Seher’deki hikayeler, heveskar işi değil insana ve yaşama duyulan derin sevginin ince bir mizahla harmanladığı has yazar işi metinler. Karşımızda, tutsaklık günlerinde vakit doldurmak için yazan biri değil, bugüne kadar ortaya çıkmamış, okura ulaşmamış bir edebiyatçı var.

Demirtaş’ın hikayelerini okuyunca, keşke halkına, ülkesine, dünyaya karşı duyduğu sorumluluk ağır basmasaydı da yazar olsaydı diye hayıflandım. Sonra, edebiyat-sanat damarımın bencilliğinden utandım: o zaman, edebiyat bir yazar kazanacak ama Türkiye Demirtaş kalibresinde bir siyasetçiden, geleceğin önemli bir liderinden, barış ve özgürlük umudundan yoksun kalacaktı.
– Oya Baydar

Siyaset ve sanat disiplinleri birbirine benzemez. Siyaset; doğru zamanda siyasi açıdan doğru olanı söylemek ve gerçek düşünceleri saklamak ilkesine sahipken, sanatçı deyim yerindeyse yüreğini kazıyarak en gizli duygularını, en büyük kitleyle paylaşmaya koşullanmıştır. Bu açıdan Selahattin Demirtaş’ın değerli öykülerini özel bir yere koymamız gerekir diye düşünüyorum. Acılar karşısında duyarlı bir yüreğin çığlığını yansıtan bu öyküler, siyasetten çok daha derin bir insani damara dokunuyor. 

Kitabın özenli ve akıcı bir Türkçeyle yazılmış olması, hem estetik hem de toplumsal açıdan ayrıca övgüye değer. Bu ülkedeki herkesi birleştirecek olan ortak payda sanatın büyülü yaratıcılığında gizli. Çünkü sanat, vicdanın dilidir. Selahattin Demirtaş da bu dili konuşuyor.
– Zülfü Livaneli

Seher

İçimizdeki Erkek

Cezaevindeki havalandırma avlumuz dikdörtgen şeklindeki beton bir kuyu gibi. Dört metreye sekiz metre kadar bir şey. Yürümekle bitirilebilecek gibi de­ğil. Sabah başla yürümeye, akşama kadar bir yere vara­mıyorsun. İnsan olarak iki kişi kullanıyoruz burayı; ben ve Abdullah Zeydan vekilimiz. Ancak sadece bizim ba­bamızın malı değil havalandırma, karıncalar ve örüm­ceklerle müşterek yararlanıyoruz. Daha doğrusu cezaevi onların yuvasının üstüne yapılmış da asıl ev sahipleri onlarmış gibi davranıyorlar bize. Çok da haksız değiller bu konuda aslında. Tabii biz de efendiliğimizi bozmu­yoruz, karşılıklı saygıya dayalı bir ilişkimiz var. Karınca kolonisinin muazzam işbirliğine dayalı azimli çabaları yaşama sevinci veriyor insana. Kesintisiz bir mücadeleyi coşkulu bir tempoda yürütüyorlar. Cezaevinin kasvetli köşelerinde sessiz sedasız, görkemli bir yaşam inşa ediyorlar. Örümcekler ise karıncalara göre daha soğuk yaratıklar. Pek hareket ettikleri yok. “Gü­naydın,” diyorsun mesela, adam iplemiyor bile. Yani ipliyor da, iplerini hep ağ örmek için kullanıyor. Bir de serçeler var tabii. Çatının kenarında bulduk­ları açıklığa yuva yapmış bir çift serçe. Yuvaya gagala­rında günlerce çalı çırpı taşıdılar. Ve gerçekten de dişi olanı daha çok çalışıyordu. Erkek olanı ise arada bir ga­gasında ufak bir dal parçasıyla ortalıkta dolaşıyordu. Yuvanın girişindeki tel örgülere tüneyip artistlik yapı­yordu en fazla. Tabii, günahını almayayım, belki de gö­revi oydu.

Yuvanın inşaatı on gün kadar sürdü. Bu arada biz de pencerenin kenarına su ve ekmek kırıntıları koyarak kendilerine yardımcı olduk. Serçelerden dişi olanı bir ara, “Abi, Allah sizden razı olsun, bizim sünepeye kalsa yemek işini hayatta halledemez, bir de yemekle uğraş­mak zorunda kalırdım,” dedi. “Bana mı söylüyorsun bacım?” dedim şaşkınlıkla. “Evet, size söylüyorum, an­layabiliyor musunuz beni?” dedi. Kulaklarıma inana­madım gerçekten. Çocukken yarım yamalak öğrendi­ğim kuşdilini unutmamışım demek ki. “Lafı mı olur hanımefendi,” dedim, “inşaattır taşınmadır derken bir de yemekle uğraşmayın, diye düşündük. Bir ihtiyaç olursa çekinmeyin lütfen. Komşuyuz burada nihaye­tinde,” diye de ekledim. “Sağ olasın abi,” dedi. Biz böy­le konuşurken erkek olanı yuvadan çıktı. “Kimle konuşuyorsun kız sen?” dedi eşine. “Hiç,” dedi dişi olanı. “Yemek için teşekkür ettiydim komşuya.” “Gir içeri!” diye bağırdı kadının yüzüne erkek serçe; mesele uzama­sın diye sineye çekip yuvaya girdi hanımefendi. Beriki ise bana dik dik bakıp, “Buyur kardeş, bi şey mi vardı?” diye sordu dayılanarak. “Yok abi, ben yengeye hani bi ihtiyaç” . . . “Taam uzatma, varsa bi mesele bana söyler­sin,” dedi sertçe. “Oldu abi, o zaman size iyi günler , ” deyip yavaşça kapadım pencereyi.

Birkaç gün sonra yengenin doğum yaptığını anla­dık: yuvada iki yumurta vardı. Bizim komşuların ikizle­ri olacaktı, çift yumurta ikizleri. “İnşallah çocuklar ba­balarına çekmezler,” dedim içimden.

Normalde cezaevinde çiğ yumurta bulundurmak yasaktır. Lakin pişmişinden de yavru çıkmıyor. Anlaşı­lan hayat yasakların içinden boy verecekti burada da. Bu arada yenge hanımın hamile haliyle çalışıp yuvayı yaptığı anlaşılıyor. Beyefendi etrafa posta koysun anca. Geçen sabah serçelerin abartılı gürültüsüyle uyandım. Havalandırma kapımız henüz açılmamıştı. Üst kat penceresinden yuvayı daha iyi görebiliyoruz. Kalktım, ne oluyor diye camdan baktım. Bir feryat figan ki kulakları sağır edecek gibi. Sanırsın bir yerde gösteriye müdahale başlamış, “Kaz atmayın, kaz atmayın,” diye birisi bağırıyor.

Dört erkek serçe yuvanın etrafını sar­mış, bir ağızdan cikcikleyip duruyorlar. Komşumuz çift de canhıraş bir mücadeleyle yuvalarını korumaya çalışı­yorlar.

Gürültüden anladığım kadarıyla gelenler “devlet ku­ şu”ydu. Tüylerini kabartışından amirleri olduğu anlaşı­lanı, “Bak kardeşim, ruhsat olmadan yuva yapmışsınız, lamı cimi yok, ya yuvanızı yıkacağız ya da yumurtadan çıkınca bir yavruyu ceza olarak kuş devletine vereceksiniz!” diye resmi bir tonda bağırıyordu. Diğer üç devlet kuşu da “Evet evet, vereceksiniz” diye amirlerini onay­lıyordu. Dişi kuş yuvanın girişinde kanatları yarı açık şekilde, “Benim canımı almadan ne yuvamı ne de yav­rularımı alabilirsiniz,” diye kararlı bir şekilde direniyor­ du. Erkek arkadaş ise “Evet, Hanım doğru söylüyor, O’nun canını almadan yavrumuzu bizden alamazsınız,” diyerek itiraz mı rica mı olduğu pek anlaşılmayan bir tonu tercih etmişti.

Amir ve yıkım ekibi çemberi iyice daralttılar. “Sizi bir daha uyarmayacağım,” dedi amir. “Hükümetin emirlerine biat etmezseniz ikinizi de hapse attırırım.” Bunun üzerine komşu çift aynı anda dönüp bana baktı, göz göze geldik. “Ne diyon komşu, ne yapak şimdi?” der gibiydiler. “Yalla, direnin bence,” dercesine baktım. Dişi olanı “Son nefesime kadar direneceğim!” diye ba ğırdı cesurca. Erkek olanı daha gür bir sesle “Son nefe­sine kadar diren Hanım!” diye ekledi. Dişi kuş bir an bile tereddüt etmeden kafa göz daldı resmiyete. Tel örgülerin arasında inanılmaz bir kargaşa, tam bir kaos ya­şanıyordu. Dört devlet kuşuna karşı bir dişi kuşun di­reniş destanı yazılırken erkek arkadaş kenardan sürekli, “Amirim bi dakka , amirim bi dakka, olay çıkarmaya gerek yok. Zaten iki çocuk fazla gelir bize,” diyerek, yalvarır gibi zıplıyordu. Bir ara kavganın ortasında dişi kuş erkeğe öyle bir bakış attı ki erkek olanı tüylerinin içine saklanıp kuşbaşı kadar kaldı. Abartısız söylüyo­rum, neredeyse on dakika boyunca dişi kuş, tek başına direne direne, dön resmi kuşu havalandırmadan kov­du. Dakikalarca yaşanan şiddetli saldırıya rağmen dişi kuşun yuvayı ve yumurtalarını koruma azmi gerçekten inanılmazdı. Kof kabadayılık taslayan hemcinsim bana bakıyordu. “Hiç bakma öyle bana Hamza kardeş (bu arada adını Hamza koydum), önce içindeki erkeği felan öldürmen lazım,” dedim. Hamza boş boş baktı bana, bir şey demedi şimdilik. Yeni bir gelişme olursa yazarım artık.


Merhaba bu sayfayı daha önce ziyaret ettiğin için bu kitabı okumuş olabileceğini düşündük. Dilerseniz yeni kitaplara göz atabilir ya da rastgele bir kitap seçebilirsin. Aşağıdaki kutucuğu kullanarak hızlı bir arama da yapabilirsin.


"

Seher kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?