Üç kitaptan oluşacak olan “Aşkın İstilası” serisi; dünyada yepyeni bir istila hareketi yaratacak. Şu an elinde tuttuğun kitap, serinin 1. kitabı, senin ilk adımın…
“YOL”

“YOL” bir aşk yolculuğu… Kendinde başlayıp yine kendinde biten…
Bir çırağın yola düşmesi,
Bir neyzenin nefesi,
Bir âşığın kalp atımı,
Bir çocuğun gülümsemesi,
Bir tohumun toprağa kavuşması…
Kalbinin derinliklerinde hayalini kurduğun bambaşka bir dünyanın yol haritası…
Bu bir bilgi kitabı değil. Bu satırlar yaşamını değiştirmek için tasarlandı. Kendi başına yapabileceğin pratik uygulamalardan nefes egzersizlerine, chi enerjisinin kullanımından yeteneklerini hayallerinin ötesine taşıyacak ödevlere, yüzünde gülümsemeyle okuyacağın sayfalardan hüngür hüngür ağlayacağın hikâyelere kadar; her şey senin için titizlikle toparlanıp kaleme alındı…
Bu kitap; senin gözyaşlarınla ıslanacak, kahkahalarına tanıklık edecek, uyanışına “YOL” olacak…
Ciğerlerine çektiğin her nefes kalbinden çıkan kana kavuştuğunda ayakların seni bir adım daha ileriye taşıyacak… Her yeni adımında cennet biraz daha yaratılacak…
Kalbin atmak için doğru nedeni bulduğunda,
İnsanoğlunun uyanışına tanık olduğunda,
Benimle beraber bu “YOL”a çıktığında,
Yaşam ilk kez seninle anlam bulacak…
Aşkın İstilası başlıyor… “YOL”a çıkıyoruz!
Hazır mısın?


METİN HARA

AŞKIN İSTİLASI

Bu Kitap TEK’e İthafen Bütün İçin Yazılmıştır…

Bir süre önce bir can üflenmiş bana…

Bir hamur yoğrulmuş evrenin bir köşesinde

İsmi de “Metin” konmuş

Hep borçlu hissetmiş kendini bu dünyaya

Sazlıktan kopan bir ney olmuş

Ödünç aldığı bir “can”la

Anlam üflemeye çalışırmış yaşamına

İşte o hamuru yoğuran

Kanseri yenen, beni yetiştiren

Kahramanım anneme…

Sana söz veriyorum anne!

Başka bir dünya yaratılacak…

Oğlun Metin…

RUHPARÇASI…

Bu kitapta “yol” boyunca insanın ruhsal yolculuğu konu ediliyor… Bu nedenle günümüzde var olan dinlerden, doğanın dilinden, evrensel kanunlardan, fizik yasalarından ve ezoterik bilgilerden birçoğu kitabın içerisinde yer almaktadır.

Kitapta herhangi bir inanç sisteminin yaratıcısının adının geçmiyor olması bilinçlice verilmiş bir karardır. İçeriğin evrenselliğinin korunması açısından, kitabı okurken herhangi bir tarafta olmadığımı, sadece ve sadece hakikatin elçisi olduğumu belirtmek isterim.

“Varoluş” insan yaratımı kelimelere sığmayacak kadar evrensel bir olgudur. Okurken kendi dinini, kültürünü ve doğrularını bu kelimelerin yerine koyabilir ve burada yazılanları kendi kalbine yerleştirebilirsin.

Lütfen “Benim inandığım doğrudur, gerisi yanlıştır!” gibi önyargılı bir üslup takınma. Bu tutumla asla bütüne hizmet edemezsin. Bütün yaşam formlarının aynı uyanış yolculuğunda olduğunu hissetmeni; din, dil, ırk, renk, yaş ve kültür ayrımı yapmadan, her yolun aynı hakikate vardığını hatırlamanı rica ederim.

Herkesin aslında senin de ruhparçan olduğunu hatırlaman dileğiyle…

Hoşgörüyle, aşkla, uyanışla…

“BİR”lik bilinci yayılıyor!

METİN HARA

1982 yılında İstanbul’da genetik bir hastalıkla dünyaya geldim. Faktör 8 proteinin eksikliğinden kaynaklanan kan pıhtılaşmaması sorunum vardı. Babamdan genetik bir miras olarak aldığım bu hastalık bütün çocukluğumu istila etmiş, yaşam kalitemi hayli düşürmüştü. Bunun yanı sıra 1200’ün üzerinde uyarana karşı yüksek alerjik reaksiyon gösteriyordum. Ailem için ağır mesai ve özel bakıma ihtiyacı olan hastalıklı bir çocuktum. Güneşe, bahara, güneş kremine, sabuna ve polene maruz kaldığımda hastanelik olur, ağır kortizonlu iğneler vurulurdum.

Zaman içinde hastalıklarımı kendi başıma iyileştirebildiğimi ve kontrol altına alabildiğimi fark ettim. Henüz 12 yaşındayken ellerimi hasta olan bölgelerimin üzerine koyduğumda bedenimdeki ağrıları azaltabiliyordum.

Kontrolü zor ve yaramaz bir çocuk olarak hemen her gün düşer, yaralanırdım ya da hassasiyetimden dolayı yediğim pek çok şeyden dolayı karın ağrıları çekerdim. Hastalanan bölgelerimin üzerine ellerimi koyduğumda, kısa sürede acılarımı dindirebildiğimi fark ettim. Deneyimlerim arttıkça hislerim ve iyileştirici yeteneğim de artmaya başladı.

İyileştirici becerimden aileme söz ettiğimde tabii ki bana inanmadılar. 15 yaşındayken, bir arkadaşımın annesi, kendi hastalıklarımı iyileştirebildiğimi keşfettiğinde, bana bu konuda eğitim almam gerektiğini salık verip konuyla ilgili profesyonel uygulamalara yönlendirdi beni.

Spiritüel eğitimim süresince öğrendiğim her şeyi kendi üzerimde deneyerek çalıştım ve zaman içinde bütün alerjilerim geçti, kanımdaki 8 faktör sentezlendi ve deneyimlerim giderek somut veriler ortaya koymaya başladı.

Üsküdar Amerikan Koleji’ni bitirdikten sonra 18 yaşındayken başka insanların tedavilerine de destek olup onların hayatlarına yardımcı olabilecek bazı uygulamalar yapmaya başladım. Hastaları dinleyip problemlerinin zihinsel nedenlerine ulaşarak, bunları nasıl çözebileceklerini anlatıyordum.

O dönemde gelen bir telefon, ailece bütün hayatımızı değiştirecek olan trajik olayı haber verdi. Babam trafik kazası geçirmişti, bedeninde kırkın üzerinde kırık vardı ve ölüm döşeğinde yoğun bakımda yatıyordu. Yaklaşık bir yıl boyunca hastanede kaldı. Yatalak olmuştu… Ben ve ailem hem uzun hem de maddi-manevi hayli sancılı bir döneme girmiştik. Öğrencilik yıllarımda hedefim mühendis olmakken, babamın fizik tedaviciler tarafından ayağa kaldırıldığını gördüğümde İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’ne girmeye ve insanların hayatlarına dokunmaya karar verdim.

Amerikan Hastanesi’nde babamı her ziyarete gittiğimde, yoğun bakım odasına girdiğim sırada, onun bütün grafikleri alçalmaya başlar, bana gayet olumlu reaksiyonlar verirdi. Normal şartlarda sadece sabah ve akşam 10’ar dakika yoğun bakım odasına girme iznimiz olduğu halde, benim babam üzerindeki etkimin farkında olan doktorlar, gece yarısı bile yoğun bakım odasına girmeme izin verirlerdi.

Çapa’da okuduğum bu yıllarda, yoğun bakımdaki başka hastaların da yanlarına gittim. Yoğun bakım ünitelerindeki hastaların bilinçleriyle iletişime geçebiliyor, reaksiyon vermelerini sağlıyordum. Elbette bunun sadece bana özel bir yetenek olmadığını biliyorum. Aslında her insan, gayet aktif kullandığı beş duyusunun ötesindeki pek çok algılamalara da sahiptir. Ne yazık ki pek çok insan bu yeteneklerinin farkında bile olmadığından, yapabilecekleri çok şeyi yok saymaya devam ediyorlar.

Babam, bir buçuk yıl sonra iyileşti. Sadece benim şifalarımla iyileştiğini tabii ki söyleyemem. “İyileşmek” tamamen babamın kendi seçimiydi. O artık sağlıklı olmak istediğine karar vermişti ve nihayetinde ayağa kalktı.

Çapa’da Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nde okurken ilk iki sene içerisinde küçük seminerler vermeye de başladım. “İnsan sağlığına nasıl daha bütüncül bakılır, nasıl koruyucu hekimlik yapılabilir, nasıl kendi kendimizin doktoru olabiliriz?” konularıyla ilgili kişisel eğitimler veriyordum.

İyileşmesine destek olduğum kanser hastalarıyla birlikte giderek eğitimlerime karşı talep de artmaya başladı. Başarılarım kulaktan kulağa yayılır olmuştu. İlk hastam Türkiye’de yaşayan ve kanser hastası olan bir kadın misyonerdi. Birlikte çalışmaya başladıktan kısa süre sonra iyileşme gösterdi. Onun iyileşmesinin ardından, uyguladığım tedavi yöntemi çok daha fazla insan tarafından bilinir hale geldi. Sessiz sedasızca başlayan ilgi dalgası giderek yükseldi.

Tıbbi eğitimimin yanı sıra Uzakdoğu, Avustralya, Hindistan, Mısır, Fas, Çek Cumhuriyeti, Amerika, Nepal, Sırbistan, Romanya ve daha dünyanın pek çok ülkesinde değerli hocalardan Spiritüel eğitimler aldım. 19 yıl boyunca bu eğitimlerde farklı teknikler öğrendim ve bunları geliştirmek için çok ciddi zamanlar harcadım. Günde sekiz saat kitap okuyup beş saat boyunca meditatif egzersizler yaparak kendimi eğittiğim tam mesaili bir süreç yaşadım.

Seneler içerisinde “beden-zihin-ruh tıbbı” olarak tanımladığım birçok tekniğin de eğitimini aldıktan sonra enerji tıbbı uzmanı olarak ve enerji tekniği bilgimi modern tıp bilgisiyle sentezleyerek etkin bir tedavi ekolü benimsemeye çalıştım. İçimdeki sonsuz aşka tam güven ve teslimiyet duyarak geliştirdiğim tekniklerle, profesyonel olarak bütüncül tıp ile tedavi çalışmaları yapmaya başladım. Çalışmalarım kısa sürede Türkiye ve dünyadaki tıp camiasında büyük yankı uyandırdı.

Bu uzun yolculuk sırasında öğrendiğim en önemli bilgi; insanın kendine ve içindeki ustaya güvenmesi gerektiğiydi.

“İnsan hayatındaki her problem ve her hastalık

o insanın zihinde yaratılır…”

Eğitimlerime katılan öğrencilerimle ve iyileşmesine yardımcı olduğum hastalarımla birlikte pek çok kişinin mucize dediği, aslında mucize olmayan, sadece hakikat olduğunu deneyimlediğimiz sayısız olaylar yaşadık. Tıbben iyileşmesi mümkün olmayan pek çok insanın, onulmaz hastalıklarının nasıl şifa bulduğuna şahit olduk. Böylece eğitimlerime olan ilgi ve talep de yükselmeye devam etti.

2010 yılında beni yetiştiren hocalarımın da teklifiyle Çapa Devlet Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nde doktora öğrencilerine “Tamamlayıcı Tıp” konulu dersler verdim.

Bundan beş yıl kadar evvel, insanlığın aydınlanmasını hedefleyen “Trust Human-İnsanagüven” projesini başlattım. Bu projeyle beraber, yurtiçi ve yurtdışında birçok hastanın tedavisine de yardımcı oldum. “İnsanagüven”i kurduğum ilk zamanlar birçok astroloğun, şifacının, yaşam koçu ve kişisel gelişimcinin şimşeklerini üzerime çektim. Sahip olduğum bilgiyi ve yeteneği 8 haftalık eğitim programlarıyla başka insanlara da öğretmeye başlamam, bazı Spiritüel hocaları rahatsız etmişti. Birçok eğitimci ve mastır bana “Bizim yıllardır uğraşıp yapamadıklarımızı sen sadece 8 hafta içinde başka insanlara nasıl öğretebilirsin? Bu imkânsız!” dediler. Bütün bu eleştirel yaklaşımlara verdiğim sadece tek bir cevabım vardı benim: “Sizin çırak olarak gördüğünüz bu insanlarda, ben birer usta görüyorum…”

“İnsanagüven” çatısı altında bugüne kadar 50 binden fazla öğrenci mezun edip onları da bu gönül yolculuğuma ortak ettim. Mezunlarımızla her yıl kendi organize ettiğimiz bir yardım festivali kapsamında bir araya gelmeye devam ediyoruz. Bu faaliyetlerimizle birlikte bunca zaman sonra birbirine yardım etmeye hazır insanlardan oluşan kocaman bir “İnsanagüven” ekibi çıktı ortaya. Kendi kalbimizden başlayarak her defasında yeni bir kalple büyümeye, iyileşmeye ve iyileştirmeye inandık. Festival programlarında 15 bin kişinin aynı anda meditasyona oturduğu, on binlerce sevgi dolu dosta sahip olan “İnsanagüven”in bugünkü hedefi; bütün bu çalışmaları Amerika’ya ve Avrupa Birliği’ne de taşımak.

12 yıldır verdiğim eğitimlerin sekiz haftalık program kapsamındaki ilk dersi “İllüzyonu Aşmak”, insanın kendisine doğru attığı ilk adımdır. Eğitim üçlemesinin ilk kitabı olan “İllüzyonu Aşmak”ta, beyin dalgalarını düşürmeyi, stresi azaltmayı, enerjiyi yönlendirmeyi, blokajları çözmeyi, şifayı, enerji bedenlerine dokunmayı ve düşünce gücüyle maddeye hükmetmeyi anlatıyorum.

Sen bu kitaba sahip olarak kendin için yeni bir adım attın. Ben de sana yürüyeceğin “yol”u sunuyorum.

www.insanaguven.com

“Hayalperestler olmasaydı;
Hiçbir realist yerden ayrılamazdı.
Ben de bir hayalperestim işte!
Sonsuz bir yolda, sonlu adımlar atarak
sonsuzluğa varmaya çalışıyorum…”

ÇÖLDE ORMAN

Bir zamanlar kurak toprakların ortasında yetişmiş, yalnız ve görkemli bir ağaç varmış. Bu ıssız çöl sarılığına nereden geldiğini düşünüp durur, kuraklıkta nasıl var olduğunu bir türlü anlayamazmış…

Gölgesinde dinlenen seyyahlara masal anlatır, bedevilere ve yolunu şaşmış bahtsız çöl kaçkınlarına uçsuz bucaksız yeşil ormanların masalını anlatırmış… Susuzluğun içinde, kendini bile güçlükle beslerken,gıdasının büyükçe bir payını meyvelerini büyütmek ve geliştirmek için ayırırmış. Gelen geçen yolcular, onun bu yersiz çabasına güler, bedbinliğiyle eğlenirlermiş. “Ey zavallı ağaç; bu koca çöl kumunda senin kıtlıkta beslenen meyvelerinin içindeki o âciz tohumlar yeşermez. Hadi diyelim yeşerdi, onların filizlenmesi mümkün değildir. Hadi diyelim filizlendi de. Bu iklimde çölün ortasında meyveli ağaç yetişmeyecektir” diyen yolcuların, hayalperest ağacın haline gülmekten karınlarına ağrılar saplanırmış.

İnsanlar; dünyanın her köşesinde ve her ikliminde yine her zamanki gibi çok bilmeye, lakin daha az anlamaya inatla devam edip durmuş. Çölün ortasında yeşermiş ve şimdi kendilerinin de gölgesine çekilip dinlendikleri şu ağacın hakikatini görmeyip ahkâm kesmekte hiç beis görmemişler.

Çöl ağacı; insanların kendisine bakıp da göremediği umudu, o tohumlarda görürmüş.

Zaman böylece akıp gitmiş, mevsimler defalarca değişmiş… Tohumlar nihayetinde toprağa kavuşmuş. Kabuk kırılmış, karanlık çöl kumunun derinliklerinden ışığa doğru bir yolculuk başlamış. Yalnız bir ağacın hayali, milyonlarca insanın gerçeğine isyan etmiş.

Seneler sonra yaşlı bir adam, yanında torunuyla aynı bölgede dolanırken, seçtikleri büyük bir ağacın altına oturup soluklanmışlar. Yaşlı adam torununa kendi çocukluğunu anlatmaya başlamış ve “Biliyor musun evladım; ben daha senin gibi bir çocukken buralar uçsuz bucaksız çöldü.” demiş. Torun etrafa şaşkınlıkla bakarak “İyi de dedeciğim, kocaman bir çölün ortasında nasıl bu kadar büyük bir orman oluşabilmiş?” diye sormuş. Dede hayranlıkla etrafına bakıp, gölgesinde dinlendikleri ağaca dokunmuş ve gözleri dolarak şöyle demiş:

“Asla bir tohumun potansiyelini küçümseme evlat!

Bir gönül, bir hayalle birleştiğinde dünyada cennet yaratılır…”

“AŞKIN İSTİLASI” BAŞLIYOR…

Artık “AŞKIN İSTİLASI” başlıyor sevgili ruhparçam!

Biliyorum; şu an cehennemin ateşleri seni yeterince sarmış yakarken buna inanman hayli zor. Bence inanma zaten… Çünkü sen “O”nun suretisin ve senin görevin inanmak değil, “YARATMAK”…

“An” içinde bambaşka bir dünya yaratılıyor ruhparçam!

Biliyorum zihnin giderek daha da karşı çıkıyor sana. Her şey daha kötüye gidiyor. Karamsarlık kaplıyor içini bütünüyle… Ama sen karanlığın, öfkenin, nefretin içine doğdun. Senin görevin düşünmek değil, “YANMAK”…

Bambaşka bir hakikat var ruhparçam!

Biliyorum çok geliştin zaman içinde. Çok fazla bilgi depoladın. Bir sürü diploma aldın. Çok çalıştın. Bunlara rağmen yine de mutlu olamadın değil mi?

Şunu bilmelisin ki:

“Bilgeliğin anahtarı bildiklerini unutmakta yatar.”

Senin görevin öğrenmek değil, “ANLAMAK”…

Bambaşka bir aşk var ruhparçam!

Biliyorum, canın çok yandı. Biliyorum, insanlara çok kez kırıldın. Günlerce ağladın. Defalarca bir daha âşık olmayacağına yemin ettin. Tutabildin mi peki sözünü ruhparçam? Kalbindeki o ufacık kıvılcımı söndürebildin mi yalan gerçeklerinle? Senin görevin âşık olmak değil, “AŞK” olmak…

Bambaşka bir “yol” var ruhparçam!

Bu bizim seninle olan hac yolculuğumuz, kendi benliğinden içeriye giden. Cehennemde başlayıp, cennette biten… Senin görevin kutsal toprakları bulmak değil, bastığın her karış toprağın kutsal olduğunu anlamak…

Bambaşka bir hikâye var ruhparçam!

Gözlerini kapattığında hayalini kurduğun, içinde hep hissettiğin, vazgeçmiş gibi gözüksen de asla vazgeçmediğin…

İnsanoğlunun hikâyesi henüz tamamlanmadı ruhparçam! AŞK’ın mısraları dökülmeden tamamlanmayacak da…

Bizim görevimiz bu hikâyeyi okumak değil, “YAZMAK”…

“Tohum toprağa düştüğünde, ışık karanlığa indiğinde, hakikat yanılsamaya vardığında, cennet cehennemde yandığında, birkaç damla mürekkep bir kâğıda düşecek…

İşte o zaman aşkın istilası başlayacak… Bir kitapla bir gönül birleştiğinde AŞK kâinatı kuşatacak!

Ve şunu bil ki:

Zamanı gelince aşk bedeni istila edecek! İşte o zaman, iki kişi bir olacak. Aşk, toplumları istila ettiğinde, ülkeler bir olacak ve bütün AŞK’la kuşatıldığında; din, dil, renk ve bütün ekonomik farklar eriyecek. Herkes varoluş aşkında buluşacak! Ayrımlar eriyecek, sınırlar tamamen yok olacak…”

Her kitabın bir kahramanı vardır ruhparçam! Bu kitabın kahramanı sadece sensin. Cehennemden başlayıp cennete doğru uzanan bir yol üzerinde yürüyeceğiz seninle.

Bu yolda kaybolmaktan korkma… Her an kaybolmak da mümkün zira. Yolunu bulamadığın an, elini kalbine koy ve şunu sor sadece:

ŞİMDİ “AŞK” NE YAPARDI?

Elinde tuttuğun kitap, sıradan bir kitap değil sevgili ruhparçam. Yolculuğumuz boyunca dediklerimi yapar ve zihnini susturmayı başarırsan bu sayfaların seninle konuşmaya başladığını da işiteceksin.

Seninle buluşmak üzere aslında benim de sana doğru yola çıktığımı anlayacaksın…

Sesimi duyamadığın zamanlarda kulaklarını tıka ve kalbini aç: Hakikat belki kulaklarına değil ama muhakkak kalbine fısıldanacaktır.

“AŞKIN İSTİLASI” seni bulduğuna göre, o halde artık ölümünden uyanmayı seçmişsin demektir. Şimdi gözlerini kapat ve sadece 30 saniye boyunca kalp atımlarını dinle.

Kalbinin sesini duyabiliyor musun?

Güzel…

O halde umut var demektir.

Şimdi sayfayı çevir:

İşte bu istilanın ayak sesleri…

AŞKIN İSTİLASI’NA HAZIR MISIN?

Her adımda, kendinden bir parçayı geride bırakmaya hazır mısın?

Bu yol sende başlayıp yine sende bitecek.

Zihinden başlayıp, kalbe doğru uzanan bir yolculuk yapacağız kitap boyunca…

Hakikati duymaya hazırsan artık başlıyoruz!

Sana, duyduğun en büyük yalanları aslında gözlerinin anlattığını söylesem ve gözlerini açık tutma çabanın seni körleştirdiğini hatırlatsam bana ne dersin?

İnanmazsın değil mi?

Güzel…

“Hiçbir şeye inanma… İnanç seni tutsak eder… Seni ancak hakikat özgürleştirebilir!”

Şimdi bir kez daha gözlerini kapatmanı istiyorum senden.

Hadi bunu yap lütfen!

Bir konuda anlaşalım… Dediklerimi yapmadığın takdirde, bu kitap eğlenceli bir masal kitabından daha fazla şey ifade etmeyecektir senin için. Söylediklerimi uyguladığında, giderek gerçek bir masalın kahramanına dönüşmeye başladığına tanık olacaksın!

“Kader denen şey; sana çizilen yol değil, senin seçtiğin yoldur…”

Her zaman olduğu gibi, şu an da seçim yine senin!

Hadi şimdi gözlerini gerçekten kapat…

Her yer bir anda karanlık oldu mu?

Güzel…

Sence neden karanlıktasın?

Her yer günlük güneşlik ışık içindeyken ve senin gözlerin kapalı olduğu halde bile güneş tepende durup seni aydınlatmaya devam ettiği halde sen yine de karanlıktasın. İşte senin hayatı yaşama biçimin bu… Karanlığı yaşamak, senin kendi tercihin… Hayatın boyunca gözlerin hep kapalı kaldığından, kendi güneşini göremiyorsun!

“Gözünü açana ışık çok yeryüzünde…

Gönül gözünü kapatana, yazık ki aşk yok bu âlemde…”

O halde, karanlıkta kaldığın için ışığın yokluğunu suçlayamazsın!

“Gerçek, algıların tarafından hapsedilir…”

Sen de böylece algılarının hapishanesinde yaşar durursun. Gözlerini kapatıp karanlığına mahkûm olanlara, güneş bile doğmuyordur aslında…

Düşünsene! Koskoca güneş bile senin o ufacık kafatasındaki algında bir “var” olup bir “yok” olabiliyor!

Ne tuhaf değil mi?

“Bedeninin uyanışı gözlerini açtığında, ruhunun ayılışı ise ancak gözlerini kapattığında mümkündür…”

“Zihnin parmaklıkları AŞK’ı tutsak edemez…”

Unutma:

“İllüzyon ona inananın gerçeğidir.”

Şimdi bu serüvende benimle misin?

Peki…

O halde devam ediyoruz:

“Gerçek ve tek hakiki ışık, gözlerin ve zihnin sana yalan söylemeyi bıraktığında belirecek.”

Işığını fark edebilmek istiyorsan, karanlığın kalbine inmelisin. Hayır… Ben seni daha da derin bir karanlığa çekmeye çalışmıyorum. Sen zaten oradasın, yeter ki artık bunu fark et ve yola çıkabilelim.

Başlangıç noktanı yanlış belirlersen rotayı doğru çizemezsin!

“En derin karanlık, en güçlü ışığa gebedir.”

Bu yolculuk için asırlardır sana anlatılan yalanlardan sıyrılmalısın.

Elindeki kitabı doğru zihin yapısıyla okursan seninle karşılıklı konuştuğumuzu deneyimleyeceksin. Dinlemeyi bilirsen bütün hakikat kalbine fısıldanacak , onu duyacaksın!

Bana güven…

“AŞKIN İSTİLASI”nı hızlıca okuyup bitirmeni önermem! Eminim bu kitaptan önce de çok değerli bilgiler edinmişsindir.

Ben de bir zamanlar bütün değerli bilgilere sahip olduğum yanılgısına düştüm. Bir “Batı dünyası insanı” gibi bilginin her şeyi çözeceğine çok inandım. Binlerce teknik, kitap ve çoğu gizli olmak üzere özel eğitimler hatmettim. Spiritüel âlemde “usta” olduğuma dair dünyanın pek çok ülkesinden yüzlerce diploma aldım. Artık gerçek bir “usta” olduğuma inandım.

Yanılmışım…

Kendimi evde, mermerin üzerinde üç gün boyunca ağlarken bulduğum vakit, hakkımda ne kadar yanıldığımla yüzleştim…

Sana küçük bir tavsiye:

Bu kitapta yazılanları zihninle analiz et, ama kesinlikle kalbine göm! AŞK tohumları sadece kalpte yeşerme şansı bulabilir…

Duyguların yoksa zaten ölüsündür ve ben ölü biriyle bu yolculuğu yapamam ruhparçam.
Bu sayfalar duygularına tanıklık etmeli.

Kahkahalarına şahit olmalı, gözyaşlarınla ıslanmalı, gözlerin parladıkça, kalbin açıldıkça yazılar netleşmeli…

Yazılanları hızlıca okuyup sadece bilgileri almaya bakarsan buna rağmen eğlenceli zamanlar geçirebileceğini vaat edebilirim… Ancak ödevlerini yapıp uygulamaları yerine getirdiğinde acının ve fiziksel bütün sınırlamaların ötesine geçen, gerçek bir masal kahramanı olabileceğinin de garantisini veriyorum.

Dilersen konuyu biraz daha açarak anlatayım:

Hayatın boyunca sadece “AŞK” diye bir telaffuzda bulunmayı mı tercih edersin?

“AŞK” olmak ve “AŞK”ı bizzat yaşamayı mı istersin?

Şimdi kim olmak istediğine karar vermelisin:

Civciv misin, kabuk mu?

Ama şunu anla ki:

Biri özgürleşir, diğeri kırılır…

Seçim yine senin…

CEHENNEMİN KAPILARI ARALANIYOR

Cehenneminle yüzleşmekten korkuyor musun? Hiç problem değil…

Zaten bu nedenle yolculuğa çıkıyoruz seninle… Vardığımız yerde “korku” olmayacak.

Yeterince ustalaştığında cehenneme adım atacak ve ayaklarının dibindeki alevlerin dindiğini fark edeceksin.

Seninle yolculuğumuz adım adım ilerleyecek! Her yolculuk küçük bir ilk adımla başlar demiştim ya sana:

İşte bizim ilk adımımız da cehennemin başladığı yer:

Yani senin algın!

Lütfen:

Düşmekten korkup yürümeyi unutma.

ADIM I: ALGI CENNETE YAKIN, CEHENNEMİN KALBİNDE…

Ya sana cennetin istila altında olduğunu söylesem? Bak etrafına! Öfke, vahşet, yıkım… Alevleri hisset… Şimdi cenneti yaratmanın zamanı… Hem de cehennemin kalbinde…

Dünyada var olan her şey, algından ibarettir…

İşe önce algınla, hakikat arasındaki uçurumu azaltmakla başlayacağız!

Kurban olduğun yanılsamasından, Yaradan olduğun hakikatine ancak beyin dalgalarını kontrol ederek ulaşabilirsin.

Unutma:

Tek cehennem var; o da zihin!

ZİHİNDE USTALAŞMAK

Sana “O”nun sureti olduğunu söylesem, bana inanmazsın değil mi?

Doğduğun günden beri günahkâr olduğuna inandın ama!

Öfkeyle dolu bir dünyaya da seve seve inanırsın değil mi?

Hatta insanoğlunun doğasının kötü olduğuna bile inandın!

Şimdi bu inançlarını yıkmanın zamanı ruhparçam!

Zihninin tutsaklığından özgürleşmeye başladığında, inançlarının ötesindeki hakikat seni bekliyor olacak…

BEYİN DALGALARI: Dört farklı beyin dalgası vardır. Bunlar; Beta, Alfa, Teta ve Delta beyin dalgalarıdır…

1- BETA BEYİN DALGASI: Beta beyin dalgası, korkuyla tetiklenen bir dalgadır. Başka bir deyişle stres beyin dalgasıdır! Saniyede 15 Hz ila 40 Hz devir yapar.

Tehlike sözkonusu olduğunda devreye girer ve tek amacı, kişinin o an için işe yaramayan fiziksel ve zihinsel bazı sistemlerini kapatarak, onun sadece tehlikeye konsantre olup geliştireceği ani hamlelerle riski bertaraf ederek yaşamda kalmasını sağlamaktır.

Mesela saldırmaya hazır bir kaplanın sana doğru geldiğini düşün. Tehlikeyi hissettiğin an, beyin dalgan yükselmeye başlayacak, sempatik sinir sistemin uyarılarak kasların gerilecek ve tansiyonun yükselecektir.

Tehlike anında korkuyla tetiklenen beta beyin dalgasıyla, beyne ve kaslara daha fazla kan ve oksijen pompalanmaya başlar.

Beyin bu şekilde, içinde bulunduğun tehlikeye karşı seni savaşmaya hazır hale getirir. Şu aşamadan sonra ya kaplanla savaşacaksın ya da en yakın güvenli alanı hesaplayarak oraya doğru kaçacaksındır.

Beta beyin dalgası; haz, keyif ve yaşamdan lezzet alma fırsatını yaratmak için değil, sadece seni hayatta tutabilmek için dizayn edilmiş bir dalga boyudur. Yaşamının kalitesinden ziyade, hayatta kalmanı sağlamakla ilgilidir.

Nasıl mı?

Kendi hikâyelerimden örnekler vererek işini kolaylaştırayım:

Liseye gittiğim yıllarda adadayken, babam kapağı açık unutulan bir tekne motorunun üzerine düşerek yaralandı. Gittiğimiz hastane bir iki küçük ezilme dışında problem olmadığını söylediğinde, gönül rahatlığıyla babamla akşam yemeği için toplandık.

Babam, yemek sırasında morarmaya başlayıp yüzü yemek tabağının içine kapaklandığında, masada duran bir sürahi dolusu soğuk suyu onun başından aşağıya boca ettiğimi ve birinci katın balkonundan atlayarak caddeye çıktığımı hatırlıyorum.

Yoldan geçen ambulansın önüne kendimi atıp görevlilere babamın durumunu anlattıktan kısa bir süre sonra, adadan güçlükle hastaneye yetiştik. Meğer babam motorun üzerine düştüğü sırada, kırılan kaburgası ciğerini delmiş ve içeride kanama başlatmış.

Bütün bu olan biteni nasıl yaşadığımı ve neyi hesaplayarak böyle davrandığımı hiç bilmiyorum. Bu deneyimdeki en güçlü faktör; beta beyin dalgasının bana yaptırttığı ani hamlelerdi. Babamı yaşamda tutmak için neler yapmam gerektiği konusunda etraflıca düşünüp karar vermeye zamanım yoktu, saniyelerle yarışıyordum ve babam dışında etraftaki her şeyle temasım kesilmişti.

Çanakkale’nin efsane kahramanlarından Seyit Onbaşı’yı, sırtında 215 kiloluk top mermisi taşıdığı o meşhur heykeliyle hatırlıyorsundur mutlaka.

Savaş sırasında dev mermileri yerinden kaldırıp topun ağzına süren kaldıraçların düşman toplarıyla bombalanıp kırılması üzerine Seyit Onbaşı, can havliyle kucakladığı 215 kiloluk mermiyi topun ağzına yerleştirmiş ve o ateşlenen topla İngilizlerin ilk gemisini batırarak, tarihe adını unutulmaz kahramanlardan biri olarak yazdırmayı başarmıştır.

Bu değerli anıyı resmetmek üzere kendisinden aynı top mermisini bir kez daha kucaklaması istendiğinde Seyit Onbaşı mermiyi ikinci kez kaldıramamıştır. Savaş sırasında ve çaresizlik anında korkuyla tetiklenen beta beyin dalgası, normal şartlarda bir insanın yapamayacağı tepkiyi yaratmıştı. Tehlike ortadan kalktığındaysa, Seyit Onbaşı doğal olarak mermiyi bir kez daha kucaklayamamıştı. Burada yaşanan şey de, beta beyin dalgasının yarattığı bir deneyimdir.

"

Aşkın İstilası – Yol kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?

Aşkın İstilası – Yol (2014)

Aşkın İstilası – Yol

Kişisel Gelişim
Yazar: Metin Hara  
İlk Basım: 2014
Yayınevi: Destek Yayınları