaldı. Bir bekletenin vardı, bilmem hâlâ var mı?

Oluruna bıraktım seni; olmazların bende kaldı.

Merhaba olmazları bende kalanım…

Ben kendimi aşk için sildim, sen beni başkası için…

Daha önce hiç bu kadar özensiz sevilmemiştim. As­lına bakarsan çok da üzülmedim. Gidişin yüzünden aşka kü­secek de değilim. Hatta ona inanmaya devam edeceğim. Aşka hep inanırız; çünkü o, dünyanın en gerçek yalanıdır. Aşk, ilk kez kazanılan bir son gibidir bazen. Bazen de son kez kaybedi­len bir ilk. Aşkın çaresi yoktur derler; kim çare arıyor ki zaten? inanma böyle şeylere katilim. Çaresiz aşk yoktur; çareleri red­deden âşıklar vardır. Bu sana bir şey hatırlattı mı? Şimdi eski bir arabesk şarkı var dilimde. “Seninle aşkımız eski bir roman/ yandı sayfaların/ külüdür kalan.” Gerçekten de bir roman gibi başlamıştı seninle aşkımız. Satırları aşarız diye düşünürken, devrik cümleler altında kaldık, ezildik. Sonra hayat denen sil­gi geçti üstümüzden. Ne izimiz kaldı geride, ne de anlatabile­cek bir hikâyemiz. Şimdi başka romanların sayfalarında baş­ka hikâyelere mezeyiz. Aşk büyük harfle başlıyor, sonra küçük harflerle devam ediyor ve sonunda minicik bir nokta, tüm cüm­leyi bitiriyor. İşte böyle katilim! Aşk başlıyor; öncesini sorgulat­mıyor, aşk bitiyor; seni öncesine mahkûm ediyor.

öyle çok şey öğrendim ki senden sonra. Mesela, bir in­san bir insana bir “hiç” gibi sarılabiliyormuş. Ve bir insan bir insanı içinden terk edebiliyormuş. Bana kimse bu kadar “hiç”ten sarılmamıştı ve kimse bu kadar içten ayrılmamış­tı. öyle zor geçti ki ilk günler, ayakta durmaya çalışmaktan, yaşamayı unutuyor insan. Nerde dursam yoktun, nereye git­sem ardımdan geliyordun. Sonra kendinde arıyor insan terk edilmenin hatasını. Yokluğun seni haklı, beni suçlu gösteriyor. Oysa varlığına duyduğum sevgiden daha şiddetliydi yoklu­ğuna duyduğum nefret! “Kalbim! Hak ettin bu kırgınlığı, bu yorgunluğu” dedim ve sustum. Uzaklara, çok uzaklara gittim; bir aşk hikâyesini gömüp sırt çantama… Susarak büyüttüm bendeki varlığını… Anlatarak tüketemem.

Umarım sana beni hatırlatır, boynunda izi kalan o yabancı­ların bıraktığı her öpüş. Sana bir ihanet borcum var şimdi. Sen onu alacaklarımdan düş.

Solundan geri döndüm katilim! Ve iyiyim. Gürültülerine sessizliğimi bırakarak yeni aşklara yelken açıyorum. Her yeni başlangıç biraz daha kolay, biraz daha eksiktir bir öncekinden, biliyorum. Sensiz yaşayabildiğime inciniyorum… Bir de…

Aşka…
Sevmeye…
Yenilmeye…
Müsaitim, gelme!

Gitmeye cesaretsizim, kalmaya yorgun

Bir tren istasyonunun en kuytu köşesindeydiler. Kadın O seviyor, adam gidiyordu. Kadın, son kez yüzüne bak­tı adamın. Adam, bakışlarını kaçırdı kadından. Uzaklara bak­tı öylece. Yaralı olan kendisiymiş gibi. Önce sustu kadın uzun uzun. Adam, o susuşlara kendini ekledi. Birazdan açılacaktı dili kadının. Birazdan bir hikâye başlayacaktı, bitişi anlatacak olan… Kadın, elini tuttu adamın. Adam, önce kaçırmak istedi elini, sonra kadının uysal bakışlarıyla çarpıştı gözleri. Kaldı eli elinde öylece. Kadın, derin bir nefes aldı önce. Sonra ko­nuşmaya başladı; elinde kalan tek gerçeğin, tüm gerçeklerin bir yalan olduğunu bile bile.

“Bana hayat diye bıraktığın, ölümle pençeleşiyor şimdi. İçi boşalmış bir hayatı yaşıyor sensizken insan. Bir vardın, bir yoktun zaten. Ne dünümde kalacak bir anısın, ne yarınımın mutlu yanısın. Ya geliyor, ya gidiyorsun. Kalmak yok senin lügatinde. Zordu zaten bu aşkı taşımak. Son çoktu bu aşkta ama sonu yoktu. Bitirmek istesek, nereden başlayacağımızı bilemezdik, yeniden başlasak, nasıl bitireceğimizi… Kalaba­lık bir caddede rastladık aşka, o kalabalıklardan çaldık aşkı da, çıkmaz sokaklarında kaybolduk, ne acı. Kendi ateşime dayanamazken, hasretinle yanmak ne yaman bir kadermiş. Daha da acısı senin boşluklarını doldurmak için kullanılmış…

"

Kıyısızlar kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?