Bu çağrıyı bir kez daha reddetmek, Bülent’in Fazıla’yı bir militan olarak değil de bir kadın gibi gördüğünü ortaya koyacağı için, Bülent daha fazla direnemeyerek elinde battaniyesiyle gelip yatağının bi ucuna yattı. Battaniyeyi de yatağın üstüne serdiler.

İkisi de aynı isteği paylaşıyorlardı aslında ama hem birbirlerinden hem de kendilerinden korktukları için, işi uzatıyorlar, kaçınılmaz sona ulaştıklarında kendilerini suçlu bulmamak için bahanelerini hazırlıyorlardı. İkisi de yatağın iki ucunda hiç kımıldamadan yatıyorlardı.

Yatağın ortası eskilikten çukurlaştığından, ortaya devrilmemek için kendilerini sürekli denetliyorlardı. Fazıla’nın huzursuzluğu sürüyor, ayakları birbirine sürtmek istiyor ama kıpırdayamıyordu İçindeki sıkışmaya daha fazla dayanamadı, ayaklarını birbirine sürtmeye başladı.

İkisi de sık sık derin soluk alıyorlar, kıpırdamamak için büyük bir güç harcıyorlardı. Fazıla, yatağın öbür ucunda yatan erkeğin bedeninden çıkan sıcaklığı hissediyor, elleri bu sıcaklığa dokunmak istiyordu.

O anda, gerçekten tek isteği o etin sıcaklığına dokunmaktı, o sıcaklığa dokunduğu anda ferahlayacağını, rahatça uyuyabileceğini sanıyordu, Yatağın ortasına doğru yavaşça kaydı.

Sudaki İz

1

Karanlık sınıfın kapısı birden açıldı, iri bir gölge girdi içeri. Necip’in her yanını ateşler bastı.

Bacakları titriyordu, ağzı kurumuştu. Soğuğu da karanlığı da unutmuştu, üstüne gelen iri gölgeye bakıyordu. Koridorun ışığı içeri vuruyordu. Gölge yaklaştıkça büyüyüp irileşiyordu.

Başını önüne eğdi. Sırtı terlemişti.

Ortaokulun müdürü, Necip’in alnına düşen bir tutam saçı tutup çekti.

– Biz seni okuldan atmadık mı? Hâlâ ne arıyorsun burada yüzsüz herif?

Necip karşılık vermedi. Başını kaldıramıyordu. Müdürden nefret ediyordu ama, ondan korkuyordu da, bir türlü kendini toparlayıp konuşamıyordu.

– Sana söylüyorum serseri herif, hâlâ ne arıyorsun burada?

Necip cılız bir sesle,

– Eve gidecek param yok, dedi.

– Bunları daha önce düşünseydin. Atın bu iti dışarı!

Biraz önce sakin sakin yağan kar birden tipiye çevirmişti. Necip’in yüzüne çarpan sivri uçlu kar taneleri değdikleri yeri zehir gibi yakıyordu.

Bir dağın eteğine kurulmuş olan ortaokul, en yakın kasabadan üç kilometre uzaktı. Necip arkasından kapanan koca kapıya bakınca, artık bu gece onu okula almayacaklarını anladı.

Kasabaya doğru yürümeye koyuldu. Soğuktan ve öfkeden kusacak gibi oluyordu. Okuldan uzaklaştıkça rüzgâr daha da hızlanıyordu sanki.. Soluk aldıkça soğuk hava ciğerlerini yakıyordu.

Ayakları sırılsıklam olmuştu. Pantolonunun paçaları da ıslanmış, bacaklarına yapışmıştı.

Karların içinde zorlukla yürüyordu. Rüzgârdan yüzünü korumak için iki büklüm olmuştu.

Ağzından çıkan buharlar buz damlacıkları halinde yüzüne yapışıyordu.

Köpekler birdenbire çıktılar. Birbirlerine sokulmuşlardı. Havlamıyorlardı. Hırlayarak, dikkatli adımlarla yaklaşıyorlardı. Necip telâşla yerden bir avuç kar alıp köpeklere doğru attı.

Köpekler şöyle bir duraladıktan sonra yeniden yürümeye başladılar. Karların içinde simsiyah gözüküyorlardı.

Birden arkasına dönüp deli gibi koşmaya başladı. Ne kadar hızla koşmaya çalışırsa, adımları da o kadar derine saplanıyordu. Kar taneleri, gözlerine giriyor, önünü görmesine engel oluyordu. Dönüp hızla yaklaşan köpeklere bakıyordu.

Birden tipinin arasında siyah bir şeyler gördü. Daha ne olduğunu anlayamadan bütün hızıyla, okulun adam boyundaki dikenli tellerine takıldı. Bedenine dolanan paslı tellerin arasında bayılıp kaldı.


– Sağ kaşımın üstündeki izleri görüyor musun? Yüzüme giren dikenli tellerin izleri.

Göğsümde de var. Çenemin altında da var, ama onlar pek farkedilmiyor.

Fazıla, Necip’in yüzündeki izleri görmek için öne doğru eğildi. Yüzleri birbirine yaklaştı.

Öne doğru eğilince Fazıla’nın basma entarisinin bollaşmış yakasından, göğüslerinin üstü gözükmüştü. Birbirlerinin kokusunu duyuyorlardı.

Gecekondunun küçük odasında yalnızdılar. Birbirleri hakkında çok az şey biliyorlardı.

Necip kıpırdamaktan bile çekiniyor, en küçük bir harekette Fazıla’nın yok olmasından korkuyordu. İkisi de şaşırmıştı. Necip’in alnı hafifçe terledi. Fazıla hareket etmiyor, Necip’in kokusundan uzaklaşmak istemiyordu.

Gaz lâmbasının solgun ışığı, odanın içine hüzünlü bir titreklikle yayılıyor, Necip’in üstünde oturduğu geniş karyolayı, ortadaki muşamba kaplı masayı, kapkacağın durduğu duvardaki tahta rafı, penceredeki basma perdeyi, duvarların çatlamış mavi badanasını aydınlatıyor, köşeleri ise karanlıkta bırakıyordu.

Fazıla yavaşça çekilip uzaklaştı. Bacakları titriyordu. İskemleye oturup kolunu masaya dayadı.

– Çok yakından bakmadıkça farkedilmiyor izler.

Necip kasılıp kalmıştı. İlk kez bir kadının kokusunu bu kadar yakından duymuştu. Yaşadığı o birkaç saniyenin gerçek olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Necip’in yüzündeki çocuksu şaşkınlığı gören Fazıla, bir an uzanıp elini tutmayı geçirdi içinden. Sonra ayağa kalkıp soğuk bir sesle,

– Artık yatalım, dedi. Geç oldu.

Necip ayağa fırladı.

– Sen yatakta yat, ben yerde yatarım.

Battaniyeyi yere serdiler. İkisi de ayakta duruyor, öbürünün önce yatmasını bekliyordu.

Birbirlerine bakamıyorlardı. Daracık odada önlerine bakıp duruyorlardı. Fazıla, yer tahtalarının arasındaki çizgileri görüyordu. Kıpırdamak, gittikçe daha zorlaşıyordu. İkisi de önce öbürünün hareket etmesini, bu gerginliği öbürünün bozmasını istiyordu.

Kapı vurulunca ikisi birden irkildi. Necip, hiç düşünmeden tabancasını çekip namluya mermiyi sürdü. Fazıla bembeyaz kesildi. O saatte kimseyi beklemiyorlardı. Kapıya gitti.

– Kim o?

Sesinin titremediğini farkedince sevindi.

– Benim, ben. Bülent.

Fazıla kapıyı açınca Bülent hızla girdi içeri. Necip’in elindeki tabancaya şöyle bir baktıktan sonra hemen konuşmaya başladı:

– Burayı bugünlerde basacaklarını duyduk. Hemen evi terketmemiz gerekiyor. Necip’le biz gideceğiz.

Durdu, sonra yavaşça,

– Sen burada kalacaksın Fazıla, dedi. Gelmezlerse, boşuna evi boşaltmış olmayalım. Burayı elimizde tutmalıyız.

Necip, «Fazıla yalnız başına mı bekleyecek?» diye sormak istediyse de cesareti yetmedi.

Böyle bir soru yanlış anlaşılabilirdi.

Fazıla hiç düşünmeden,

– Tabii kalırım, dedi.

Ona geceleyin bir gecekonduda tek başına polisleri beklemesi emrediliyorsa, beklerdi. Fazıla için emirler kutsaldı, tartışılmazdı.

İki erkeğin arkasından kapıyı kapattı. Gidip battaniyeyi yerden kaldırdı, yatağın üstüne serdi.

Dışarda yağmur başlamıştı. Özenle düzeltti battaniyenin kenarlarını. Ortada kalan kırışıkları eliyle bastırdı. Bütün dikkatini battaniyeye vermişti. Sanki en küçük bir kırışıklık olursa her şey ters gidecekti. Yağmurun sesini duyuyordu.

– Beni bıraktılar.

O kadar uğraşıp düzelttiği battaniyenin altına girdi giysileriyle. Üşüyordu. Oda çok loştu.

Dışarda yağmur yağıyordu. Rüzgâr esiyordu. Ayaklarını altına topladı. Bir gürültü duydu, çıplak ayaklarıyla koşarak kapıya gitti, kapının kenarındaki çatlaktan dışarı baktı. Damarlarının içi karıncalanıyordu. Kimse yoktu dışarda.

Yeniden yatağa dönüp battaniyenin altına girdi. «Gitmekte haklılar. Onlar benden daha önemli. Ev de önemli.»

Öfkesini bastırmaya çalışıyordu. Öfkelenmeye hakkı yoktu. Öfkelenmek, partinin emirlerine saygısızlıktı. Bir broşür aldı eline. «Sorguda bir militan ne yapmalı?» Gaz lâmbasını yanına koyup broşürü okumaya başladı. «Gitmekte haklılar.» Ama ne yaparsa yapsın «beni bıraktılar,» düşüncesi aklından çıkmıyordu.

Bahçe kapısının açıldığını duydu. Ateş bastı her yanını, yüreği yeniden çırpınmaya başladı, gırtlağı kurudu. Koşarak kapının yanına gidip dışarı baktı. Kimseler yoktu. Yeniden yatağa uzanıp broşürü eline aldı. «Gitmeleri gerekliydi. Partinin emri böyle.» Görevi bu evi beklemekti, bekleyecekti. Ayakları üşüyordu. Broşürü tutan elleri üşüyordu. Okumaya çalıştı. Gaz lâmbasını yatağın yanına koyunca, odanın öbür yanı iyice kararmıştı. Kutsaldı emirler. Sesleri dinledi.

Kötü, kızgın bir yağmur yağıyordu. Yağmur damlaları adım seslerine benziyordu. Yağmur, bahçede, duvarlarda, çatıda yürüyordu; hızlı hızlı, koşar gibi yürüyordu. Rüzgâr, pencerelerin kenarından sızıp perdeleri oynatıyordu. Onu almaya geldiklerinde sakin ve soğuk davranacak, her şeye dayanacaktı. Görevinin gereğini yapacaktı. Korkmayacaktı. Ama korkuyordu. Her şeyden korkuyordu. Odanın loşluğundan, rüzgârdan, yağmurdan, gelecek olanlardan, soğuktan, yalnızlıktan, korkmaktan…

Bahçeden yine gürültüler geldi. Kalkmamaya karar verdi. Kapıya her gittiğinde korkusu daha çok artıyordu. Fırlayıp kapıya gitti. Geldiklerini görmek istiyordu. Ansızın basılmak, hazırlıksız yakalanmak istemiyordu.

Kimse yoktu dışarda. Yatağa döndü. «Beni bıraktılar.» Böyle düşünmemeli, öfkelenmemeli, korkmamalıydı.

Broşürü okumaya başladı. Bütün sesleri, olmayanları bile duyarak, yatağın içinde broşürü okuyordu.

Hava aydınlanırken, dizlerini karnına çekip elinde broşürüyle uyuyakaldı. Evi o gece basmamışlardı.

"

Sudaki İz kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?

Sudaki İz

Sudaki İz

Roman
Yazar: Ahmet Altan  
Yayınevi: Everest Yayınları