Pek çok Latin Amerikalı yazar gibi, Carlos Fuentes de, yazılarından ve düşüncelerinden dolayı ülkesinden uzaklarda sürgün hayatı yaşamıştı. Onu okurlarımız ilk kez “Artemio Cruz’un Ölümü” adlı başyapıtıyla tanımışlardı. Daha sonra “Deri Değiştirmek”, “Sefer” ve “Diana” adlı romanlarını, “Körlerin Şarkısı” ve “Yanık Sular” adlı öykü kitaplarını yayınladık. “Yanık Sular”ın bu yeni basımını yaparken, bu ünlü Meksikalı yazarın ülkemizde de beğenildiğini görmenin sevincini yaşıyoruz, “Yanık Sular”da dört öykü var. Birbirine bağlı öyküler. “Bu Evler Bir Zamanlar Saraydı” adlı öyküde, tekerlekli sandalyesinde, şimdi yıkıntıya dönmüş eski sarayları düşleyen sakat Luisito’yu, “Tan Ağartısı”nda yüksek Meksika yaylasındaki eski kentte sabahın erken saatlerinin kokusunu da, havasını da gökdelenlere kaptıran Federico Silva’yı, “Analar Günü”nde, torunuyla birlikte geneleve alem yapmaya giden general eskisi Vicente Vergara’yı, “Andres Aparicio’nun Oğlu” adlı öyküde de arayıp bulamadığı sözcüklerin yerini ancak “şiddet”le doldurabilen genç Bernabi’yi tanıyacaksınız. Bu dört öyküdeki bu dört ayrı kahramanın ortak bir mekanları var: Kendi çocuklarını yiyen, kendi canına kıyan, lanetli “Yanık Sular” kenti: “Meksiko City”.


Ama istemekten nefret ediyordu Luisito, ne var ki istemek zorundaydı. Para topladılar ve ona kitap aldılar. Eskiden, Orizaba’daki konakta pek çok kitap olduğunu biliyordu Luisito, kitaplarını Avrupa’dan getirten büyük dede resimli dergilerin, o uzun tropikal fırtınalı geceler boyunca çocuklarına okuduğu serüven kitaplarının gelişini beklemek üzere ta Veracruz’a gidiyordu. Aile yoksullaştıkça her şey satılmış, başkentte Orizaba’ya oranla daha çok iş olanağı bulunduğu ve babası Maliye Bakanlığı’nda bir arşiv memurluğu görevi bulduğu için aile sonunda Mexico’ya yerleşmişti. Oturdukları ev Palacio Nacional’in yakınlarındaydı, babası her gün oraya yaya gidiyor, ulaşım derdi olmadığı için bir yığın zaman kazanıyordu, oysa memurların büyük bir çoğunluğu kenar mahallelerindeki evlerinden Zocalo’ya gelmek, işten sonra da evlerine dönmek için her gün iki üç saat yitiriyorlardı.

Luisito aile geleneklerinin nasıl yok olup gittiğini anımsıyordu. Ağabeyleri liseden sonrasını okumamışlardı, okumuyorlardı; biri Federal Adliye Bakanlığı’nda öteki de Palacio de Hierro’nun ayakkabı bölümünde çalışıyordu. Ailenin Lindavista mahallesinde küçük bir dairede oturması için gereken parayı hiç kuşkusuz üçü kazanıyordu, ama buradan oldukça uzakta olan Moneda mahallesindeki evde çok daha güzel bir daireleri vardı, üç oda bir salon, bütün kiracılarınkinden daha fazla oda. Birkaç yüzyıl önce bir saray olan bu yapıda imgeleminin, anılarının dizginlerini salıvermek için daha çok olanak bulmuştu Luisito. 

Köpekler anımsayabilselerdi, demişti Dona Manuelita. Ama biz insanlar da unutuyoruz, diye yanıtlamıştı Luisito. Akşam yemekleri saatinde, beyaz alnaçlı, pencereleri demir parmaklıklı, arkası bataklık ve çürük muz kokan pis kokulu bir vadiye bakan Orizaba’daki büyük evi anımsamaktan hoşlanıyordu. Vadinin dibinden sel sularının bitip tükenmez sesi gelirdi, yukarda, Orizaba’nın çevresinde devsel dağlar yükselirdi, yakınlıkları korku verirdi insana. Sisle kaplı bir devin yanında yaşarmış gibi bir şeydi. Ve yağmur yağardı, durmadan yağmur yağardı. 
Ötekiler tuhaf tuhaf bakarlardı ona, babası Don Raul başını eğer, annesi başını sallayarak iç çeker, ağabeylerinden biri açıkça dalga geçer, öteki ağabeyi bir parmağını alnına götürürdü; yarı deliydi şu Luisito, Orizaba’yı hiç bilmediğine göre nereden çıkartıyordu bütün bunları; hepsi uydurma; aile gelip Mexico’ya yerleşeli kırk yıl oluyor. Rosa Maria onu dinlemiyordu bile, yemek yemeyi sürdürüyordu, örümcek gözleri taştandı, belleksizdi. Her şeyi dilenir gibi istemek zorunda kalması dokunuyordu Luisito’ya, ağır geliyordu; kitaplar ve anılar, unutmam ben, kartpostallar toplarım, eski fotoğraf dolu bir sandık var, konsol olarak kullanılıyor, içinde ne olduğunu biliyorum. 

Dona Manuela bunların hepsini biliyordu, gezmeye götürmesi yasaklanmadan önce Luisito anlatmıştı ona. Odasında, yatağında uzanmış, tek başına olduğu sırada, çocukla sessizce iletişim kurmaya, onun anımsadığı şeyleri anımsamaya çalışıyordu. 

“Bu yapının eskiden nasıl olduğunu düşün Manuelita.”

Çünkü Luisito’nun öteki anımsama kaynağı da bu yapıydı; sanki bu on iki ailenin paylaştığı ev, yalnızca bir ailenin, önemli bir adı olduğu sırada kendi ailesinin olan Orizaba’daki evin anısını tamamlıyordu. 

Çocuğun anlattıklarını anımsamak, tıpkı onun gibi ve onunla birlikte görkemli bir sarayı tasarlayabilmek için büyük bir çaba harcıyordu yaşlı kadın: Piyango afişsiz bir hol, yontma taştan bir alnaç, ucuz konfeksiyon eşyası, gelin giysileri satan dükkanlar, ·fotoğrafçı ve eczacı yok, yapının antik soyluluğunu yaralayan şu ilanlar da yok hiç kuşkusuz. Çamaşır teknesiz, avlusunda çamaşır ipleri olmayan, ortası şırıltılı bir çeşmeyle süslü, yalın, ağırbaşlı, soylu bir sarayı kocaman bir taş merdiven, hizmetçi ve uşaklara ayrılmış giriş katı, atlar, mutfaklar, tahıl ambarları, saman ve reçel kokuları.

Peki oturdukları kattan ne anımsıyordu Luisito? Ah evet, burcu burcu mum ve cila kokan salonlar, klavsenler, diyordu, balolar ve görkemli akşam yemekleri, serin döşeme taşlı odalar, cibinlikli yataklar, aynalı dolaplar, gaz lambaları. İkisini ayırmalarından sonra, uzaktan, tek başına, Dona Manuelita bunları anlatıyordu Luisito’ya. Aynı anıları anımsayarak böyle konuşuyordu onunla, böylece kendi anılarını, ömür boyu çalıştığı, aile Pedregal’e taşınıncaya kadar yirmi beş yıl hizmet ettiği evi, General Vergera’nın Roma mahallesindeki evini unutuyordu. 


Kitaptan tadımlık bir bölümü okumak için aşağıdaki PDF bağlantısına tıklayın.

PDF indir
"

Yanık Sular kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?

Yanık Sular (1985)

Yanık Sular

Edebiyat Öykü
Yazar: Carlos Fuentes  
İlk Basım: 1985