Orhan Veli’nin hikâyeleri, 1947–50 yılları arasında Tanin gazetesi ile Seçilmiş Hikâyeler ve Yaprak dergilerinde yazarın sağlığında, William Saroyan’dan “serbest” olarak çevirdiği hikâyesi ise ölümünden sonra Vatan gazetesinde (1952) yayımlanmıştı.

Hikâyeler ilk kez ayrı bir kitapta toplanmış ve kitaba yazarın edebiyat hakkındaki küçük ama ilginç bir konuşması da eklenmiştir.

Hoşgör Köftecisi okurlarının, “keşke genç yaşta kaybetmeseydik de, o güzel şiirler gibi bu güzel hikâyelerden de daha çok yazsaydı” diyeceğini düşünüyoruz.


Kitaptan Tadımlık Okuma

Çift atlı arabamız, ay ışığının yarım yamalak aydınlattığı dağ yolunda alabildiğine gidiyordu. Beş kişiydik: Eski muhtar Hasan Gökbayrak, Şaban Kâhya, Hüseyin Çavuş, Gümrükçü, bir de ben. İkimizde martin vardı, ikimizde çifte, birimizde Fransız mavzeri. Atları Şaban Kâhya sürüyordu. Arabanın sahibi de oydu zaten. Pek az konuşuyordu. Bir aralık, geriye bile dönmeden:
— Arslan gibi beş kişiyiz, dedi; bir değil on tane Kara Hüsnü çıksa karşımıza vızgelir.
Hasan Gökbayrak, Gümrükçü ile bana:
— Siz bilmezsiniz bu Kara Hüsnü’yü, dedi, çok namussuz adamdır. Geçende o Solak Çeşme’deki düğünde bizim Mustafa çocuğu öyle kan içinde bırakmalarına sebep de odur. Altmış senelik kan! Sonunda öçlerini aldılar.

Bu kan hikâyesini, bu Kara Hüsnü hikâyesini bizim köyün kahvesinden dinleye dinleye hal olmuştum. İşte nihayet onların köylerine, onların düğünlerine gidiyorduk. Gitmemek de vardı ama kabadayılık da büsbütün ölmedi ya! Birinin kolu giderse ötekinin gözü çıkar. Daha ötesi bir can… Hani şu Kara Hüsnü’yü merak etmiyor da değilim. On bir köyün bir belası ne biçim adamdır acaba diyordum.

Bir hendekten çıkıp öbürüne giriyor, bir çukurdan kurtulup bir başkasına dalıyorduk. En sonunda köyün ışıkları göründü. Şaban Kâhya dizginlere asıldı, “Dursak mı?” diye sordu. “Duralım!” dediler.

Köye eşraf tertibi girecektik. Herkes cebinden birer kâğıt lira çıkardı. Bir değnek uzunlamasına yarıldı; liralar yarığa geçirildi. Bu beş parçalı bayrak arabanın yan kenarına dikildi. Çifteler dolduruldu, horozlar çekildi, iki el silah atıldı. Şimdi davulla zurnanın gelmesini bekliyorduk. Nihayet o da sökün etti. Davulla zurnaya, ellerindeki gemici fenerleri, düğün sahipleri yol gösteriyorlardı. Çalgıcıların bahşişi olan beş liralık bayrağı küçük bir çocuğun eline verdik, köye doğru ilerlemeye başladık.

Bizi, her yanı toprak bir odaya aldılar. Odada bizden önce gelmiş olanlar da vardı. Ama saygı ettiler, baş köşeyi bize bıraktılar. Uzun uzun merhabalaştıktan sonra, biraz evvel kenara çekilmiş olan içi şarap dolu bakır bakraç yeniden meydana çıkarıldı. Ortada bir tek bardak dolaşıyor, sırası gelen o bardakla içiyordu. Bizim köylerde, bizim düğünlerde âdet hep böyleydi zaten.

Mihmanlar komşu köylerdendi. Karaçalı’dan, Sazlıdere’den, Mıncırıklı’dan falan. Bazılarını ben de tanırdım. Mesela Sazlıdere’den Ali Ağa, yetmişlik ihtiyar, bir aralık kalktı, on sekizindeki delikanlı gibi, karşılama oynadı. Bir ayak atışı vardı, övmelere seza. Bu işler davulla, zurnayla oluyordu hep. Pekâlâ şenlikli idi de. Ama birdenbire, nerden aklına esti bilmem, Şaban Kâhya düğün sahiplerinin adamlarına, “İnce çalgınız yok mu? diye sordu. Onlar da ilkin bir duraladılar, sonra, “Bakalım,” diye cevap verdiler. Dışarı çıkıldı, tekrar gelindi, sağa sola haberler salındı, bir daha gidildi, bir daha gelindi… Ne olduğu anlaşılamıyordu. İnce çalgı köyün öbür başındaki bir evde miymiş, yoksa yol mu çamurmuş… anlaşılamadı. Hasılı bir aralık bir laf çıktı. İnce çalgıyı Kara Hüsnü bırakmıyormuş diye. Ama sonra hemen yalanladılar: “Yok canım, Kara Hüsnü ne diye bırakmasın!” Gene eğlentiye devam edildi.

"

Hoşgör Köftecisi kitabının ön okuması bu kadar. Kitabı beğendiysen senin için en uygun fiyatlı satın alma seçeneklerini listeledik.

pttavm D&R

beğendiniz mi?

Hoşgör Köftecisi